“Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? [1]
“Ne yapmalı?” sorusu kadim bir soru, belki de insan var olduğundan bu yana başı sıkışan, zor durumda olan, çıkış yolları arayan herkesin sorduğu bir soru. Umutsuzluğu umuda çeviren, yok olanı var eden, yeni yollar için çatlaklar açan bir soru bu… Toplumsal veya özel zor anlarımızda hangimiz sormadık ki bu soruyu?
Lenin kült kitabı Ne Yapmalı?’nın önsözünde, bu kitabı yazmaktaki asıl amacının 1901 yılında yazdığı Nereden Başlamalı? makalesinde ortaya attığı görüşleri her yönden geliştirmek olduğunu açıklar. En geniş işçi kitleleri ve otokrasiden hoşnutsuzluk duyan bütün kesimlerle bağlantılar kurmak ve devrim için çok büyük önem taşıyan bağları sağlamlaştırmak için birbirini izleyen bu iki varoluşsal soru ile yola çıkar.
Yirmi yıllık kötü yönetimin ülkeyi tüm kurumlarıyla çürüttüğü, demokrasinin olmazsa olmazı hukukun askıya alındığı, gazetecilerin ve politikacıların yoktan nedenlerle hapsedildiği, iktidardan farklı düşünen herkesin terörist ilan edildiği, derin yoksulluk denilen bir kavramla tanıştığımız, eğitimdeki eşitsizliklerin artması bir yana anaokullarının Kuran kurslarından farksız hale getirildiği, üniversitelerin hem kelimenin gerçek anlamıyla hem metaforik olarak içinin boşaltıldığı, ilkokuldan liseye eğitimin eğitim olmaktan çıkarılıp politize edilerek beyin yıkama aracına dönüştürüldüğü, işçi ölümleri, kadın cinayetleri, sağlıkta şiddet ve beyin göçü sayılarında rekorlar kırıldığı bu dönemde, 11 ilimizi etkileyen deprem felaketi ve sonrasında yaşananlar, yaşanmakta olanlar sanırım her birimize bu iki soruyu sormayı zorunlu hale getiriyor.
Kimimiz bu zorunluluktan kaçıyor, kendi akvaryumu içinde, sosyal medya dünyasında kurduğu sanal bir gerçeklikte “pırıltılı” bir hayat yaşamayı tercih ediyor… Kimimiz böylesine büyük ve çok katmanlı sorunları sanal imza kampanyalarıyla çözemeyeceğimizi görerek, sorunların çözümüne fiziksel varlığımızla nasıl katkı verebileceğimiz üzerine düşünüyor, konfor alanlarından çıkarak yapabileceklerinin, yapılabileceklerin alanını genişletmeye, yeni yol arayışlarına destek olmaya çalışıyor.
Hayat bu, bir kez yaşanıyor, kimimiz öyle kimimiz böyle yaşıyoruz işte… Neyse benim sözüm ikincilere onlardan öyle çok şey öğreniyorum ki hele de 6 Şubat depremi sonrası…
Son üç ayda beş kez farklı sürelerle gittiğim ve depremle yedinci büyük yıkımını yaşayan şehrimde, Antakya’da ve Samandağ’da o kadim “ne yapmalı?” sorusunu sormanın, ardından örgütlü bir gönüllülüğün, dayanışmanın nasıl mucizeler yaratabileceğini, tanıklıkların, yaşanan kayıpların acılarına merhem olabilmenin insanlarda nasıl bir kararlılık ve inanç yarattığını gördüm, bu süreçte karşılaştığım yoldaş olduğum herkesten çok şey öğrendim, zenginleştim…
Aslında bir de üçüncü bir grup var; depremden ve sonrasında yaşananlardan bölge insanları kadar etkilenen, üzülen, bir şeyler yapmaya çalışan, ama ne yapacağını bilememenin çaresizliğini, sıkıntısını yaşayan insanlardan, dostlardan söz etmemek haksızlık olur. Ben onlara “ne yapmalı?” sorusunu sormalarını öneririm. Bu soruyu aynı dert nedeniyle, bölge insanlarının, doğanın, kentlerin yaralarını onarmak için sorduğunuzda, depremin bölgede yarattığı barınma, içecek su ve gıda ihtiyacı, eğitim, ekoloji, tarım ve hayvancılık alanlarındaki sorunlar gibi birçok meselede mutlaka ortaklaşabileceğiniz, dayanışabilip küçük veya büyük ama gerçek anlamda katkıda bulunabileceğiniz çok önemli ve değerli bir çalışmanın içinde bulabiliyorsunuz kendinizi. En azından benim için böyle oldu diyebilirim.
Yazıma kadim bir soruyla başladım ve gene hiç eskimeyecek bir sözle, Sokrates’in ünlü deyişiyle bitireyim; “Sorgulanmamış hayat yaşamaya değmez.” Sokrates çok haklı; “ne yapmalı?” sorusunun yanıtını ararken ister istemez kendi var oluşunuzu ve hayatınızı da sorguluyorsunuz… Ve işte o zaman hayatın size en karanlık zamanlarda bile bin bir renkte farklı seçenekler sunduğunu görebiliyorsunuz…