Üç gün sonra “keşke …” deyip demeyeceğimiz netleşecek. Dememek için yoğun gayretler olduğundan herhangi bir şüphemiz yok. Ancak, bu riski bertaraf edip akıllara ve gönüllere sinecek bir sonuca ulaşılamadığı da ortada. Neyse, hep birlikte görüp, yaşayacağız. Bu aşamada herhangi bir temennide de bulunamıyoruz.
Ocak 2022’de resmen gündeme getirilip, 25 Ağustos 2022 tarihinde kuruluşu ilân edilen “Emek ve Özgürlük İttifakı” kuruluş aşamasında; seçim ittifakı değil, mücadele ittifakı olarak yola çıktığını, gerekli olursa seçimlerde de ittifakın üyelerinin ortak tutum alabileceğini açıklamıştı. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, seçim dönemi geldiğinde ittifak üyelerinden ikisi kendi listeleriyle seçimlere gireceğini açıklamakla birlikte, birisi bu kararından vazgeçti. İttifakın Türkiye İşçi Partisi dışındaki üyeleri Yeşil Sol Parti listelerinden seçime katılıyor. Bu nedenle, seçim pusulasında Emek ve Özgürlük İttifakı içinde iki partinin logosu var. Üç gün sonra şapkalar düşecek, görünecek olanı yine hep birlikte değerlendirebileceğiz.
Bir taraftan böylesi bir kaygıyı yaşarken, seçim sandığına gitmeyi reddetmeyen muhalefetin neredeyse tümünün “tek adam rejiminin değişmesi gerekçesiyle”, desteklediğini/oy vereceğini açıkladığı Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, görünen o ki kapsayıcılığını artırarak yoluna devam ediyor. En hafif deyimiyle otoriterleşmiş ve “tek adama dönüşmüş” bir iktidarı değiştirebilmek adına desteklerin tümünün önemli, hatta takdir edilesi olduğunu paylaşmak gerekir. Bu koşullarda başka bir seçeneğin olduğunu söylemek de mümkün değil.
Kılıçdaroğlu, bir taraftan miting ve toplantılarını yoğun biçimde sürdürürken, diğer taraftan “mutfak videolarıyla” kamuoyunun farklı kesimlerine ilgilerini çeken vaatlerde bulunuyor. Ayrıca, “Bay Kemal’in tahtası” diye başka bir grup video çekimiyle de bazı konularda hükümet olarak neler yapacaklarını açıklamaya devam ediyor. Bunlardan sekizincisini, 8 Mayıs akşamı yayımladı. Ve twitter hesabından da duyurusunu yaptı;
“Bay Kemal’in Tahtası-8
Onlar kötülüklerinde debelensin, biz işimize bakalım.
Türkiye dünyanın en iyi doktorlarına ve sağlıkçılarına sahip. Coğrafi olarak da avantajlı bir konumdayız. Ülkemizi dünyada sağlık ve bakım turizminde daha da büyüteceğiz. Sağlık Kentleri’ni anlattım.”
Sağlık turizmi, kapitalizmin neoliberal politikalarıyla yeni bir sermaye birikim alanı haline getirilen sağlık sektörünün, bazı ülkeler tarafından uluslararası pazara da açılması anlamına geliyor. Sağlık turizmi alanına giren bir ülkenin, diğer ülkelerin kamu ve özel sağlık sigortası kurumları/şirketleri tarafından tercih edilebilmesi, hastalarını gönderebilmesi; pazarladığı sağlık hizmetlerinin niteliğinden ve teknolojiden taviz vermeden, uluslararası standartlara uygun ve gerekli akreditasyonları da sağlamış olmasına ancak, diğer ülkelerden daha ucuza mal edilebilmesine dayanıyor. Başka bir ifadeyle, sağlık turizmi alanına giren ülkenin sağlık hizmetlerini, pazarda tercih edilebilecek kadar ucuza satıyor olması gerekiyor. Sağlık hizmetlerinin daha ucuza mal edilmesini sağlayacak en önemli unsur ise sömürü oranının olabildiğince yüksek olmasıdır. Yani, sağlık emekçilerinin ücretlerinin uluslararası düzeye göre, olabildiğince düşük tutulması birinci koşulu oluşturur. Dünya örneklerinde bugüne kadar bilinen ve/veya denenmiş başka bir örneği de yok.
Bu gerçeği bilince bir soru aklımıza geliyor; “AKP gidecek de Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın felsefesi, ruhu kalacak mı?”. Bay Kemal’in Tahtası-8’de açıklananlar, sorumuza ‘evet’ yanıtından başka bir seçenek bırakmıyor! Bu, yalnızca sağlık alanından ve tek örnek. Ancak, olabilecekleri o kadar net açıklıyor ki başka alanlara ve örneklere gerek kalmıyor bile.
O zaman, yeniden Emek ve Özgürlük İttifakı’na dönmek gerekiyor. İttifak’ın, seçim sonrası büyük olasılıkla Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı’nda kurulacak hükümetin toplumsal haklar, özgürlükler ve demokrasi alanları başta olmak üzere, yapmak isteyeceklerinin emekçilerin, işçilerin, ötekileştirilenlerin, yoksulların ortak çıkarına uygun olması, gereksinimlerini karşılayabilecek içerikte olabilmesi için ortaklaştıkları, en azından müzakere ettikleri, ittifak deklarasyonu dışında hemfikir oldukları bir programları, planları var mı? Örneğin, sosyal politikalar alanında ortaklaşılan bir metin ve bu metnin içeriğinin hayata geçirilebilmesi için iktidarla yürütülecek müzakere/mücadele araçları belirlendi mi? Yoksa, kurulacak hükümet konuları gündeme getirdiğinde her birini ayrı ayrı müzakere edip, ne yapacaklarına ya da yapmayacaklarına karar mı verecekler? Bilemiyoruz.
Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde “bize plan değil, pilav lazım” sözünü kulaklarıyla işitmiş biriyiz. Ancak, daha keyif kaçıranı post modern terminolojinin baş kavramlarından “yol haritası”nın, planın yerini almış olması. Başlangıçta, yol haritası adının genel olarak konuyu bilmeyen gençler tarafından kullanıldığını zannediyorduk. Bir süre sonra sol, sosyalist yapıların yazılı metinlerinde de görünce yanıldığımızı anladık. Kaygımız daha da arttı.
Dileriz, Emek ve Özgürlük İttifakı seçimler sonrasında bizlere “keşke …” dedirtse de dedirtmese de “mücadele ittifakı” olmanın gereğini yerine getirir. Herhangi bir iç tartışmadan önce, Millet İttifakı’nın hükümet olursa kendilerine biçtikleri iki yıllık sürede uygulayacakları programlarını daha demokratik, daha özgürlükçü ve toplumsal eşitlikçi hale getirebilmek için birlikte ne(ler) yapacaklarına karar verip, bunu bir eylem programına da dönüştürebilecek şekilde planlayıp kamuoyu ile bir an önce paylaşırlar. Ne yol haritası ne de pilav, Emek ve Özgürlük İttifakı, 15 Mayıs’tan itibaren yukarıda ana hatlarını ifade ettiğimiz önce stratejik bir plan, ardından orta ve kısa vadeli daha ayrıntılı plan çalışmalarına kolektif olarak başlayabilmelidir.
“Keşke …” lerimizi unutmayalım! Üzerinde yapıcı, geliştirici tartışmalarımızı mutlaka gerçekleştirelim. Ancak bu tartışmaları Emek ve Özgürlük İttifakı’nın planlama çalışmaları ürüne dönüştükten sonra yapalım ki “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım”…
Onur Hamzaoğlu kimdir?
Gülhane Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Halk Sağlığı ile Epidemiyoloji uzmanlık eğitimlerini tamamladı. 1988 yılından itibaren tabip odaları ve TTB’nin komisyon ve kollarında çalıştı. Dilovası’nda sanayinin neden olduğu çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkartılması için bilimsel çalışmalar yürüttü ve Kocaeli’nde Sanayi Doğa ve İnsan kitabını hazırladı. Barış Akademisyenlerinden olduğu için Eylül 2016’da KHK ile üniversiteden çıkartıldı. Kurucuları arasında yer aldığı Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) ve Karaburun Bilim Kongresi Düzenleme Kurulu üyesidir.