“Gezi-Haziran İsyanı” davası, 25 Nisan 2022 tarihinde iktidarın doğrudan siyasi bir hamlesi ile tamamlandı. İsyanın tüm katılımcıları-bizler adına tutuksuz yargılananlara 18 yıl, Kavala’ya da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verildi. Tutuksuz yargılanan dostlarımız duruşma salonundan hapishanenin soğuk duvarları arasına gönderilip, infaz aynı gün başlatıldı. Türkiye’de faşizmin, 21. yüzyıl faşizminin yaşanıyor olduğunun kanıtıyla bir defa daha yüzleştik.
Ne oluyor? Evet, iktidarın başından beri “Gezi-Haziran İsyanı” üzerinden toplumu bölme, katılımcıları ötekileştirme girişimlerinde bulunmuş, dönemin başbakanı miting meydanlarında isyancıları yuhalatmış, ancak başaramamıştı. O dönemde koalisyon ortağı tarafından aldatıldığını iddia etmiş ve aralarındaki iç çekişme açık kavgaya ve tasfiyeye dönüşmüştü. Öyle ki; üç yılın sonunda önce bir asker kalkışması, hemen haftasında da bu bahane edilerek, anayasa darbesi gerçekleşti. Kalkışmanın siyasi ayağı yedi yıla yaklaşan bir süreye rağmen “ortada yok”.
İktidar, bu olaylar ve hemen sonrasında ilan edilen OHAL ile ülkeyi ve partisini yönetebilmek için kısa bir dönem için konsolidasyon sağlayıp, bazı adımlar atabilmiş olsa da rıza araçlarını yitirdi. Etnik kimlik, inanç, yaşam biçimi vb. üzerinden ötekileştirdiklerini hedef tahtasına koyup kolayca gündem değiştirebilen iktidar, bir süreden beri bunu yapamıyor. Kaybettiği belediyeler ve ekonomik çöküş, parti üzerinden organize ettiği “sosyal yardım” ağını da sekteye uğratınca durumu daha da zorlaştı. Eli, kolu bağlandı.
Ancak, sınır ötesi operasyonlarda, HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında, Kobane davasında vb. iktidar ile birlikte hizalanan muhalefet, toplumsal muhalefetin yükselmesi, kitleselleşebilmesi önünde bireysel yürüyüşlerle, salon toplantılarıyla neredeyse duvar ören muhalefet seçim zamanı geldiğinde, seçmenin hoşnutsuzlukları nedeniyle, oyların büyük çoğunluğunu alıp hükümetin değişeceğine inanıyor. Oysa, iktidar bütün olanaklarıyla varlığını sürdürmeye çabalıyor. Yaptıklarının meşru, yasal, demokratik olup olmadığıyla ilgili en küçük bir tasa taşımadan tutumuna fütursuzca devam ediyor.
Samsun’un Bafra ilçesinde avukatlık yaparken, önce AKP ilçe yöneticisi, sonra milletvekili aday adayı (aday bile yapılmamış) daha sonra da hakim olan bir kişinin de içinde bulunduğu mahkeme heyeti “Gezi-Haziran İsyanı” davasında yargılanan herkese hapis cezası verdi. Bununla birlikte, gerekçesi her ne olursa olsun, mahkeme heyetinden bir hakimin, böylesi bir ortamda “eldeki deliller ceza verebilecek hiçbir kanıt oluşturmuyor” bağlamındaki çok açık ve net şerhini koymuş olmasını da dikkate almalıyız.
Peki muhalefet nerede? Millet ittifakı, sadece demokratik bir tutum alabilecek mi? “Mahkeme kararı hukuki değil, siyasidir. Tanımıyoruz” diyebilecek mi? “Gezi-Haziran İsyanı” döneminde AKP kadrolarındayken bugün iki ayrı muhalefet partisinde olanlar “Gezi-Haziran İsyanı kökü dışarda bir kışkırtma değildi, hükümeti yıkma teşebbüsü değildi, talepleri karşılanmayan Türkiye halklarının bir isyanıydı” diyebilecekler mi? Bugün bunları yapıp, söylemeyenlerden de bunlarla yol yürüyenlerden de bu iktidara karşı muhalefet olmaz. Olamaz.
İktidar, bu kararıyla yeni bir döneme adım attı. Eğer gereken yanıt verilemezse bu koşullar da kalıcılaşacak. Adalet ve özgürlük, ülkede günlük hayattan tamamen silinmiş olan iki tarihsel kavrama dönüşecek. İktidar, baskın/erken seçimi de arzu ettiğine en uygun koşullarda gerçekleştirebilecek.
Türkiye’nin sosyalist, sol partilerinin, demokratik kitle örgütlerinin, sendikalarının, organik aydınlarının zaten önünde duran “üçüncü seçenek” inşasının gerekliliği daha da ivedi hale geldi. Bu mahkeme kararını yalnızca yapılar olarak değil, 14 yıl önce tüm barışçıl eylemlerle, Taksim Gezi Parkı’nın yerine AVM inşaatını engelleyip kazanan “Gezi-Haziran İsyanı”nı yaşayan ve yaşatanların da katılacağı bir süreci ilmek ilmek örmek gerekiyor. Çağlayan Adliyesi’nde, 25 Nisan’da yeniden yükselmeye başlayan “hayır”ın-“isyan”ın kimseye mağduriyet yaratmayacağını, aksine insan kalabilmemiz için belki de son olanaklardan en önemlisi olduğunu paylaşabilmek gerekiyor.
Bugünlerde yeniden görünür hale gelen “hayır”ın-“isyan”ın; atılacak adımlarda şiddeti reddeden ve yaşanmaması için açık çaba gösteren hatta bunu ilan eden barışçıl eylem programlarıyla toplumun tüm kesimlerini adım adım kapsayabilecek biçimde planlanması ve önceden duyurulacak programlarla aşama aşama hayata geçirilmesi gerekiyor. Yıllarca önce resmi rakamlara göre2,5 milyondan fazla insanın katılımıyla 79 ile yayılan “isyan” halinin günümüzde bunu da aşabileceği görülerek adımların atılması gerekiyor.
Eşitlikçi, özgür, demokratik, barış içinde bir toplumsal yaşantı ile yoksul, yoksun, hukuksuz, adaletsiz, dinci ve gerici bir toplum ikilemi ile karşı karşıyayız. Üçüncü seçenek, Taksim Dayanışmayı da kapsayarak kendini bir defa çok somut bir olguyla adeta dayatıyor. Bizim gördüğümüzü yılların tecrübeli yapılarının, akıllarının da görmüş olduğundan şüphe duymuyoruz.