İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi’nde konuşan Sırrı Süreyya Önder, kendisi için söylenen “Meclis’in renkli kişiliği” tanımlaması hakkında “Ama savcılar ve mahkemeler cezaevine atarken hiç bu renge bakmıyor” dedi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen İkinci Yüzyılın İktisat Kongresi, 6’ncı gününde “Sadakate Davet” oturumuyla devam etti.
Kongrenin bugünkü oturumunda eski HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, “sadakat” üzerine bir konuşma yaptı.
‘Mahkemeler cezaevine atarken hiç bu renge bakmıyorlar’
ANKA’nın haberine göre Önder, şunları ifade etti:
Şikayetçi olduğum bir husus var. Bu tanımlanamamak bir meziyet değil. Daha cömert davrandığını düşünenler de pigment muamelesi yapıyorlar. Meclis’in renkli kişiliği falan diyorlar. Ama savcılar ve mahkemeler cezaevine atarken hiç bu renge bakmıyorlar. Gardiyanlarda da işe yarıyor. Son cezaevine girdiğimde, yasama görevi bittiğinde cezaevi görevi başladığında gardiyanlar Meclis’te o kadar yakıcı konuşmalar yaptığımı zannediyordum ki sadece güldükleri konuşmaları hatırlattılar bana.
‘Otoritenin en muhtaç olduğu sadakattir’
Sadakat kendi başına çok bir şey ifade etmiyor. Başka kavramlarla anılmaya ihtiyacı var. Ya da başka kavramların kendilerini tarif ederken vazgeçemedikleri üç, beş demirbaş kavramdan birisi ve bunların en başta geleni otoriterlik ve otorite. Otoritenin, en muhtaç olduğu olgu sadakattir dersek yanlış yapmış olmayız. Tüm enerjisini bizleri sadakat içerisinde tutmaya harcar. Resmî ideolojiye, kutsallara, tabulara, babaya, krala, devlete, sınırlara, geleneklere, örf ve adetlere böyle uzar gider bu liste. Tarihin başlangıcından beri de böyledir.
Millet-i sadık-a
Bu toprakların yaşadığı en büyük acılardan birine değineceğim, bu acıya karşı Ermeni halkından bahsedeceğim. Bu acıya karşı resmi tarihin savunması çok ilginçtir. Sadakatle başlıyor. İki kelime hepiniz hatırlayacaksınız. Milleti sadık-a. Ermeniler, o tarihe kadar, kıyıma, yıkıma, büyük acılara, tehcire uğrayana kadar sadık millet olarak anılıyor. Sıdk ile hizmet ettikleri zaman iyiydi, onlar sadakati bıraktılar, dolayısıyla başlarına gelenleri hak ettiler. Bakın otorite, sadakate ne kadar muhtaç. Bu iki kelimeyle onların efendileri olmuş oluyoruz, bunu söylemeden, onlar da bizim sadık hizmetkarlarımız. Hemen bir görev tarifi oluyor. Hiyerarşinin de en muhtaç olduğu şey sadakattir. Eğer sadakat ilişkisini tesis edemezse hiyerarşi olamaz.
Erkeklik ideolojisinin de en çok muhtaç olduğu şeydir. Ve arsızca her gün üzerinde tepinir. Dolayısıyla sadakat buraya kadar pek matah bir şeye benzemiyor.
‘Sadakat sınırlara ihtiyaç duyar’
Ama Türkiye’de kısa bir resmi tarihi var. Onu söylemek istiyorum. Önce zinhar yasaktı. Kürt yoktu, yasaktı. Dağda yürürken kart kurt. Sonra Newroz diye bir bayramları yoktu. Asurlu kral yoktu. Demirci Kawa yoktu efsanedeki. Sonra Newroz olabilir dediler, çünkü 91 ve 92 yılında 31 kişi ile 94 kişi yanılmıyorsam Newroz kutlamaları sırasında hedef gözetmeksizin açılan ateş sonucu katledildiler bayram kutlarken.
Sadakat, sınırlara ihtiyaç duyar. Sınırlar çizer. Mademki çizilebilen bir şey o halde silinebilen bir şey olarak da görebiliriz sınırları.