Dünyanın en yoğun nüfuslu kentlerinden biri olan İstanbul’da gerçekleşecek bir depremin, olağanüstü bir yıkımla sonuçlanacağına dair tüm kurumlar ve bilirkişiler ortaklaşmaktadır. Son derece sıkışık kent dokusu ve nüfus yoğunluğu göz önüne alındığında olası bir depremde kusursuz bir katliam beklenebilir.
Şehrin bir kısmı ikinci, diğer bir kısmı da üçüncü deprem kuşağında yer almaktadır. Nitekim 1999 yılında gerçekleşen Gölcük merkezli deprem İstanbul’da da yıkıma neden olmuştur. 2023 Maraş depremleri de İstanbulluların deprem korkusunu tetiklemiş ve başka güvenli yerlere göç etme düşüncesini ortaya çıkarmıştır. İstanbul’u bekleyen büyük depremin gerçekleşmesinin fazla zaman almayacağı söylenince bu korku ikiye katlanmıştır.
Yaklaşık 19 milyon insanın yaşadığı mega kentte, fırsatı olan çok küçük bir nüfus gerek İstanbul içinde daha güvenli ilçelere gerekse diğer illere göç etmiştir. Elbette İstanbul içine veya şehrin dışına göç eden nüfus, şehirde yaşayan milyonlara kıyasla çok küçük bir sayıdır…
İstanbul 1950’li yıllarda, sanayi kenti olmasıyla birlikte göç almaya başlamıştır. Endüstriyel sanayisini beslemek ve daha fazla sömürü için ucuz iş gücü ihtiyacı ortaya çıkınca İstanbul’a Anadolu kentlerinden göç hızlanmıştır. Şehrin yeni sakinlerinin barınma sorununu gidermek için önce gecekondular yapılmasına göz yumulmuş sonrasında ise giderek büyüyen nüfus için müteahhitler eliyle ucuz ve kalitesiz binalar inşa edilmiştir.
Şehrin deniz seviyesine yakın birçok ilçesinde milyonlarca yıldır kumluk, sazlık olan alanlarda yapılaşmaya izin verilmiş, şehir büyüdükçe taşkın yatağı, dere, nehir ve göl yataklarının doldurulması ile elde edilen araziler üzerine yeni konut alanları oluşturulmuştur.
Yapı malzemesinin çoğu deniz kumundan, bir kısmı ise nehir kumundan temin edilmiştir. İnşaat demirinin mukavemet ömrü 40 yıl olmasına rağmen İstanbul’daki yapıların büyük çoğunluğu 40 yıllık ve daha yaşlı binalardır.
Olası bir İstanbul depreminde çok büyük sayıda can kaybı yaşanacağı gibi büyük ölçekte asbest açığa çıkacak, hava kalitesi düşecek ve bu durum uzun vadede kanser vakalarında artışa neden olacaktır. Temiz ve sağlıklı suya erişimde sorunlar çıkacak, en temel hak olan barınma hakkına ulaşılamayacaktır. Tarımsal üretim duracak, geçimlik ekonomi baltalanacak ve demografik yapı değişecektir. Marmara denizinde kirlilik ve depremle oluşacak bir tsunaminin yaratacağı yıkım da göz ardı edilemeyecek riskler taşımaktadır.
Maraş merkezli depremin yarattığı panikle şehirden göçenler, İstanbul nüfusunda ciddi bir değişiklik yaratmamıştır. Bu nedenle hala bir ‘cazibe merkezi’ gibi görülen İstanbul’a göçün önlenmesi, kanserli ölüm yuvasına dönüşmüş bu metropolün yeni bir kent planlamasının ve deprem hazırlığının yapılması gerekmektedir.
Merkezine rantı değil yaşamı alan kent merkezlerinin dağılması ve az katlı yapılar ile sosyal konutların yapımına başlanması gerekir. Yeni kent alanlarına öncelikle hızlı ve hafif raylı sistemlerin götürülmesi durumunda bu dağılım sağlanabilir.
Yaşanacak bir deprem, kendi başına afet ya da felaket olarak tanımlanamaz. Depremi afet ya da felakete çeviren, kapitalist sistemin sömürü odaklı kent politikalarıdır. Buna karşın doğayla uyumlu ekolojik bir yaşama geçilmesi için hızlıca çalışmalara başlanmalıdır.
Güner Yanlıç kimdir?
Ekoloji aktivisti, yazar.