Kara Kitap’ın ‘Karlı Gecenin Aşk Hikâyeleri’nden suret arayışındaki Gizli Yüz’e
Gizli Yüz, Şehirler Şehri’nde (İstanbul’da) başlayan, ıssız, sakin, yitik köşeleri soluk renklerle çerçeveye aktaran garip bir havayla başlar. Bir Fotoğrafçı’nın (Fikret Kuşkan) anlatımları bu garip dokuyu çevreler. Onun aktardığı kadarıyla biliriz ki bir Kadın’a (Zuhal Olcay) iki yıldır pavyonda çektiği insanların suretlerini taşır ve kadın bu suretlerde hikâye, anlam arar; ta ki Saatçi (Rutkay Aziz) olduğunu anlayacağımız kişinin fotoğraflarıyla karşılaşana dek. Saatçi’ye önce Fotoğrafçı, ardından da Kadın ve Fotoğrafçı gider; o günden sonra Kadın’ı uzunca bir süre göremez, babası hastalandığı için kasabasına döner.
Ölüler Şehri’nde esas yol, yolculuk atmosferi belirir; cenazeden sonra Fotoğrafçı, annesinin isteği üzerine yola çıkar. Tesadüf eseri bir dinlenme tesisinde Kadın’ın videosunu görür ve Garipler Şehri’nde ona ulaşabilmek maksadıyla uzunca süre kalır. Kadın ve Fotoğrafçı karşılaşır, fakat iletişim kuramazlar; bir iz sayesinde Fotoğrafçı, Kalpler Şehri’ne gider. İkili bir sabah saat kulesinde konuşur ve Fotoğrafçı’nın esas arayışının başladığı ve devam edeceği anlaşılır.
Orhan Pamuk’un ‘Gizli Yüz’ünden Ömer Kavur’un İsimsiz Suret(ler)ine bir seyir deneyimine ulaşıldığında, gizemli bir kadının arzusu, bir fotoğrafçının bu arzuya cevaben -aynı zamanda da iş olarak- iki yıl süresince, anlamlı bir yüz arayışı bu isimsiz karakterlerin esrarını ortaya koyar. İki yılın sonunda kadın bir yüzde anlam olduğunu hisseder ve fotoğrafçıdan onu bulmasını ister. Fotoğrafçıya sorması gerekeni söyler. Fotoğrafçı, kadının isteği üzerine, saatçinin dükkânına gittiğinde kadının sorusunu, saatçiyi düşündürecek olan “Hayatta ne olmasını istersin en çok?” sorusunu sorar. Saatçi şu şekilde cevap verir:
İnsanlara saatleri anlatmak isterdim… Mekanizmaların inceliğini, yayların korkunçluğunu, çarkların karanlığını… Şimdi kimse saat nedir farkında bile değil… Belki bunun için insanlar kederli, belki bunun için hikâyelerini bile anlatmıyorlar… Akreple yelkovanın arasında nasıl bir can vardır, hissetmiyorlar bile… İnsanlara saatlerin sırrını anlatmak isterdim… O zaman uykudan uyanır gibi dünyaya gözlerini açarlardı… Kederlerinden kurtulur, belki kendi hikâyelerini anlatabilirlerdi…
İnsanlar kaybettikleri anlamı ancak geçmişin kayıp anılarında -yüzleşmeyle- bulabilecektir. Yukarıdaki cümlelerden de anlaşılacağı üzere geçmişi yadsımak çözümsüzlüğe sebep olmaktadır. Zamanın yok ettikleri, geride kalanlar, kaybolan kültürel değerler, yabancılaşma, arayış hakkında fikir sahibi olmama/olamama karakterlerin dramı üzerinden aslında topluma yüz çevirir ve toplumun geçmişle, şimdi ve gelecek arasında bir bağ kurmasına olanak sağlar. Öyle ki modernleşme zamanın felsefi anlamını, insanın yaşamla ilişkisini temelden etkilemiştir. Bu yüzleşmenin sunduğu seyir, filmin çeşitli temaları bir araya getirerek bir yüzleşmeye dönüşmesi, farklı şekillerde yorumlanmıştır; Onaran bu konuda: “Gizli Yüz (1990), hakkında birçok birbirine aykırı görüşler bildirilmesine karşın, bizce şaşırtıcı bir yapıt, hatta bir baş yapıt” der.[1] Kavur ise filmin zenginliğinin pek çok temayı iç içe işlemesinden kaynaklı olduğunu söyler:
Film tabii, birçok temayı iç içe işliyor; zenginliği de orada. Örneğin bir baba teması var ki, hem genç fotoğrafçı için, hem kadın için, hem de filmin en sonunda ağlayan küçük kız için geçerli… Bu bir tema. Ayrıca saatlerden kaynaklanan zaman teması var, yüzlerin ifade zenginliğini içeren yüz teması var. Bunun dışında bir arayış teması var, bir yalnızlık teması var. Bütün bu temaları bir mozaik gibi örmeye çalıştık
Kavur çeşitli temalar üzerine inşa ettiği Gizli Yüz’de, ‘yol filmi’ prensibini bozmaz. Film başlangıcı itibariyle bir arayışa işaret eder ve hikâye/ler bu yönde gelişir. Çünkü Kavur için arayış ve yalnızlık arasında bir bağ vardır. Kendi ifadesiyle: “Sonuçta arayışlar zaten bir yalnızlık sonucudur. Gerçekten bir arama sürecine giren insanın yalnız olması gerekir”.
Hem mekân dokusu olarak -şehrin kuytuları, kasabaların sessizliği- hem de karakterler -yalnız adam, yalnız kadın, yalnız kasabalılar- ekseninde düşünüldüğünde sürekli bir tekrar vardır. Filmde zaman prensibinde de bu tekrar söz konusudur. Öyle ki yönetmen çizgisel zaman yerine döngüsel zaman akışı kullanır. Kısımlar birbirini tekrar eder; ‘Şehirler Şehri’nde başlayan hikâye sona yaklaşıldığında paralel mekân özellikleriyle ‘Kalpler Şehri’nde tamamlanır. “Her bir kısmı bir diğer İstanbul parçasına ve zamanına, kasaba ile kentin, Doğu ile Batı’nın, geleneksel ile modernin, eski ile yeninin ayrılmaz bağları ile tutunur.”
Fotoğrafçının Şehirler Şehri’nde kadına götürdüğü bir fotoğraf ertesinde iki yıllık alış-verişleri sona erer, hemen ertesinde de babasının ölümü üzerine kasabaya, Ölüler Şehri’ne döner. Kavur’un diğer filmlerinde de olduğu gibi yolculuk başlar. Ayrıca, kasabada yine Kavur’un diğer filmlerinde de rastlanabileceği gibi tren yolu, tren görülür. Fotoğrafçı, bir arazi satın almak için, akrabalarına altınları teslim etmek üzere, tekrar yola çıkar. Bir dinlenme tesisinde tesadüf eseri ekranda kadını görür; kasetin peşine düşer ve yine bir saatçiyle tanışır. Fakat bu saatçi ilk kısımdakine benzer bir ruhsallığa sahip değildir. Öyle ki ilk kısımda karşılaştığımız saatçinin hareket üslubu, yaşam üslubu son derece manalıyken, üçüncü kısımda karşılaştığımız saatçide aynı anlamı göremeyiz; bu da kadının neden ona bir şey emanet ettiği, bir saati neden ona tamir ettirmek istediği sorusunu akla getirir. Üçüncü kısmın sonuna doğru kadın ve saatçi karşılaşınca anlarız ki ilk kısımda anlam yüklenen saatçinin suretidir, yüzündeki hikâyedir; oysa üçüncü kısımda karşılaştığımız Saatçi’de aynı anlam söz konusu değildir; onun mekânı, yani saatçi dükkânıdır anlamlı olan, mahzun olan.
Filmin saatler üzerinden yola çıkarak, hem bir toplumun panoramasını sunması, hem de kişinin iç yolculuğunu ele alması, mistik yönleri, modern ve geleneksel olanı birlikte sunumu tıpkı film karakterinin bir cümlesiyle eşleşebilecek bir anlam yüklüdür; Fotoğrafçı’nın saatçiyle karşılaştıktan sonra, kadın onu anlatmasını istediğinde ifade ettiği gibidir filmin yarattığı duygu “ …onun kelimeleri yoktu sanki, bazı insanlar vardır; hikâye anlatırlar sana eve döndüğünde kafan bu hikâyelerle doludur ama eve döndüğünde adamın söylediği tek kelimeyi hatırlayamazsın”
Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda belki de Kavur filme bir son eklemediğinden ötürü, belki de alışık olunmayan bir seyir deneyimi sunduğundan ötürü kendi dönemi içinde farklı şekilde yorumlandığı da olmuştur. Özgüç bu konuya şu şekilde değinir:
Gizli Yüz yapıldığı dönemde tartışmalara yol açan bir film oldu; düşünsel yanı soyut bir gerçekçilik taşımasına karşın, Kavur, usta işi anlatımıyla son dönemin önemli yönetmenlerinden olduğunu kanıtladı.
Kavur’un söyledikleri belki eve dönüldüğünde hatırlandı ya da hatırlanmadı; fakat o bu ikilemin biraradalığı dolayısıyla, Özgüç’ün de ifade ettiği gibi, “…usta işi bir anlatım…” sergiledi.
“Ömer Kavur, Pamuk’un desteğiyle bir arayışa çıkıyor ve bu arayışı da kısmen gerçek, kısmen de gerçeğin dışında kalan bir dünyada sürdürüyor.” Bir noktadan sonra anlaşıldığı üzere, arayış belli bir şeyin peşinde olmak değildir, tanımsızdır. “(…) arayışın geçtiği (ya da arayışın oluşturduğu) ve kendine özgü bir zaman boyutuna sahip olan düşsel ve genişleyen bir dünyadır.” Arayışın henüz başladığının altı çizilir sonda, çünkü son diye alışık olduğumuz aslında başlangıçtır. Ne zamanın durdurulması ne de yeniden hareket kazanması asıl arayışın başladığı gerçeğini ortadan kaldırır. Kavur, son sahnelerde saatin durdurulması için, “(…)bir ruh huzur bulmaya çalışıyor. Bunun çok fazla simgesel bir karşılığı olduğunu sanmıyorum” diyor[2].
Evet! Kavur’un da dediği gibi “Bir ruh huzur bulmaya çalışıyor.”
[1] Ayrıca Onaran, Kavur’un Yatık Emine ve Yusuf ile Kenan filmlerine yer verdiği Türk Sineması I. Cilt çalışmasında (1994) onun Yusuf ile Kenan filmiyle -Kavur’un ikinci filmi- birlikte “gerek fotoğraf düzenlemesi,gerek kurgusu, gerekse film müziği ve kamera kullanımı açısından, filmin kişiliği olan üstün bir teknik yapısı var” şeklinde, Kavur’un farkını ortaya koyduğunu vurgular.
[2] Filmin son sahnelerinde saatin genç fotoğrafçı tarafından durduruluşunu, kişinin kendi yaşamını özgürce belirleyişi olarak değerlendirebilir miyiz? sorusu üzerine şu söyleşiye bkz.
Yararlanılan kaynaklar
Avcı, Artun ve Özhan, Dilek. (2008) Romanesk Kent: Gurbet Kuşları’ndan Gizli Yüz’e. Mehmet Öztürk (Ed.), Sinematografik Kentler Mekânlar, Hatıralar, Arzular, İstanbul: Agora Kitaplığı
Basutçu, Mehmet, Ömer Kavur Gizli Yüz’ü Anlatıyor, 1991, Hürriyet Gösteri
Esen, Şükran, Ömer Kavur Sinemamızda Bir ‘Auteur’, İstanbul: Agora Kitaplığı, 2015
Onaran, Alim Şerif, Türk Sineması, II.Cilt, Ankara: Kitle Yayınları, 1995
Pamuk, Orhan, Gizli Yüz, İstanbul: 2016
Scognamillo, Giovanni ve Demirhan, Metin, Fantastik Türk Sineması, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, 2005
Tan, Pervin (Antrakt, 1991). [12.05.2017] Ömer Kavur’la Gizli Yüz üzerine, Ömer Kavur ile söyleşi, Türk Sineması Araştırmaları http://www.tsa.org.tr/tr/yazi/yazidetay/337/omer-kavur’la-gizli-yuz-uzerine
Yüksel, Gülay (2013). Eleştirel Bir Ömer Kavur Filmografyası Denemesi. (Yayımlanmamış yüksek lisans tezi). Yakın Doğu Üniversitesi/Sosyal Bilimler Enstitüsü, Lefkoşa.