2009 yılında Devlet ve PKK, Norveç’in başkenti Oslo’da görüşmeye başladılar. AKP iktidarının, Kürt Sorunu’nun çözümüne dair attığı ilk adım buydu. Aynı yıl Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile 34 kişilik ‘Barış Elçisi’ diye adlandırılan grup Habur’dan giriş yaptı. 14 Şubat 2013 tarihinde ise BDP heyetinin ikinci kez İmralı’ya gidip gelmesinden sonra, Başbakan Erdoğan bu trafiğe ‘Çözüm Süreci’ denilmesi gerektiği belirtti. Böylece Erdoğan’ın “Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımıyorum” dediği 16 Temmuz 2015 tarihine kadar çözüme yönelik gelişmelere şahitlik ettik.
Çözüm süreci niye bitti?
Çözüm süreci devam ederken, Özgür Gündem Gazetesi’nde olan biteni değerlendiren yazılar yazıyordum. 14.09.2013 tarihli yazımda “Barış görüşmeleri, tarafların eşit müzakere koşulları ile yürütülür. Çatışmalara neden olan haksızlıkların giderilmesi için görüşülür. Bu görüşmelerde samimiyet önemlidir ve sorunun çözümüne karar verilirken oy kaygısı değil, ülkenin geleceği esas alınır. Düzenli orduya karşı gerilla mücadelesi veren tarafın ülke dışına çekilmesine gerek yoktur. Böyle bir pratik de dünya tarihinde bulunmamaktadır. Görüşmeler şeffaf bir şekilde yürütülür, kamuoyu süreç hakkında bilgilendirilir. İki tarafın kullandığı dil, sürecin ruhuna uygun bir şekle evrilir. Düşman, terörist gibi kavramlar kırmızı renkle işaretlenir ve rafa kaldırılır. Karşılıklı rehin alınanlar, iyi niyete delalet olsun diye serbest bırakılır.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin, bunlardan hangisini bu görüşmelerde yaşıyoruz? Bazı iyimser insanlar, çözümden dönüşün mümkün olmadığını söylüyorlar. Bakın bu günlerde Kolombiya’da da barış görüşmeleri yapılıyor. Kaçıncı kez masaya oturuyorlar biliyor musunuz? Her masadan sonuçsuz kalkılmasında tekrar savaşa dönüldü ve insanlar ölmeye devam etti. Üstelik bizde, sınır dışına çekilmeden bir şey başlamaz denilirken, Kolombiya Devlet Başkanı Santos “Barış görüşmeleri sonuçlanana kadar kimse FARC’dan silah bırakmasını bekleyemez” dedi. Ve aynı Santos medya önünde FARC komutanlarıyla süreci müzakere ediyor. Kimse Kolombiya başka Türkiye başka demesin. Kolombiya Türkiye’den de daha kötü tecrübeler yaşamış, CIA laboratuvarı haline getirilmiş bir ülke.
12.01.2013 tarihli ‘Barış mı, Sri Lanka Modeli mi?’ başlıklı yazımda ise “Ve benim daha kötü bir senaryom var. Barış görüşmeleri sürdükçe, buna paralel Kürtlere karşı suikastler devam ettikçe ve o suikastler aydınlanmadıkça, süreç işlemez. Gün gelir, iktidar da ben barış için çabaladım olmadı o zaman savaşa devam, der. Ve birçok kişinin hevesle beklediği Sri Lanka modeline geçmek gibi bir çılgınlığa girişilebilir. Nitekim Sri Lanka’da iktidar bir yandan barış görüşmeleri yapıyor gibi davranıyor, öbür yandan suikastlere devam ediyordu. Barış masası çöktüğünde de gördünüz bunların barışmaya niyeti yok deyip soykırıma girişmişlerdi. Aklıma böyle bir ihtimal gelmiyor değil. Böyle bir hesap varsa, şimdiden vazgeçsinler. Barış ihtimaline tutunmak istiyoruz. Elbette bu süreci baltalamaya çalışan birçok odak ortaya çıkabilir. Hükümet bu durumda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirirse, yaşanabilecek cinayetleri aydınlatmaya çalışırsa o zaman barış ihtimaline tutunduğumuz gibi, barışın olacağına dair inancımız da gelişir.” demiştim.
Bunlara benzer onlarca yazı yazdım. Çözüm masasının ayakları sağlam değildi ve günü geldiğinde o masanın yıkılacağı en azından benim açımdan çok belliydi. Çünkü çözüm, Yaklaşık 40 yıl boyunca birbiri ile savaşmış, ölmüş ve öldürmüş iki tarafın, hadi oturalım ve sorunu çözelim naifliğine sığacak bir duruma tekabül etmiyordu. Defalarca yazdık. Bu tür sorunların çözümü, üçüncü göz dediğimiz farklı ülke ve kurumların hakemliğinde görüşülür, müzakere edilir. Bu durumda mevcut sorun, dünyanın gündemine taşınmış olur ve çözümü için uluslararası kamuoyu oluşur. Masaya oturan taraflar, canı sıkılınca o masayı deviremez. Kendilerine bir maliyeti olur. Görüşmeler ilk başladığında, gözlemci devletlerin eksikliğini yazdık. AKP iktidarı diyeceğimiz devlet, böyle bir şeye karşı olduğunu kalın cümlelerle belirtti. Kürt tarafının da bu konuda çok ısrarcı olduğunu (en azından ben bilmiyorum) söyleyemeyeceğim. İş daha çok, bu toprakların insanları olarak biz çözelim, başkası bizi anlamaz, süreci sabote eder retoriğine indirgendi. Bu tehlikeli bir retorikti. Devlet böyle istedi, Kürt tarafı da çözümden kaçmadığımızı görsünler yaklaşımı ile fazla ses etmedi. İsteyenin, istediği zaman masayı devireceği bir süreç böylece başlamış oldu.
Devletin niye gözlemci heyet istemediği sonradan anlaşıldı. Zamanı geldiğinde, kat edilen bütün mesafeyi bir sözü ile yok etti. Medya gücünü de arkasına alarak, “Bunlar barıştan anlamıyor, bakın görüştük ama bizi kandırdılar” sözlerini kamuoyunun üzerine boca ettiler. Kürt tarafı istediği kadar, “Biz çözümden kaçmadık, Dolmabahçe Mutabakatı’na kadar geldik ama Erdoğan süreci sabote etti” desinler. Devlet de biliyordu bir üçüncü göz olduğunda, bu işlerin böyle kolay sonlandırılmayacağını. AKP ve Erdoğan iktidarı hep pragmatist oldu. Zamana ve şartlara bağlı olarak sağa sola esneyebilen bir yapıydı. Hangi saikle Çözüm Süreci’ne başlamış olursa olsun, en nihayetinde kâr-zarar hesabıyla süreci yönetti. Bu süreci oya çeviremediğinde de hadi bana eyvallah dedi.
Yeni bir süreç başlar mı?
İki gün sonra yeni bir seçime gidiyoruz. Büyük ihtimalle Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı seçilecek. Yeni bir parlamento denklemi olacak. Doğal olarak da ‘Yeni bir çözüm süreci başlayacak mı?’ beklentisi Kürtler açısından oluşmuş durumda. Hatta kulislere yansıyan bilgiler, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın da yeni sürecin devletle-iktidarla iletişimi kuracak ekibin parçaları olacağı yönünde. Kılıçdaroğlu, başından beri süreci parlamento çatısı altında götürmekten bahsediyordu. Şu anda ise genel bir özgürlük ve demokrasi kavramından bahsediyor. Kürt Sorunu’nun çözümünü hapisteki Kürt siyasetçiler ve kayyumların iptali çerçevesinin dışına taşırmadı. Niyet okumak bu süreçte doğru olmayabilir ama en azından kapıyı açık bırakmaya sıcak bakıyor. Yine de AKP ile yürütülen süreçte bir daha gördük ki Kürt Sorunu’nun çözümü devasa katmanlardan oluşuyor. Mesela yeni iktidarın Rojava politikası ne olacak? İlginçtir ki Neo Osmanlıcılığın düşünsel mimarı Cengiz Çandar YSP’de siyaset yapacak. Neo Osmanlıcılığı hayata geçirmeye çalışan Ahmet Davutoğlu ise Cumhurbaşkanı Yardımcı olacak. Bir çözüm sürecinin başlaması durumunda, her ikisinin de Neo Osmanlıcılık hayallerinden vazgeçmesi gerekecek. Öbür yandan, yeni iktidarın en önemli bileşenlerinden biri de Meral Akşener olacak. Her konuşmasında, AKP’ye teröristlerle iş tuttun diye yüklenip, güya siyaset yapıyor. Daha ötesi CHP bir bütün olarak, tarihin herhangi bir diliminde devlet adına esneklik göstermemiş bir parti. Alıntı yaptığım eski yazılarımda belirttiğim gibi, Kürt Sorunu’nun çözümü için partilerin öğretilmiş ezberlerden bir kopuşu da gerçekleştirmeleri gerekir. Belki de en zoru bu.
Kürtlerin çözümden anladığı şey ile AKP ve Erdoğan iktidarının anladığı şey ne kadar farklıydıysa, emin olun yeni iktidarı oluşturan blokun çözüm sürecinden anladığı şey de yine Kürtlerin beklentilerinden çok farklı olacak. Buna hazır olmalı demokrasi güçleri. Dilim varmıyor yazmaya ama yine de tarihe not düşmek adına belirtmeliyim ki en azından yakın ve orta bir zamanda yeni bir süreç başlamayacaktır.
Ne yapmalı?
Peki, seçime giderken ne yapmalı? Kuşkusuz bu tek adamlığa dayanan iktidar mutlaka gitmeli. Demokrasi ve özgürlükler adına verebilecekleri bir şey olmadığını MHP+BBP+HÜDA PAR ile yaptıkları Türk-İslam sentezci ittifak ile gösterdiler. Yeni bir iktidar yeni parametreler ortaya çıkarır. Kartlar yeniden dağıtılır. Bu bile mevcutların gitmesi için yeterli bir nedendir. Görece bir örgütlenme, rahat siyaset yapma olanağı, hapisteki Kürt siyasetçilerinin ve demokratların özgürlüklerine kavuşması, kayyumların iptali önemli kazanımlar olacaktır. Yeni denklemde Kürtler kendi gücüne yaslanıp, seçimlerden ne kadar güçlü çıkarsa, çözüm sürecinin yolunu açma konusunda da daha zorlayıcı olabilirler. Yoksa mesele Çandar, Cemal meselesi değildir. O yüzden bir oy Yeşil Sol Parti’ye, bir oy Kemal Kılıçdaroğlu’na.
Doğan Durgun kimdir?
İzmir 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Şiir ve denemeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Uzun yıllar Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarlığı yaptı, Sanat ve Hayat Dergisi, Esmer gibi edebiyat-sanat dergilerinin yazar kadrosunda yer aldı. Kolektif kitaplara yazıları ile katkıda bulundu. İnsan Hakları Derneği’nde yöneticilik yaptı. Mali müşavir, bağımsız denetçi olarak çalıştı.