TTB İnsan Hakları Kolu, TİHV ve İHD deprem bölgesinden gelen şiddet ve işkence iddialarıyla ilgili ortak bir açıklama yaptı. Açıklamada, işkencenin istisnasız bir yasak olduğu hatırlatıldı.
6 Şubat 2023 tarihinde Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde meydana gelen ve çok sayıda ilde büyük yıkıma neden olan depremlerin ardından “yağma ve talan” iddiasıyla gerçekleşen işkence linçlere tepkiler gelmeye devam ediyor. Türk Tabipleri Birliği (TTB) İnsan Hakları Kolu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) deprem bölgesinden gelen şiddet ve işkence iddialarıyla ilgili ortak bir açıklama yaptı.
‘Deprem kendi başına insan hakları ihlalidir’
Depremi kendi başına ağır insan hakları ihlali olarak değerlendirmek gerektiği belirtilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
Depremin yol açtığı tüm sorunlarla mücadele ederken sadece siyasal iktidarın değil toplumun da yol gösterici kılavuzu insan hakları bakış açısı olmalıdır.
Maalesef son birkaç gündür deprem bölgesinden dehşet verici insan hakları ihlalleri haberleri gelmeye başladı. Özellikle de sosyal medyada paylaşılan, teyit edilmeye muhtaç birtakım şiddet ve işkence görüntülerini dehşet içinde izliyoruz. Bilhassa siyasal otoritenin OHAL ilanını “fitne fesat grupları”na ve “yağmacılar”a engel olma gerekçesiyle savunan ifadelerinden sonra bu tür ihlal iddia ve haberlerinde görülen artış, oldukça düşündürücüdür.
Her toplumda böylesi büyük kaosa yol açan olağanüstü durumlarda, koşullardan yararlanarak çıkar sağlamaya çalışan kötü niyetli kişi ve gruplar var olabilir. Elbette bunlarla mücadele edilmeli, verdikleri zararı en aza indirmeye yönelik tedbirler alınmalıdır. Ancak tedbirler alınırken yukarıda da belirttiğimiz gibi herkesin kılavuzu insan hakları ilke ve değerleri olmalıdır.
‘Öfke yanlış hedeflere yöneltiliyor’
Ne var ki, geliştirilen güvenlik tedbirlerinin ve özensiz suçlama dilinin hızla ayrımcılığa, nefret söylemine işkence ve diğer kötü muameleye varan şiddete dönüştüğünü endişe ile izliyoruz. Bu gelişmeler bugün en fazla ihtiyaç duyduğumuz şeyi, yaraları sarmanın tek çaresi olan toplumsal dayanışmayı doğrudan tahrip etmektedir. Tüm gösterişli ve iddialı söylemlere karşın kamusal gücün yetersiz kalması nedeniyle destek ve yardım çalışmalarının gecikmesi, bunun da can kaybını arttırması sonucu toplumda oluşan haklı öfkenin yanlış hedeflere yöneltilerek, bizzat deprem mağduru sığınmacı ve mültecilere yönelik nefret suçlarının işlenmesi, somut kanıta ve bilgiye dayanmadan birtakım insanların yağmacı ilan edilmesi, hukukun işletilmeyip, işkence ve diğer kötü muamele boyutunda şiddete başvurulması hiçbir şekilde kabul edilemez.
‘İşkencenin normalleşmesine hizmet etmemek gerekiyor’
Düzeni ve adaleti sağlamayı sokağın hıncına bırakan ve bu hınca izin veren tutumlar, öncelikle hukuk devletinin inkârı anlamına gelir. Halkın haksızlıklar karşısındaki öfkesinin bir cezalandırma pratiğine dönüşmesine izin vermemek kamu gücünün görevidir. Ayrıca belirtmek isteriz ki, siyasi aktörler ve medyanın da linç ve işkencenin normalleşmesine hizmet etmemek, tersine insan onuruna sahip çıkmak sorumlulukları vardır.
Çok iyi bilindiği gibi evrensel insan hakları hukuku, işkence ve diğer kötü muameleyi insanlığa karşı suç olarak kabul eder ve mutlak olarak yasaklar. Ağır bir insanlık dramı yaşadığımız şu günlerde insanlık suçunu normalleştirmeyi ve acıyı araçsallaştırarak acı çektirmeyi deprem siyaseti haline getirmenin kendisi, bizzat insanlığa ve topluma karşı suç niteliğindedir.
‘Süreci yakından takip edeceğiz’
Dün akşam itibariyle işkence ve kötü muamele sonucu yaşam hakkı ihlali olduğu bilgisi dahil, her türlü ihlal iddiası ve haberleri karşısında evrensel yaklaşımı yetkililere ve tüm topluma bir kez daha hatırlatmayı görev ve sorumluluk biliyoruz. İşkence sonucu ölüm iddiasının derhal etkin bir şekilde soruşturulması ve sorumluların yargı önüne çıkarılması konusunda süreci yakından takip edeceğimizi de ayrıca belirtmek isteriz.
Ne ile suçlanırsa suçlansın, hiç kimseye işkence ve kötü muamele yapılamayacağını, bunun Türkiye’nin de altına imza attığı uluslararası sözleşme ve belgelerde mutlak olarak yasaklandığını özellikle hatırlatmak isteriz.
Herhangi bir suç işlediği iddiasında bulunulan kişiler hakkında Anayasa ve yasalar çerçevesinde ne gerekiyorsa tüm hukuki işlemler yapılmalı, bu kişiler adil biçimde yargılanmalı ve yasaların öngördüğü biçimde mutlaka cezalandırılmalıdırlar. Ancak, iddia edilen suçun tüm ağırlığına rağmen hiç kimse evrensel hukukun mutlak şekilde yasakladığı işkence ve kötü muameleye maruz bırakılamaz.
Yetkilileri, BM İşkenceye Karşı Komite’nin (UNCAT) uyarı ve hatırlatması çerçevesinde Türkiye’nin kabul ettiği evrensel hukukun yükümlülüklerini yerine getirmeye ve insan haklarına saygıyı korumaya davet ediyoruz.
Öncelikle;
- Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları en üst düzeyde siyasi otorite tarafından derhal kamu önünde net ve kesin bir şekilde kınanmalı, bu tür fiillerin cezasız bırakılmayacağı güvencesini verilmelidir.
- İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
- İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
- Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
- Olağanüstü hal ilan edilen yerlerde gözaltı süresini dört günden yedi güne uzatılmasını sağlayan 11 Şubat 2023 tarihli Cumhurbaşkanı Kararnamesi derhal geri çekilmelidir.
- OHAL ilanından derhal vazgeçilmelidir.
Sonuç olarak, yaşanan işkence ve diğer kötü muamelelerin tespit ve belgelenmesi, onarım ve hukuki süreçlerinde etkin görevimizi kararlılıkla sürdüreceğimizi bir kez daha yineliyor, işkence ve kötü muameleye maruz kalanların kurumlarımıza başvurabileceklerini hatırlatmak istiyoruz.