Roboski Katliamı’nın yıldönümünde “yas” önemli bir başlık olarak karşımızda duruyor. Bu yas halinin aslında Kürtler için uzun yıllardır hiç bitmemesinin en önemli sebebi elbette adaletsizlik. Yazar Özgür Amed, “Roboski, zaman çizelgesinde asılı duruyor” diye tarif ediyor bu durumu. Roboski Katliamı Kürtlerin tarihinde cezasız kalan ne ilk ne de son olay. Amed, bu noktada yüzleşmeye işaret ediyor ve “Yüzleşme olmadan sorunlar devam edecek. Ölüler konuşmaya, bizleri ‘rahatsız’ etmeye gelecekler. Ölüler neden geri gelecek? Lacan’ın bu soruya verdiği cevap önemlidir: Çünkü, usulünce gömülmemişlerdir, cenaze törenlerinde bir şeyler ters gitmiştir, yani yas tutulmamıştır. Yası tutulmayan bir Roboski’deki fotoğrafların canlı olması, hesap soran gözlerle bakması bundan” diyor. Özgür Amed, Roboski Katliamı ve sonrasında Kürtlere yönelik cezasızlık politikasının sonuçlarını, hafızayı ve barışı Gazete Karınca’ya değerlendirdi.
Roboski Katliamı’nın üzerinden 11 yıl geçti. Ancak hafızalarımızda daha dün gibi. Neden böyle hissediyoruz sence?

Bunun birçok sebebi var. Dehşetin bizimle yaşadığı, ölülerimizin bile rahat edemediği ve konuşmaya başladığı bir dönemde Roboski hem bir istisna hem de olağan bir durumu ifade ediyor. Özellikle Kürt halkına dönük toplum kırımdaki süreklilik sürerken, ortada kıyasıya bir hafıza savaşı da zuhur ediyor. Bir yandan inkâra dayalı bir tarih ve bununla var olabilen bir gerçeklik, diğer yandan da bu inkâra karşı direnen ve elinde eylemsel kılınmış hafıza/hatırlama olan bir mücadele hattı.
Roboski, devletin beka diyerek ürettiği şiddetin, sınır diyerek yarattığı yapay cehennemin çıplak şekilde duvara tosladığı bir aralığı ifade ediyor.
Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt’te, devleti “Herkesin ağır ağır kendi canına kıyması” olarak tarifliyor. Fakat bugün devlet, bir grup dışında herkesin canına kıyan bir güncelleme ile var artık. Roboski, yakın dönem açısından bunun bariz çıktısıdır.
Daha da ötesi, devlet denen aygıtın nasıl bir makine olduğu, insanın bu makine içinde zerre değerinin olmadığı, kurduğu tüm sözlerin yalan olduğunu da hızlı bir şekilde test etme şansı verdi. Bu durumu tersyüz etmek için çok çalıştı bürokrasi ama başarılı olamadı. Roboski bu açıdan kırılmalar yaratmaya devam eden bir fay hattı artık.
Denilebilir ki, ilk olarak ortada politik/ideolojik sebepler hafızayı canlı tutmaya devam ediyor. 2015 sonrası Cizre’den göç ettirilen bir annenin bir gazetede yer alan haberinde söylediği sözü unutamıyorum: “Bir hikayemiz olsun istenmiyor” diyordu. 1990’larda köyü yakılarak göç ettirilen, şimdi de evinden zorla çıkarılan bir anne diyordu bunu. Roboski de Kürtlerdeki bu kolektif hikâye ve bellek arayışına çok sert bir müdahaledir. Herkes o soğuğu, bombayı, katır sırtında sallanan ayakları hissetti. Bu yönüyle insanlarda çok canlı.
Fakat en önemli bağlamın “adaletsizlik” duygusu olduğu da açık. Dikkat edilirse devletin Roboski için adaleti “parasal” oldu. O dönem çok az bir para ile olayı kapatmaya çalıştılar. Sanki kan davası olmuş da bir karşılık veriliyor gibiydi.
Sadece Türkiye’de değil, dünyadaki krizlerin en temel ve belki de en az konuşulan kısmı politikanın işlevsel olamadığı “adalet” mekanizmasıdır. İki sebep başattır: biri sömürgecilik gerçeği, diğeri de bundan beslenen ve simbiyotik bir ilişki olan kayıtsızlık ve sorumsuzluğun birbirini üretmesi diye düşünüyorum.
Mithat Sancar hocanın bir programında dinlemiştim. “Adalet bir fikirdir ama adaletsizlik somut bir durumdur” diyordu. Dolayısıyla adaleti anlamak istiyorsak onu tanımlamaya çalışmak yerine adaletsizlik durumlarını ortaya sermek ve onları teşhis etmek, tanımlamak daha doğru olur. Adaletsizlik durumlarını esas alarak ancak adalet fikrine ulaşabiliriz.
İşte Roboski ve şahsında yaşanan adaletsizlik, buna en yakın olduğumuz somut durumlardan biridir. Roboski’den yola çıkarak ülkenin tümüne yayılacak bir mekanizma işletilebilir, yaratılabilirdi. Fakat politik alan bunu yaratamadı.
Adalet duygusunun zedelenmesi Kürtler için yeni bir duygu değil. Yıllardır Kürtlere işkence ediliyor, öldürülüyorlar ve faillerinden hesap sorulmuyor. Roboski Katliamı bu yönüyle baktığın zaman nerede duruyor?
Roboski, zaman çizelgesinde asılı duruyor. Bir ilerleyiş, akış ve oluş hali yok.
Çünkü adalet yoksa zaman da yoktur. Bir Roboskili anne-baba için bu böyledir. Zamanı da zamana bırakmak istemeyen bir talep var. Bu talep kendini zamana dayatıyor ama karşılık yok. Buna kriz deniyor. Son iki yüzyıllık krizler silsilesine eklenmiş bir durak Roboski. Üzeri örtülmek istenen, olmamış gibi bakılan, yıkıcı bir savaşın ekonomisinin küçük bir hatası gibi görülen bir katliam bu. Duvarın öte yanında neler olup bittiğini bilmeyen; daha doğru tabirle bilmek istemeyen bir ilgisizliğin dahi ilgisini çekebilen bir katliam bu.
Roboski, bu iktidarın daha doğrusu devlet aklının boynunda asılıdır. Ez cümle, Türkiye’de Roboski hikayesi, Türkiye’nin hikayesidir; hakikati yakıcı bir hikayedir.
Bu hikâye devlet açısından da artık farklıdır. Roboski sonrası gerek medyanın tutumu ve manşetler gerekse devlet erkanının akla ziyan açıklamalarına bakarsanız tamamen bir dehümanizasyon süreci işletildi. Roma imparatorluğu döneminde “Hatıranın/hatırlamanın lanetlenmesi” anlamına gelen bir deyim var: “Damnatio Memoriae.” Devlet kendine göre “suç” kategorisinde mimlediklerini toplumdan uzak tutar, temsillerini ya da görünürlüklerini yasaklardı. Yani bir çeşit hafıza mahkumiyetine giderdi. Hatırlamayı lanetleyen bir form söz konusudur. 11 yıl geride kalırken Roboski, bugün gerçek bir yasaklı hatıra olarak önümüzde duruyor.
Devlet ve aygıtları, Roboski’yi kamusal alanda görmeyi, anmayı, hatırlamayı yasaklayan-lanetleyen bir yerde artık. Bu alanın belleğine dair her şey onun için suç! Roboski anıtlarını kaldırmak, anmaları, arşivleme çalışmalarını ve müzevari girişimleri engellemek gibi pratiklere tanık olduğumuz kayyım süreci bunun en bariz açığa çıktığı dönem oldu.
Sen de Roboski için adalet isterken tutuklandın ve cezaevinde yattın. Bu sana ne hissettirdi? Adalet çığlığı havada kalan Roboskili aileler açısından baktığında ne söylersin?
Evet, Roboski’yi protesto ettiğim gerekçesiyle 3,5 yıla yakın ceza verildi ve hızlıca onandı. 2015-18 yılları arası cezaevinde kaldım. Bombayı atanlar, 34 kişiyi katledenler belliydi ama ne alaka ise ben cezaevine giriyordum. “Bu suçtur, katliamdır” diyenler sürekli gözaltına alındı, alınıyor. Öldürülenlerin yakınları, adalet ararken cezaevlerine girdi. Encü ailesinden hala cezaevinde olanlar var. Bu durum insanı lal ediyor.
İlk defa 2020 yılında Roboski’ye gittim, anmaya katıldım. Roboski’de annelerin sürekli ellerinde tuttuğu fotoğraflar size bakar. Bu hesap soran bakışlardan kaçmak zordur. Çünkü bu katliam hala canlıdır, hala çok günceldir.
İktidarın zamanına tarih, halkın zamanına hafıza denir. Roboski kendi zamanını, kendi hafızasını yarattı, yaratmak zorundaydı da.
O anlamda söz kurarken Roboski’nin hafızası, o hafızayı çerçeveleyen zaman ve mekân içinde konuşmak gerekiyor. Bunun karşısında gelişen hafıza rantlarına ve ailelerin mücadelesine el koyan kibre karşı da dikkatli olmak gerekiyor. Aileleri uzun uzun dinledim, yıllar içinde gelişen durumları aktardılar. Hem siyasal hem sosyal akıl almaz şeyler olmuş diyebilirim. Bu açıdan o ailelerin yanında olmak, onların belleği canlı tutma kavgalarına yol olmak, içinde olmak her insanın vicdani görevi diye düşünüyorum.
Katliamın gerçekleştiği dönemde, devlet yetkilileri ve iktidar tarafından, Roboskili aileleri ve toplum vicdanını yaralayan açıklamalar yapıldı. Kürt’ün hafızasında açılan bu yaraları onarmanın bir yolu var mı sence?
Elbette var. Bunun için dünyada yaşanan deneyimler de çoktur. Mesele bunu tercih edip etmemektir. Devlet, kendi devamlılık yasasını ve bu yasanın zırhları ile yarattığı Türklük sözleşmesinden şimdilik geri adım atmıyor. Çünkü bu “sıcak” ve “güvenli” bir iklim.
“Sarmaşık” filmini izleyenler hatırlar, gemide geçen filmde güzel bir Kürtlük metaforu vardır. Tüm dengelerin ağzında yer alan “Kürt” karakteri, hayalet misali her yerdedir ama yoktur. Yokluğu, varlığından daha tehlikelidir ve bir süre sonra gemide bir “kayıp göndergeye” dönüşür. Nasıl ki hareket etmeyen bir gemi artık gemi değilse, vatandaşına savaş açan bir devlet de artık devlet değildir diyor film.
Ankara’nın dehlizlerinde kaybolmayacak bu dava diyenler, iki gün sonra “Yatıp kalkıp Roboski diyorsunuz’ dediler. Kürde, onun imgelem dünyasına, geçmişine, hatta hayaletine savaş açarak var olmaya çalışanların demir attığı son yerlerden biri olarak görüyorum Roboski’yi. Roboski’den sonra çok “Roboski” oldu, bunu da es geçmeyerek söylüyorum.
Geçmişle yüzleşmek, sorumluların hesap vermesi, yaşamın sağlıklı sürebilmesi için ön koşuldur. Fakat bazı tehlikeleri de görmek gerek. Mesela bellek yitimi anlamına gelen “amnezi” ile af anlamına gelen “amnistie” aynı kökten geliyor. Dikkat çekmeye çalıştığım şey şu: Yüzleşme içermeyen, yargılaması olmayan bir af, bellek için tehlikelidir, yitimine giden süreci de başlatır. Yüzleşme olmadan sorunlar devam edecek. Ölüler konuşmaya, bizleri “rahatsız” etmeye gelecekler. Ölüler neden geri gelecek? Lacan’ın bu soruya verdiği cevap önemlidir: Çünkü, usulünce gömülmemişlerdir, cenaze törenlerinde bir şeyler ters gitmiştir, yani yas tutulmamıştır.
Yası tutulmayan bir Roboski’deki fotoğrafların canlı olması, hesap soran gözlerle bakması bundan. Devletin bu hafızayı lanetlemesi de hakeza bundandır.
Kürtler Roboski Katliamı’ndan önce de sonra da çok ciddi kırılmalar yaşadı. Roboski’den sonra da travma ve yasın içine doğan birçok Kürt çocuğu var. Bu travmalar nasıl sonuçlara yol açıyor?
Burada şöyle bir mesele var. Roboski katliamı sonrası doğan ve büyüyen çocukların aileleri de canlı travmalar içindeydi zaten. Köy yakılmaları, baskılar, operasyonlar, aşağılanmalar, sınırın verdiği “çıplak vatandaş” duygusunu sürekli hissetme ve daha bir sürü mesele.
Sürekli bir kırılganlığın olduğu yerden bahsediyoruz. En başta bahsettiğim o annenin “hikayemize izin verilmiyor” tespiti çok önemlidir. Bunu aşmada kolektif hafıza çok önemli. Sorumluluk duygusu etrafında hakikatlerin dile getirilmesi, gelmesi çok önemli bence.
Tüm bunların birçok veçhesi var. Politik, sosyolojik cepheden yapılacaklar az çok bellidir, bunların göbekten bağlı olduğu Kürt sorunu ve dinamikleri bellidir. Ailelerin mezarda dün yaptıkları açıklamayı dinledim, Adalet ve Barış dediler. Öncelikleri bunlar. Gerisini ben hal ederim, baş ederim demeye getiriyor.
Dikkatimi çeken bir nokta da şu: Aileler “şimdiyi kurtarmak” derdinde. Şimdiyi kurtarmanın geleceği de kurtarmak anlamına geldiğinin gayet farkındalar. Bu durum yani farkındalık hali, onların hem şoku hem de hayatta kalabilme sebebi.
“Barışmak” üzerine epey kafa yoran birisin. Nasıl barışacağız?
Bugün Türkiye’de hakikat, hakikatsizliğin hizmetinde olduğu için umarım her şeyi kaybettiğimiz zamana denk gelmez barışma. Savaş, barışın yokluğu demek değildir, barış da savaşın… Barış, ilke olarak iktidar ve devlet üstünlükleriyle sağlanan bir olgu değildir. Bundan ötürü barış çok daha zor bir meseledir; ancak bilince çıkarıldığı zaman gerçekleşir, savaş olmadığında değil.
Toplumsal tüm alanlara el konulduğu, ak ve kara mantığı ile hukukun yerle yeksan edildiği bu süreçte barışı konuşamıyoruz. Hatta yumuşak güce dayalı bir geçiş senaryosu bile sunamıyor kamuoyu. Barış, devlet ile demokrasinin koşullu uzlaşmasıdır tespitine yürekten katılıyorum.
Bugün derin bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç olduğu açık. Uzlaşı iyi bir geçiş. Yanılmıyorsam İncil’de geçiyor, “Hakikat ve bağışlama buluştu, barış ve adalet öpüştü” der. Bazı aşamalar gerekiyor. En azından Kürtler bunu ısrarla ifade ediyor. Bunu sağlamanın birincil şartı demokratik bir müzakerenin varlığı iken buna verilen cevap da tecrit rejimi olabiliyor. Rasyonalitenin tamamen ortadan kalktığı bir dönem. Dönemin zorlu karakteri artık barışı kurtarmıyor. Ya onurlu bir barış olacak ya da savaş her şeyi korozyona uğratacak.