Bir olanağı berhava etmek!
Önümüzde yıl yapılacak seçimin önemine dair hemen herkes hemfikir. Ama konu bu önemin idraki ile hareket etmeye gelince kimi siyasi partiler hiç de buna uygun davranmıyorlar. İdeolojik bakışlarına, mahalle baskılarına ya da içerdeki muhaliflerinden yükselecek eleştirilerin korkularına yeniliyorlar. O zaman da amaç ile araç bir anda yer değiştiriyor, siyasi hırslarına ya da göstermelik tavırlara yenik düşüyorlar. Bu söylem, tavır ve duruşlar bu seçimin en büyük tehlikesini oluşturuyor.
Şöyle söyleyelim; bu seçim bir fırsat sunduğu gibi bir tehlike de barındırıyor. Fırsat, 20 yıldır hegemonik bir biçimde ülkeyi yöneten iktidarın değişme ihtimalidir ve bu ihtimal yirmi yılın en zirve noktasına çıkmış durumda. Kendi doğruları ile işbaşına gelen AKP, ortağı MHP ile birlikte yaptığı affedilmez yanlışları nedeniyle gitmek üzere. Fakat bazıları buna ayak diretiyor. AKP ve MHP’nin bunu yapması anlaşılır bir şey de muhalefetteki bazı partilerin bunu yapması hem anlaşılır değil hem de çok manidar.
Fırsat ile tehlike bir arada
İşte tehlike de burada devreye giriyor. Öyle ki; AKP ve MHP’nin oylarının toplamı üç aşağı beş yukarı % 40 civarında görünüyor. Ülkeyi getirmiş oldukları bu yaşanmaz konuma rağmen hala bu oya sahip olmaları da ayrı bir tartışma konusu. Öte taraftan Millet İttifakının oy aranı % 40’lar civarında. Yani ortada bir pata durumu söz konusu. Bazı partiler bunu kabul etmese de gerçek bu. Unutmayalım ki gündüz gerçeğe gözünü kapatan dünyayı sadece kendine gece yapar. Gerçek ise orada var olmaya devam eder. Gerçeğin böyle bir huyu var!
Bazen hırsları akıllarının önünde gidenler içinde bulundukları gerçeği göremezler. Altılı masadaki bazı partiler ya bilerek ya da bizim bilmediğimiz nedenlerle seçimi her türlü kazanırım rehaveti içinde. Ya da bunu diyenler (özellikle İyi Parti) bizim öyle bilmemizi istiyor. Bunun bir nedeni de HDP ile diyaloğun önünü kesmek olabilir.
Bazı partilerin kafalarının arkasında ne var bilmiyoruz tabi. Özellikle iyi parti cenahında şöyle bir duygu hâkim: Biz altı parti tek başımıza yeteriz hem bu gücümüzle iktidarı devirir hem cumhurbaşkanlığını kazanır hem de anayasayı deriştirecek çoğunluğa ulaşırız, diyorlar. Bana göre böyle bir düşünüş büyük bir yanılgıdır. Çünkü durum ortada ve bu rehavetle seçime gidilirse söz konusu tehlike gerçekleşebilir.
Pata durumunu aşmak için
Yukarıda bir pata durumundan bahsetmiştim. Bu pata durumunun düğümünü çözecek parti ise HDP ve Kürt seçmendir. Beğenin beğenmeyin, sevin sevmeyin, kabullenin ya da kabullenmeyin realite bu. Hal bu iken hala bu gerçeğe gözünü kapatıp dünyayı sadece kendine gece yapar ve karanlıkta yol yürüyüp menzile ulaşacağını sananlar yanılırlar. İş böyle giderse bu durum sadece onları kendi yanılgıları ile baş başa bırakmakla kalmaz, bu yanılgı aynı zamanda Türkiye’yi bir 20 yıl daha AKP’ye mahkum etmenin yolunu açar.
Bu düğümü çözmenin yolu cumhurbaşkanlığı seçimi için HDP ile diyaloga geçmektir. Hayır, ben HDP ile hiçbir koşulda bir araya gelmem demek Erdoğan’ın işini kolaylaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Bu işin matematik kısmı, işin bundan daha önemli olan bir de siyasi ve ahlaki kısmı da var. Siyasi kısmı şu, içinde Kürtlerin ve HDP’nin olmadığı yeni bir Türkiye nasıl olacak?
HDP denklemi
Bilindiği üzere İyi Parti MHP’den koptu CHP’nin desteği ile yol yürüdü ve bu günlere geldi. Aslına bakılırsa ayakta kalışını ve yükselişini CHP’ye borçlu. Eğer CHP geçtiğimiz seçimde İyi Parti’ye grup kuracak milletvekili vermeseydi bugün böyle bir İyi Parti’den bahsedilebilir miydiniz? Fakat İyi Parti bütün bunları bir kenara iterek kendine göre oyunlar kuruyor ve siyaseten iki büyük yanlışın içinde görünüyor. Birincisi şu: İçinde İyi Patinin de olduğu Millet İttifakı yeni Türkiye’yi kendilerinin inşa edeceğini söylüyor. Güzel, bu herkesin beklentisi. Peki sormak lazım bu yeni Türkiye içinde 6,5 milyon oy almış bir parti yok mu; etrafları, aile efratlarıyla nerden bakarsanız 15 milyon nüfusa tekabül eden bu kitle yeni Türkiye’nin dışında mı kalacaklar?
İyi Partiden bazı yöneticiler herkesi saf sayarak şöyle konuşuyorlar: Biz Kürt seçmenin, hatta HDP seçmenin oyuna talibiz onların seçmeni bize oy versin, biz parti yöneticilerini kastediyoruz. Peki şimdi soruyorum onlara, bir parti seçmeni ile kayım değil mi? Mesela İyi Parti’ye oy veren seçmen olmazsa bu partinin bir kıymeti harbiyesi olur mu? Bir parti seçmeni kadar büyük değil mi sonuçta. Ayrıca bir partinin seçmeni o partiye oy veriyorsa bu görüşlerini de benimsediği anlamına gelmez mi? O halde HDP sadece parti tüzel kişiliği ya da yöneticilerden ibaret değil, HDP denilince 6,5 milyon seçmen de akla gelir ve parti bir bütün olarak hepsinin toplamıdır ve HDP’nin özgül ağırlığı da zaten buradan geliyor.
Şimdi bir düşünelim; eğer HDP yüzde 13 değil de yüzde 3 oy alan bir parti olsaydı yine de bu kadar önemsenip üstünde durulur muydu? O halde partiyi seçmeninden ayrı tutmak mümkün değildir. HDP’yi var eden seçmenidir ve Türkiye’de partisine en çok bağlı olan siyasi bilince sahip seçmen kitlesi de bu partidedir. Buna rağmen hem o halkı ve o partiyi yok sayıp hem onlardan oy almayı sanmak saflık değilse kurnazlıktır. Toplumun artık bu kurnazlıklara karnı toktur. Kaldı ki eğer böyle düşünüyorsanız o zaman sizin MHP’den farkınız kalır mı?
Öfke ve kibir
Bir partiyi görüşlerinden ötürü eleştirebilirsiniz ama şöyle ol, böyle ol diye nizam veremezsiniz, bu ne siyasi etiğe sığar ne de teamüllere. Bir siyasi partiyi onun seçmeni küçültür ya da büyütür. Siz beğenmiyorsunuz diye o parti küçülmez. O da sizi beğenmiyor, ne olacak o zaman? Zaten Türkiye’yi bu noktaya getiren bu öfkeli kibirli dil ve hal değil mi? Aynı yol yönetmemeleri kullanacaksanız MHP’den AKP’den ne farkınız kalır?
Yanı sıra millet ittifakının da cumhur ittifakından ne farkı var diye soran seçmeni bir yol ayırımına sürüklediğinizin farkında mısınız? Bu bilinçli bir planın parçası değilse büyük bir aymazlıktır.
Ha benim tabanım ne der diye düşünüyorsanız, e canım parti kurumsal yapısı ve liderliği tabana kuyrukçuluk yapacağına taban liderin ve yönetimin izinden gitsin. Liderliğin bir görevi de tabanını doğru bildiği yönde dönüştürmek değil mi zaten? Bu siyasal değerlendirmelerin dışında matematiksel olarak da Millet İttifakının cumhurbaşkanlığı seçimini ve meclis çoğunluğunu kazanmak için de HDP’ye ihtiyacı var.
Sayıların dili
Her seçimin bir matematiği var. Bu seçimin de üç aşamada sayılara ihtiyacı olacak. Birincisi cumhurbaşkanını seçmek için, ikincisi parlamento çoğunluğunu kazanmak için; üçüncüsü ise geçiş sürecindeki yasalar için. Teker teker bakalım.
1. Cumhurbaşkanı seçimi için % 50+1 lazım değil mi? Bunu 6 parti tek başına sağlamıyorsa HDP’nin desteğine başvuracak. HDP zaten altlı masada olacağım demiyor. Eğer bir cumhurbaşkanı adayına oy vereceksek o adayın belirlenmesi sürecinde bizimle de bir diyalog kurulmalı diyor. Bu diyalog ve müzakere süreci açıkça kamuoyu önünde olmalı diyor. Bundan daha doğal ne olabilir. Hayır biz seni yok sayıyoruz ama sen gene de bizim gösterdiğimiz adaya çaktırmadan oy ver demek hangi mantığa ve izana sığar. Böyle bir bakış, böyle bir siyaset olur mu?
Kaldı ki cumhurbaşkanı adayı olacak kişi seçimi sorunsuz bir şekilde kazanmalı. Sorunsuz kazanmaktan kastım şu: Bu oran yüzde elli artı bir değil yüzde altmış olmalı. Geçmiş deneyimlerimiz bunu gösteriyor. Geçmişte AKP’nin seçimleri nasıl kazandığını biliyoruz, işine gelmediği seçimleri nasıl iptal ettiğini de. O halde fark, iptale ve hileye mahal vermeyecek oranda büyük olmalı. O yüzden kazanacak adayın % 60 oyla kazanmayı hedeflemesi gerekir diyoruz. Bu hem sorunsuz kazanmak için gerekli bir oran hem de meşruiyetin yüksek ve daha kapsayıcı olmasına delalet eder.
2. Sorunsuz geçiş süreci Ayrıca yasama organın etkili ve verimli çalışması için de mecliste çoğunluk sağlamaya ihtiyaç olacak. Nerden bakarsanız bakın bu seçimin ve hatta seçimden sonraki geçiş sürecinin anahtar partisi yine HDP’dir.
3. Anayasal değişiklik meselesi Muhalefet güçlendirilmiş parlamenter sözü ile seçimlere giriyor. Bu da sistem değişikliğini gerektirir. Sistem değişikliği ise anayasa değişikliğini gerektirir. Anayasa da iki şekilde ancak değişebilir: Bir, üçte iki çoğunlukla parlamento anayasayı değiştirilebilir. Bunun için en az 400 milletvekili gerekir. Mevcut tabloda altı partinin bu sayıya ulaşması olası görünmüyor. Geriye ikinci seçenek kalıyor. O da anayasa değişikliği için referanduma gitmektir. Bunun için de an az 360 sandalye gerekiyor. Bu sayıya da HDP olmaksızın ulaşılamaz.
Tekin’in yanıtı
Şimdi gelelim son günlerde kopartılan fırtınaya. Bir TV programında bir gazeteci CHP milletvekili Gürsel Tekin’e, seçimden sonra HDP’ye bakanlık verilebilir mi diye soruyor, o da verilebilir diyor. Vay sen misin bunu diyen diyerek Gürsel Tekine veryansın ediliyor, söylenmedik söz bırakılmıyor. Hani nerde kaldı demokratlığınız. Yeni Türkiye’yi bu mantıkla, bu yaklaşımla mı inşa edeceksiniz?
Bir milletvekili görüşünü samimi bir biçemde beyan edemez mi? Peki ettiği zaman siz hangi hakla ona had bildirmeye kalkıyorsunuz? Böyle bir anlayış böyle bir izan olur mu? Kaldı ki tecrübeli bir siyasetçi olan Gürsel Tekin kendi doğrusunu ortaya koyuyor. Sonunda gelinecek noktanın bu olduğunu görüyor ve söylüyor. Onun görüşlerini beğenmeyebilirsiniz ama öyle öfkeli kibirli bir tavır takınıp had bildirmeye kalkmanız sizi ele vermekten başka bir işe yaramaz. O da aynısını size yapsa ne olur; unutmayın, göze göz dünyayı kör eder. Oysa yeni bir Türkiye vaat edenler kamplaşmayı değil bütünleşmeyi öne çıkarmalı, insanlara sevgi ile yaklaşıp yeni Türkiye’ye dair umut ve güven vermeli. Keskin sirke ancak küpüne zarar verir. Bazı zararların ise telafisi yoktur.
Sonuç
Sonuç olarak şu söylenebilir: Bu seçim bir fırsat sunduğu gibi bir tehlike de barındırıyor ve ayrıca üçüncü bir seçenek olarak kazanarak kaybetmeyi de içeriyor. Fırsat AKP ve MHP’yi sandıkta hezimete uğratıp göndermektir. Tehlike ise altılı masanın dışındaki siyasi ve toplumsal güçleri dikkate almayıp kendi bindiği dalı kesip kazanılacak seçimi kaybetmektir.
Kazanarak kaybetmek ise daha vahimdir kanımca. Şöyle ki; AKP çok ağır bir yük bırakacak. Hem ekonomide hem dış politikada hem de içerde büyümüş siyasi meselelerde. Kurumlarda, kurallarda ve kadrolarda büyük bir değişim ihtiyacı olacak. Bunun için şimdiden değişimin yol haritaları hazır yapılmalı. 1. Seçim süreci. 2. Geçiş süreci. 3. Anayasa değişikliği süreci. Bu üç süreç iyi organize edilmezse, değişimin hızı, yönü ve niteliği iyice tespit edilmezse bu yükün altında kalındığında gelen gideni aratabilir. İşte bunun adı kazanarak kaybetmektir.
Toplum artık kaybetmek istemiyor. Kazanarak kaybetmek istenmiyorsa üç şey yapılmalı. Bir, seçimin kazanılması için en geniş iş birliği sağlanmalı. İki, acil çözüm bekleyen sorunların çözümüne dair programların ana hatları şimdiden belirlenmeli ve deklere edilmeli. 3. Bu işleri yapacak kadrolar netleşmeli. Ve en önemlisi demokratik özgür bir anayasa için çalışılmalıdır. Şimdi değişimin, şimdi demokratikleşmenin, şimdi barışın, şimdi kucaklaşmanın zamanıdır denerek ona göre yol yürünmeli…
Ahmet Özer kimdir?
Van’da doğdu, Van Atatürk Lisesi ikinci sınıf öğrencisiyken Hakkâri Lisesine sürgün oldu, 1977 yılında Diyarbakır Lisesinden mezun oldu. 1980’de Van Eğitim Enstitüsü’nü, 1986 yılında Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünü birincilikle bitirdi, aynı üniversitede Sosyoloji Bölümünde yan dal yaptı.
Hacettepe üniversitesinde “Sosyoloji”, Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde ise “Bilim ve Siyaset Felsefesi” alanında olmak üzere iki mastır yaptı. 1995 yılında Hacettepe Üniversitesinde Sosyoloji Doktoru unvanını aldı.
GAP Projesinde çalıştı. 1989 yılında hazırlanan meşhur Kürt Sorunu Raporu’na katkıda bulundu. Merkezi Diyarbakır’da olan “GAP Belediyeler Birliği’nin” kuruluşunu gerçekleştirdi, Genel Sekreterliğini ve Yönetim Kurulu üyeliğini yedi yıl yürüttü. Almanya, İtalya, İsrail, Filistin, Kazakistan ve Azerbaycan’da inceleme ve araştırmalarda bulunuldu, bu çalışmaları kitap olarak yayınlandı.
1997 yılında doktora sonrası ABD’nin sekiz eyaletinde demokrasi, insan hakları, başkanlık sistemi ve sosyolojik konularda araştırma ve incelemelerde bulundu ve bu çalışmalarını daha sonra profesörlük tezi olarak sundu. 1999 yılında Mersin Üniversitesinde Siyaset Bilimi doçenti oldu.
2001 yılında YÖK tarafından Isparta SDÜ’ne sürgün edildi, bir yıl sonra geri dönmeyi beklerken üniversite ile ilişiği kesildi. YÖK aleyhine açtığı davayı 2004 yılında kazandı, tekrar üniversiteye geri döndü.
Milliyet, Radikal, Özgür Gündem, Cumhuriyet gibi gazetelerde yazı ve makaleleri yayınlandı. Birçok ulusal ve uluslararası toplantı tertipledi, kongre ve sempozyumun düzenleme kurulu başkanlığını yaptı. Bugüne kadar yayınlanmış 150 ulusal ve uluslararası bilimsel makalesi, 350 civarında bildirisi ve 36 adet kitabı bulunuyor. Çok sayıda ödülü bulunan Özer, dört dil biliyor.