Geçen yılın sonunda 60’ın üzerinde çalışanını AB’den alınan mali desteğin bitmesi nedeniyle işten çıkaran Hayata Destek Derneği, işe iade talebiyle açılan ilk davayı kaybetti. Mahkeme, çalışanın işe iadesine ya da işe başlatılmaması halinde tazminat ödenmesine hükmetti. Davanın avukatı Erselan Aktan, “Sivil toplum alanındaki bu güvencesizliğin çok ciddi şekilde tartışılmasına, mercek altına alınmasına ihtiyaç var” dedi.
Avrupa Birliği’nden aldığı mali desteğin bitmesi sebebiyle 2022 yılının Aralık ayında 60’ın üzerinde çalışanını işten çıkaran Hayata Destek Derneği, işe iade talebiyle açılan ilk davayı kaybetti.
İşten çıkarılan bir dernek çalışanının İstanbul Anadolu 13. İş Mahkemesi’nde açtığı davayı karara bağlayan mahkeme, derneğin ‘projenin bitmesi nedeniyle işten çıkarma’ gerekçesini haksız buldu.
Mahkeme, iş akdinin feshinin geçersizliğine ve çalışanın işe iadesine karar verdi. Mahkeme ayrıca, sözleşmesine haksız gerekçeyle son verilen çalışana, işe başlatılmaması halinde çalıştırılmadığı aylar tutarında tazminat ödenmesine hükmetti.
Dernek tarafından geçtiğimiz Aralık ayında yapılan açıklamada, işten çıkarmalara ilişkin gerekçe, ‘Projeye ait fonun 31 Aralık 2022 tarihinde sona erecek olmasından kaynaklanan doğal bir süreç’ biçiminde ifade edilmişti.
İstanbul Anadolu 13. İş Mahkemesi’nde görülen davanın avukatı Erselan Aktan, dava sürecine ve sivil toplum kuruluşlarında (STK) iş hukuku uygulamalarına ilişkin sorularımızı cevapladı.
Dava sürecini kısaca özetler misiniz?
Dava süreci Hayata Destek Derneği’nin Aralık ayında İstanbul, Mersin, Batman, Urfa, Diyarbakır ve Mardin’de bulunan ofislerindeki 60’tan fazla çalışanını bir anda işten çıkarmasıyla başladı. Dernek, Avrupa Birliği Sivil Koruma ve İnsani Yardım Operasyonları (ECHO) isimli kurumdan aldığı fonun bitmesini gerekçe göstermişti. Ancak bu çok genel ve denetime açık da olmayan bir gerekçeydi ve bu yönüyle hukuki değildi. Dolayısıyla biz de önce dava şartı olması nedeniyle arabulucuyla başvurduk. Ancak dernek hukuka uygun bir karar verdiğini düşünerek uzlaşmaya yanaşmadı, bu nedenle de konu iş mahkemesine taşındı.
Hayata Destek Derneği belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışan kişileri, sözleşme süresi bitiminde tazminatlarını da ödemek suretiyle işten çıkarmıştı. İlk bakışta her şey usule uygun görünüyor. Mahkemenin, çalışanın işe iade talebini haklı bulmasının gerekçesi nedir?
Türkiye’de şu anda insani yardım alanında çalışan derneklerde çok ciddi bir iş güvencesizliği var. Hayata Destek Derneği’nin de çok rahat ve tamamen keyfi bir şekilde onlarca çalışanını bir günde işten çıkarabilmesinin arkasında bu güvencesizlik bulunuyor. Bu güvencesizliğin nedenlerinden biri sizin de söylediğiniz belirli süreli iş sözleşmeleri.
Dernekler normalde faaliyetlerini gerçekleştirmek için fon (mali destek) aldığında bu fonu belli bir dönem için kullanabiliyor ve istihdamı da o dönemle sınırlı tutuyor. Normalde bunda bir sorun yok. Ancak gerçek hayatta işler böyle ilerlemiyor. Çünkü dernekler genellikle örneğin bir yıllığına fon almışlarsa o fon bir sonraki yıl da devam ediyor veya bir sonraki yıl başka bir uluslararası kurumdan fon alıyor. Bu nedenle çalışanlarıyla yeni bir belirli süreli iş sözleşmesi imzalıyorlar. Bu durumda İş Kanunu’na göre yapılan sözleşme artık belirli değil belirsiz süreli sözleşmeye dönüşüyor. Kanunun 11. Maddesi’nde bu husus şöyle ifade ediliyor: “Belirli süreli iş sözleşmesi, esaslı bir neden olmadıkça, birden fazla üst üste (zincirleme) yapılamaz. Aksi halde iş sözleşmesi başlangıçtan itibaren belirsiz süreli kabul edilir.” Dolayısıyla çalışanın hukuki durumu belirsiz süreli iş sözleşmesine döndüğü andan itibaren artık projenin bitmesi gibi gerekçelere dayanarak işçiyi çıkaramazsınız.
Burada akla proje ve ekonomik kaynak tükenirse ne olacak gibi bir soru gelebilir. Ancak özellikle her yıl milyonlarca dolar fon alan derneklerin projelerinin bitip bitmediğinin veya ne ölçüde azaldığının denetimini çalışanın yapması mümkün değil. Dolayısıyla dernek kararlarının hukuken denetlenebilir olabilmesi için yargıya başvurmak dışında bir yol bulunmuyor.
İşverenin ekonomik kaynaklarının tükenmesi veya azalması hali için “işletmesel neden” kavramı kullanılıyor. Ancak Yargıtay işletmesel nedenin olduğu durumlarda da üç kıstasa bakıyor: İşverenin bu kararı tutarlı şekilde uygulayıp uygulamadığı (tutarlılık denetimi); İşverenin fesihte keyfi davranıp davranmadığı (keyfilik denetimi) ve İşletmesel karar sonucu feshin kaçınılmaz olup olmadığı (ölçülülük denetimi). Burada Yargıtay “feshin son çare olması ilkesi”ne ayrıca vurgu yapıyor. Yani işveren açısından işletmesel bir neden ortaya çıktığında akla ilk gelen şeyin işçi çıkarmak olmaması gerektiğini, tam aksine bunun en son çare olarak düşünülmesi gerektiğini ifade ediyor. Dernekler bu durumlarda varsa kira, araç, kırtasiye gibi giderlerini azaltmayı öncelemeli. Ancak Türkiye’de akla gelen ilk şey her zaman insan kaynağı oluyor. Bu da sivil toplum sektöründe çok ciddi bir iş güvencesizliği ve keyfilik yaratıyor.
Mahkemelerin, aynı gerekçe ile işten çıkarılan kişilerin iş akdinin feshinin geçersizliğine hükmettiği başka örnekler de var mı?
Yine Hayata Destek Derneği’nin 2021 yılında aynı gerekçeyle işten çıkardığı bir çalışanın açtığı dava İstanbul Anadolu 16. İş Mahkemesi’nde görülmüş ve dernek çalışanı işe iade hakkı kazanmıştı. Benzer bir süreç Mavi Kalem Derneği çalışanlarının açtığı davada yaşanmıştı.
İşe iade davasını kazanan çalışan ve Aralık ayında aynı gerekçe ile işten çıkarılanlar açısından bundan sonra süreç nasıl ilerleyecek?
Hayata Destek Derneği’nin diğer çalışanları dava açtıysa onların da işe iade hakkını kazanmaları çok yüksek ihtimal. Bizim davamızda ise derneğin bunu istinafa taşıma hakkı veya işe iadeyi gerçekleştirme seçeneği var. Bunun olmaması halinde davalı işverenin maddi tazminat ödemesi gerekecek.
Türkiye’de sivil toplum örgütlerinde iş hukuku, gereği gibi uygulanıyor mu?
Az önce ifade ettiğim gibi Türkiye’de insani yardım sektörü başta olmak üzere STK’larda çok ciddi bir iş güvencesizliği var. Kurumlar belirli süreli iş sözleşmelerini çalışanlarına karşı çok etkili bir araç olarak kullanıyor, çalışanlar da bu güvencesizlik içinde tutunmaya çalışıyor. Bu güvencesizlik nedeniyle mobbing, ücretsiz fazla mesailer gibi çok sayıda ihlal yaşanıyor. Yine bu sektörde bir tür tekele dönüşmüş belli bazı kurumlar var. Çalışanlar buradan ayrılırlarsa veya bu kurumlara dava açarsa bir daha iş bulamayacaklarını düşünüp çoğu zaman hak arama hürriyetlerini dahi kullanmaktan çekinebiliyor. Dernekler de bunun farkında olduğu için son derece keyfi ve rahatlar. Sivil toplum alanındaki bu güvencesizliğin çok ciddi şekilde tartışılmasına, mercek altına alınmasına ihtiyaç var bu nedenle.