Asgari ücret masasında işçileri temsilen bulunan Türk-İş, pazarlıkta kırmızı çizgisini 7 bin 785 liraya yani açlığa yerleştirdi. Özgür Müftüoğlu, masanın diğer tarafını da yorumladı: Ailenin yüceliğini, kutsallığını dillerinden düşürmeyen, ‘üç çocuk beş çocuk yapın’ öğütleri veren muktedirler, iş, emekçilerin alın terinin karşılığına gelince aileyi yok saymış.
2023 için asgari ücreti belirleyecek toplantı takviminin netleşmesinin ardından Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, ‘kırmızı çizgimiz’ dediği rakamı 7 bin 785 lira olarak telaffuz etti.
Kasım 2022 için açlık sınırını 7 bin 785 TL olarak ölçen Türk-İş böylece ‘açılık rakamına’ ‘tamam’ demiş oldu. Ancak Aralık rakamları açıklandığında asgari ücret daha ilk aydan açlık sınırının bile altında kalmış olacak.
Çalışma Bakanı Vedat Bilgin’in son açıklamalarından biri ise hükümet cephesinin enflasyon/ücret ikiliğinin itirafı gibiydi.
“Asgari ücrete kümülatif olarak yüzde 94 küsur zam verdik ama enflasyonun tahribatı devam ediyor dolayısıyla bunu dikkate alan bir düzenleme yapacağız” diyen Bilgin, yüzde 185’e dayanmış enflasyon karşısında -resmi rakamlara göre bile yüzde 85- ücretlerin erimesinin kaçınılmaz olduğunu söylemiş oldu.
Bakan Bilgin, bu açıklamasından hemen önce de “Yüzde 50 zam olur mu?” sorusuna da “Hayali değil gerçekçi bir rakam üzerinde durmak lazım” yanıtını vermişti.
Ücretli çalışanların yaklaşık yüzde 57’sinin asgari ücret ve etrafına çapalanmış ücretlerle çalıştığı bilinirken, söz konusu masa milyonlarca insanın 2023 için yaşam koşullarını belirleyecek.
AKP-MHP hükümeti tarafından öncelikle bir seçim propagandası olarak araçsallaştırıldığı belirtilen asgari ücretin iktidar ve geniş kitleler için anlamlarını ve giderek ağırlaşarak yaygınlaştığını izlediğimiz yoksulluk/ düşük ücret/ geçinememe tablosunun siyasi sonuçlarını iktisatçı yazar Özgür Müftüoğlu ile konuştuk.
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (Türk-İş) ile patronları temsilen Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Çalışma Bakanı Vedat Bilgin’in başkanlığında toplanarak milyonlarca çalışanın yaşam koşullarını tayin edecek olan asgari ücreti belirleyecek. Asgari ücret tespit komisyonunun bu konfigürasyonundan milyonlarca çalışanın lehine/dertlere derman bir sonuç çıkması mümkün mü?
Yıllardır olduğu gibi bu yıl da Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun toplantılarının sonucunda emekçilerin derdine derman olacak bir sonucun çıkması mümkün değildir. Her şeyden önce emekçilerin çok büyük kesimi bu komisyon içinde temsil edilmemektedir. İşçi sınıfı adına masaya oturan Türk İş’in ücretli emekçiler içindeki temsiliyeti sadece yüzde 5-6 düzeyindedir. Kaldı ki sendika içi demokrasinin ne denli problemli olduğu ve saray rejimiyle sıcak ilişkileri dikkate alındığında Türk İş’in kendi üyelerini dahi ne ölçüde temsil etmiş olduğu şüphelidir.
Masada hükümet tarafı olan AKP de malum olduğu üzere emekçi kesimin oylarıyla 20 yıldır sürdürdüğü iktidarında sermayenin çıkarlarının temsilcisi olmuştur. Dolayısıyla işçi sınıfının temsil edilmediği bir masada sermayenin ve siyasi iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda bir rakamın 2023 yılı asgari ücreti olarak belirlenemeyeceğini söyleyebiliriz.
2023 asgari ücret pazarlığında Türk-İş’in 10-13 bin lira talebiyle masaya oturmayı planladığı, patronların ise 8-8 bin 500 TL’ye sıcak baktığı telaffuz ediliyor. TÜİK’in resmi rakamlarına göre bile enflasyonun yüzde 85’i geçtiği (ENAG’ın hesaplamalarına göre yüzde 185) bir yerde bu rakamların bir anlamı olabilir mi? Makul sayılabilecek bir yaşam standardı için asgari ücret ne kadar olmalı? Böyle bir rakam var mı?
Türk İş’in Ekim ayı için belirlediği açlık sınırı 7 bin 425 TL, yoksulluk sınırı ise 24 bin 186 TL’dir. Kasım ve Aralık ayının fiyat artışları da eklenince bu rakamlar daha da yükselecektir. Öte yandan tüm ekonomik veriler 2023’te de fiyat artışlarının devam etmesi kaçınılmaz olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda Türk İş’in de patronların da telaffuz ettiği yoksulluk sınırına dahi yaklaşmayan rakamlar işçilerin açlığa mahkum edileceğini göstermektedir.
Türkiye’nin üye olduğu uluslararası kurumlar (BM, ILO, AB vs), bu kurumlar tarafından belirlenen ve Türkiye’nin de onayladığı sözleşmelere göre asgari ücret miktarının “işçilerin ve ailelerinin ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olması” gerekiyor.
Oysa Türkiye’de Asgari Ücret Yönetmeliği’ne göre asgari ücret “sadece işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücret’’ olarak tarif edilmiş. Yani ailenin yüceliğini, kutsallığını dillerinden düşürmeyen, “üç çocuk beş çocuk yapın” öğütleri veren muktedirler, iş emekçilerin alın terinin karşılığına gelince aileyi yok saymış! Hal böyle olunca asgari ücretin Türkiye’de alın teriyle yaşamaya çalışan işçilerin, emekçilerin yaşam standardını yükseltmesi de imkansız oluyor.
Çarşıda pazarda yüzde 200’leri aşan fiyat artışlarının olduğu, hiper enflasyon koşullarında emekçilere insanca çalışma koşullarını sağlayacak ücretin en azından yoksulluk sınırı seviyesinde (yani Türk İş’in hesaplamasına göre 25 bin TL dolayında) olması gerekiyor.
2022 yılında 2 bin 825 liradan 4 bin 250 TL’ye yükseltilen asgari ücret, hükümetin seçim yatırımı olarak değerlendirilmişti. Görece yüksek kabul edilen bu yüzde 30’luk artış kimi yoksul mahallelerde davul zurnayla kutlanırken, birkaç ay sonra zirve yapan enflasyonla birlikte asgari ücretin yoksulluk (açlık) sınırının bile altına gerilediğini gördük. Hükümetin bir tür seçim yatırımı olarak araçsallaştırdığını izlediğimiz asgari ücretin sandıkta ve siyasetteki karşılıkları nasıl olabilir?
Enflasyonist ortamda ücret artışları son derece aldatıcıdır. Hele bir de TÜİK gibi bir kamu istatistik kurumunuz varsa ve onun belirlediği rakamlar resmi veri kabul edilip, ücretler buna bağlanmışsa enflasyonun aldatıcı etkisi daha da artar, tam bir soyguna dönüşür.
2022 asgari ücretine sevinenler ceplerine girecek parayı davul zurnayla kutlarken, enflasyonla ceplerinden çıkacak parayı hesaplayamamışlardır. Aynı durum bu yıl da yaşanabilir mi?
Evet olabilir, halkın doğru haber alma hakkının bulunmadığı, sınıf örgütlenmelerinin baskı altına alındığı; sınıf bilincinden yoksun toplumlarda sermaye ve siyasi iktidarın birlikte tezgahladığı enflasyon adı verilen soygun düzeninin aldatıcılığı sürekli tekrarlanır.
Eğer bu soygun düzenini ortaya koyan ve bununla mücadele etmeyi hedefleyen bir muhalefet de yoksa siyasi iktidar bundan yararlanır ve yoksullaştırdığı, açlığa sürüklediği kesimlerin oyunu almaya devam eder.
7 milyon asgari ücretli olduğu belirtiliyor ancak etrafına çapanmış ücretlerle asgari olanın aslında ortalama olduğunu ve bu haliyle 7 milyonu 2’ye 3’e katladığını biliyoruz. Asgari ücret seçim parantezine sıkıştırılabilir mi?
DİSK-AR’ın Aralık 2021’de yayınladığı “Asgari Ücret Gerçeği 2022 Raporu”ndaki hesaplamalarına göre ücretli çalışanların yaklaşık yüzde 57’si asgari ücret civarında bir ücret karşılığında çalışıyor (AB ülkelerinde bu oranı yüzde 9 dolayında). Bu da en az 10 milyon emekçinin asgari ücret ve bunun civarında bir ücretle çalıştığı anlamına geliyor. Bu arada 3,5 milyonu aşkın işçi de emeğinin karşılığı olarak asgari ücrete bile erişemiyor.
Bakmakla yükümlü oldukları aileleriyle birlikte düşündüğünüzde doğrudan ya da dolaylı olarak asgari ücretin yaşamlarını sürdürdükleri geliri belirleyen geniş bir halk kesimi vardır. Demokrasinin işler olduğu bir toplumda bunun seçim sandığına yansımaması düşünülemez.
Ancak sınıf saiklerinin son derece zayıf olduğu; siyasal tercihlerin milliyetçilik ve dindarlık üzerinden belirlendiği; insan haklarının, özgürlüklerin ve hukukun üstünlüğünün fazlaca önemsenmediği otoriter rejimle yönetilen bir toplumda diyalektik bu şekilde işlemeyebilir.
Emek örgütü sendikaların asgari ücret taleplerini ve bu konuda işçi mücadelesini örgütleme pratiklerini nasıl gözlemliyorsunuz?
Daha önce de belirtmeye çalıştığım gibi Türk İş’in asgari ücret talebi emekçileri açlık sınırına mahkum eden sermayenin ve siyasi iktidarın taleplerinden çok da farklı değildir. Peki Türk İş böyledir de diğer işçi örgütleri farklı mıdır?
Geçtiğimiz yıl yapılan toplu iş sözleşmelerinin enflasyon karşısındaki kaybına yönelik kayıtsızlıklarına bakılırsa diğer sendikaların da farklı olmadığını söyleyebiliriz. Toplu sözleşme yetkisi bile yokken mücadele ederek kazanım elde eden sendikaları tenzih ediyorum tabi.
İşçi sınıfına yabancılaşmış, bürokratikleşmiş sendikalar emekçilere zarardan başka bir şey vermiyor. Artık tarih sahnesinden tası tarağı toplayıp çekilmeleri ve yerlerini üye sayısı ve maddi olanakları bakımından küçük ama mücadele azmi büyük sendikalara bırakmaları gerekiyor.
Geniş kitleler için geçerli olan ve giderek ağırlaşarak yaygınlaştığını izlediğimiz yoksulluk/ işsizlik/düşük ücret/ geçinememe tablosunun siyasi sonuçları olacak mı?
Tekrara düşmemek için, bu sorunuzu sınıflar arası mücadelenin belirleyeceğini söyleyerek yanıtlamış olayım. Sınıf perspektifine sahip toplumsal hareketler mücadeleyi yükseltebildikleri sürece ezilenler, sömürülenler, ayrımcılığa uğrayanlar siyasette de daha fazla söz sahibi olabilecektir.