Abdulmelik Ş. Bekir
Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan geçen hafta HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı kastederek PKK Lideri Öcalan’a hesap vereceğini söyledi. Bir anda ülkenin gündemi olan Erdoğan’ın sözlerinin ne anlama geldiğine ilişkin birçok şey söylendi. Öcalan-Demirtaş çatışması çıkaranları mı dersin, Öcalan ile İmralı’da görüşme senaryoları mı dersin, Öcalan’ın yeni mektup bekleyenler mi dersin, herkes bol soru işaretli temennilerini yazdı, çizdi. Ancak sorulması gereken soru her ne hikmetse bir türlü ne soruldu ne de değerlendirildi. Senaryolara ilişkin söyleyeceğim var ancak öncelikle sorulmayan soruya yapılmayan değerlendirmeye değinelim.
Ne mi o soru ve değerlendirme? Amiyane deyimle söyleyecek olursa, “Bayram değil seyran değil, eniştem beni niye öptü?” sorusudur. Evet, durup dururken Erdoğan neden Öcalan’a ihtiyaç duydu. Yedi yıldır ağır bir tecritte tuttuğu, dışarıya bir cümlesinin dahi yansımasına izin vermediği Öcalan’ı neden gündeme getirdi? Bir yandan mütemadiyen Öcalan ve hareketini bitirdiğini ilan ederken öte yandan neden dönüp dolaşıp Öcalan’a müracaat ediyor?
Sorunun cevabı çok basit. Zira yedi yıldır devletin tüm olanakları kullanılarak ve en nihayetinden tüketilerek sürdürülen politikalar iflas etti, yenilgiye uğradı. Kuşkusuz yenilginin bir faturası oldu. Ülke hücrelerine kadar kutuplaştı, ekonomi içinden çıkılmaz bir krize girdi, yetmiş sent için el açılmadık ülke kalmadı. Ekonomiye ilişkin atılan her adım diğerini aratır hale geldi. İktidar ne kadar hile yaparsa yapsın sürekli eriyen oylarla sandıktan çıkmayacağı gün gibi açığa çıktı.
Ortadoğu, Doğu Akdeniz ve Libya’da gemi karaya oturdu. ABD ve Rusya’ya karşı düşünülen denge siyaseti derin bir bağımlılık ve çıkmaza dönüştü. Elinde denetimini yitirmiş, yoksulluk ve yoksunlukla boğuşan, eğitimden tutalım adalete, sağlık ve ekonomiye kadar kurum ve kuralları berhava edilmiş, dış politikada tecrit olmuş yönetilemeyen bir ülke kaldı. Hırsızlığın, rüşvetin, yalanın, riyanın normalleştiği ahlaki çürüme ve çöküntüyü Erdoğan bile görür oldu. Ve işin en vahim hali ne Erdoğan’ın, ne de iç ve dış ortaklarının bir çözümü var.
Bundan dolayıdır ki; Erdoğan artık her gün ayrı bir telden çalıyor. Kendisine yönelik darbenin finansörü ve destekçisi olarak suçladığı Körfez kral ve emirliklerine dönüyor olmuyor, Rusya’ya koşuyor olmuyor, ABD’ye dönüyor olmuyor. Son olarak elinin tersiyle ittiği AB tam üyelik söylemine sarıldı. Kurum ve kurallarını tanımadığı AB’ye tam üyelik iradelerinin tam olduğunu açıkladı. Ancak artık hiç kimse Erdoğan’ın istikrarsız politikalarına prim vermiyor. Tutunacak bir dal, sığınacak bir liman arıyor.
İşte durup dururken Erdoğan’ın uzun süredir bitirdiğini ilan ettiği Öcalan’a müracaat ediyor. Zira yedi yıllık şiddet politikalarına rağmen Öcalan’ı esas alan Kürt siyaseti dip diri ayakta duruyor. Kürtlerin bulunduğu her alana siyasi ve askeri operasyonlar yapıldı. On binlercesi gözaltına alındı, binlercesi tutuklandı, örgütlenme alanları kapatıldı, siyaset yolları tıkatıldı, dokunulmazlıklar kaldırıldı, kayyımlar atandı ancak baş eğdirilemedi, diz çöktürülemedi. Aksine adaletsizlik karşısında daha fazla direndi, mücadele etti.
Yenilmek, bitmek, tükenmek bir yana, uyguladığı basit bir stratejiyle yerel seçimlerde Erdoğan’a unutamayacağı politik bir ders verdi. Ve şimdi Erdoğan’ın yenilgisinin anahtarını elinde tutuyor. Tabiri caizse konumu oldukça muktedir. Erdoğan’ın dönüp dolaşıp İmralı’dan bahsetmesinin altında bu “muktedir olma” durumu yatıyor. Son açıklamalarının kıymeti harbiyesi kaderini belirleyecek olan “muktedir eldeki” anahtarı almaktır. Peki alabilir mi?
İmkansıza yakın. Zira muktedir olmak tesadüflerin eseri değil. Dünya ve Ortadoğu siyasetini, Türkiye’nin ahvalini tarihi, siyasi, kültürel ve toplumsal olarak iyi bilme ve iyi icra etmenin sonucudur. Bu yönüyle siyaset okuması iktidarından da muhalefetinden de çok daha ileridir. Yedi yıl tek söz etmeden, her seferinden kendinden söz ettirmek kendiliğinden olmuyor. Bu bağlamda “anahtarı” İmralı’dan gelmesi temenni edilen mektup olarak düşünerek yazının başında ifade edilen senaryolara bakalım.
Gerçekten de Erdoğan’ın söylediği ve iktidar yandaşı ve karşıtı basının köpürttüğü, okuduğu gibi Öcalan ve Demirtaş arasında bir çatışma var mı? Kürt siyasetini okuduğum ve takip ettiğim (ki yakından takip ediyorum) kadarıyla böyle bir çatışmanın olması bir yana, olasılık dahilinde bile değildir. Bu okumaların yapılmasının iki nedeni var. Birincisi iktidarın ve bağlı bulunan basının politik tercihidir. Çokça denendiği ve her seferinde sonuçsuz kaldığı için temenni olarak ifade ettim. İkincisi ise kendini, muhalif olarak konumlandıran kesimlerin aslında sürekli, “kardeşiz” dedikleri Kürtleri hiç tanımamalarıdır.
Kürt hareketinin ve dahi halkının tarihini, işleyişini, mevcut politik duruşunu ve gündemini az bir az okuyan ve bilen herkes bu senaryonun temenniden öte olmadığını bilir. Bırakın üzerine çarşaf çarşaf yazı yazmak, kâle almayı dahi zaman israfı olduğunu anlar. Gel gör ki; Türkiye’de koca koca, kelli felli insanlar saatlerce bu temenni üzerine senaryolar uyduruyor, konuşuyor hatta birbiriyle kavgaya girebiliyor. Kendi kendilerini, etrafındakileri ve toplumu yalan yanlış senaryolarla yanıltıyor.
Bu temennilerin gerçekleşmesini bekleyenlere dostane bir tavsiyede bulunalım. Ne Öcalan bu tenezzül eder ne de Demirtaş böyle bir şeye meyil eder. Kürt hareketinin, toplumunun tarihini bir az bilseydiniz Öcalan ile Demirtaş’ın Kürt halkındaki karşılığını anlardınız. Hesap sorma meselesine gelince Kürtlerdeki adı eleştiri ve özeleştiridir. Sürekli kendini sorgulayan, eleştiren ve öz eleştiri veren bir karaktere sahiptir. Çokça yapılır ve küslük, karşıtlık, kavga sebebi değildir. Buradan yola çıkarak bir iktidar çatışması, rekabet olarak yorumlamak, bundan senaryo üretmek ve temennileri buraya bağlamanın tek sonucu sahibini yormaktır.
İkinci senaryo olan İmralı’dan mektup gelmesi ise farklı bir bağlama sahiptir. Elbette İmralı’dan mektup gelebilir. Siyasi bağlamının dışında bu anayasaca tanımmış demokratik bir haktır. Sadece mektup değil, avukat görüşmeleri sağlanmalıdır. Bunun olmaması hak ihlalidir. Bunlar Erdoğan döneminde mi olur, sonrasında mı olur bilinmez. Ama genelde Türkiye’nin yapısal sorunlarının çözümü, özelde Kürt meselesinin demokratik yollarla çözümünün olmazsa olmazıdır. Konunun dönüp dolanıp Öcalan’a gelmesinin altında da bu gerçeklik yatıyor. Türkiye’nin yapısal tüm sorunlarının altında yatan Kürt meselesinde Öcalan’ın rolü yadsınamaz.
Bu bağlamda iktidarının tekrar İmralı’ya müracaat etmesi çok şaşılacak bir durum değil. Yerel seçimler öncesi bu denendi. Görüldüğü gibi murat edilen olmadı. İktidarın sıkışmasına paralel olarak bu adımlara başvurması olası. Ancak gelecek zarfa değil mazrufa bakılması gerekir. O mazruf da iktidarın istibdat rejimine fayda sağlayacak mahiyette olmaz. Daha önce olduğu gibi Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt meselesinin diyalog yoluyla çözülmesinin reçetesi olur. Dolayısıyla kimsenin bundan tedirgin olmasına gerek yok, aksine Türkiye’nin çıkmazdan çıkması için herkesin talep etmesi ve dahası bunun için iktidara baskı uygulaması gerekir. Bu anlamda iktidar bir an önce İmralı’nın kapılarını açmalıdır. Böylece Öcalan’ın kime ne dediğini de öğrenilmiş olur.