Ana SayfaManşetTürkiyelileşme siyasetine ilişkin bir hatırlatma – Erol Katırcıoğlu

Türkiyelileşme siyasetine ilişkin bir hatırlatma – Erol Katırcıoğlu


Erol Katırcıoğlu*


Çağımız kimlik savaşları çağı. İnsan evladının kimliğinin peşine düşmesi büyük ölçüde küreselleşmenin bir sonucu. Küreselleşme, aydınlanmanın ürünü olan ulus devletin sınırlarını muğlaklaştırdıkça ve yerine de yeni bir sistem ikame etmedikçe insanlar için büyük bir belirsizlik iklimi oluşturdu. Belirsizlik ortamında uzun süre yaşama imkanı olmayan ulus devlet insanları ise bu belirsizliği aşmak için kendi kimlikleri içine dönmeyi seçtiler. Bu nedenle de sınırları muğlaklaşmış ulus devletlerin sınırları içinde eskiden “vatandaş” olan insanlar artık farklı “kimlikler” içinde tanımlanır oldular. Ulus devletler artık heterojen topluluklar haline dönüştüler.

Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığım süreç tabii ki farklı ülkelerde farklı yaşandı. Eskinin homojen Batı’lı ulus devletleri içlerine gelen göçlerle bu heterojenliğe geçerken, Türkiye gibi başlangıçtan beri heterojen olan topluluklarda ise tarihe referansla farklı kimlikler her biri kendi alanında güçlenerek daha bir görünür oldular.

Çağımızın kimlik savaşları çağı olması da bu nedenle. Kimlikleşen ulus devlet yapıları içindeki kavga, ulus devletin deyim yerindeyse “kendi malı” olduğunu düşünen kimlik ya da kimlikler arasında olduğu kadar, egemen kimlikle ulus devletin sınırları içinde daha zayıf olan azınlık kimlikler arasında bir kavga olarak ortaya çıktı…

Bu kavganın Türkiye bağlamındaki karşılığı ise -ki bu yazıyı bunun için kaleme aldım- “dindar-muhafazakar” kimlik ile “seküler” kimlik arasında… Ülkeye kuruluştan 2000’li yıllara kadar egemen olmuş “seküler kimliğin” egemenliği, yerini şimdi “dindar-muhafazakar” egemenliğine bırakmış durumda. Daha doğrusu bu iki kimlik arasındaki kavga henüz sonuçlanmamış olsa da “memleketin asıl sahibi kim” kavgasıdır. Asıl kavga bu iki kimlik arasında olurken, kimin hakim olacağı konusu büyük ölçüde bu iki kimliğin dışında siyasallaşmış Kürtler ve Alevilerin nasıl davranacağına bağlı.

Şu anda iktidarda olan “dindar-muhafazakar” kimlik, milliyetçi kimlikle bir dayanışma içinde “seküler kimliğin” üzerine giderken yaklaşan seçim nedeniyle de Kürt kimliğinin siyasal etkisini yok etmeye çalışmakta. Bir dönem önce Kürtleri “din kardeşliği” çerçevesinde kendi egemenlik alanını genişletmeyi düşünerek çözüm arayışına girmiş olan AKP, bunu yapamayacağını gördüğünden Kürt siyasetine düşmanlık yapar noktaya evrilmiş ve büyük bir baskı sistemiyle HDP’nin üzerine çökmüştür.

Ulus devlet çatısı altında egemen olan kimliğin azınlık olan kimlik üzerinde uyguladığı baskı politikası, o azınlık kimliğin içinde bir homojenleşmeye neden olur. Bir başka deyişle baskı gören kimliğin içindeki farklı sosyolojik ve ideolojik katmanlar arasında bir dayanışma yaratır. Çünkü baskı, kimliğin içindekilerini “işverenmiş” ya da “işçiymiş” ya da “orta sınıfmış” gibi ayırmayacağı gibi aksine o kimliğin “işçilerini” ve “işverenlerini” de bir araya gelmesine zorlamış olur.[1] Bu da, bir isyanın “finanse” edilmesini kolaylaştırır. Dolayısıyla baskı uygulayarak azınlık kimliği zapta rapta alacağını düşünen egemen kimlik, arzuladığının tam aksine bir sonuçla karşılaşmış olur. Homojenleşmiş ve bir isyan başlatabilme kabiliyeti kazanmış azınlık kimlikle, kendi içinde homojenleşmiş ve azınlık kimliğe yabancılaşmış olan iktidar, potansiyel bir çatışma iklimine sürüklenmiş olurlar.[2]

Bir ulus devlet çatısı altında kimlikler üzerinden oluşan bu her iki taraf için de tehlikeli olan politikaya “kimlikçi” sıfatını takabiliriz. Kimlikçi politikalar “kimlik” politikalarından farklıdır. Bunlar arasındaki temel fark; “kimlik politikaları”, kimliğe ait talepleri ifade eden ve onların yerine getirilmesi için toplumun diğer kimlik mensuplarını ikna etmeye çalışan politikalarken “kimlikçi politikalar” kendi kimliğinin önemli olduğunu ve diğer kimliklerin de bu öneme uygun davranmaları gerektiğini diğer kimliklere empoze eden politikalardır. Bu nedenle de “kimlik” politikaları barışçı ve demokrat politikalar iken “kimlikçi” politikalar baskıcı ve çatışmacı politikalardır.

Egemen kimlik azınlık kimlik üzerine, onların demokratik talepleri üzerine baskı uyguladığı zaman, azınlık kimlik, yukarıda da ifade ettiğim gibi içine kapanır ve homojenleşir. Bu durum, azınlık kimliğin mensuplarını homojenleştirirken, o kimlik içinde “kimlikçi politikaların” da önünü açar. Kendi kimliğinin taleplerini diğer kimlikler nezdinde ifade etmek, onları ikna etmek ve gerçekleşmelerini sağlamaya çalışmaktan, o kimliğin bir tür egemenliğini ya da ayrılığını talep eden bir yere sıçrar.

Tabii ki böyle bir duruma evrilmekten memnunluk duyacaklar olabilir. Ayrılıp, kendi devletini kurmak gibi milliyetçi bir yere yönelecekler olabilir. Ama gerek ülkemizin somut koşulları ve gerekse dünya konjonktürü böyle bir yönelişin sonuçsuz olacağını gösteriyor. Irak‘ta Kürdistan devletinin kuruluşuyla ilgili referandumun ya da İspanya’da Katalan sorununun çözümü için verilen uğraşların gösterdiği gerçek budur. Kaldı ki Türklerin ve Kürtlerin ilişkileri ayrı bir değerlendirmeyi de anlamlı kılar.

Dolayısıyla önümüzdeki siyasetin, karşımızdaki “kimlikçi siyasetlere” karşı çıkarak bütün kimliklerin kendi kimlikleriyle ilgili taleplerinin ifade edebilecekleri ve yaşayabilecekleri yeni bir demokrasi siyaseti olması gerektiği açıktır. Aslında HDP’nin “Türkiyelileşme siyaseti” tam da budur. Kısaca özetleyecek olursak;

  1. Türkiyelileşme siyaseti, başta Kürtler olmak üzere ülkedeki diğer mağdur kimliklerin kimlik taleplerini gerçekleştirmek üzere radikal demokrat bir tutumla siyaset yapmak demektir. O nedenle de HDP’nin siyasetteki vurguları yalnızca “Kürdi” olamaz. Bu politikalar, diğer mağdur kimliklerin de taleplerini vurgulayan, onların da değerlerini savunan, legal siyasetin el verdiği ölçüde onların da kahramanlarına sahip çıkan bir yerden kurgulanmalıdır.
  2. Türkiyelileşme siyaseti, başta Kürtler olmak üzere iktidarı hedefleyen, en azından iktidarı paylaşmayı hedefleyen bir siyaset olmalıdır.
  3. Bu nedenle de her bir HDP’li özgüvenli olmalı ve ülkedeki “kimlikçi” politikalara batmış siyasetçilere karşı bütün mağdur kimliklerin haklı taleplerini ortaya koymalıdır.
  4. Kendi içindeki Kürt kimliğinin baskı görenleri arasında yer alan “işadamlarını”, “çiftçileri” ve “işçileri” olduğu kadar diğer kimliklerin benzer kategorilerindeki mağdur kesimleri de içeren bir siyaset izlemelidir.

Kısacası, HDP, radikal demokrat bir siyasi hareket olarak mevcut “kimlikçi” siyasetlere meydan okumaya devam etmeli. Kimlikçiliğin ve milliyetçiliğin çekimine düşmemeli, Türkiye’nin geleceğini, yeni bir demokrasiyi, dayanışmayı, dostluğu ve arkadaşlığı öne çıkaran siyasetine devam etmelidir.


[1] Aslında iktidara gelmeden önce AKP’nin durumu böyleydi. Yani, kurulu seküler düzenin 28 Şubat gibi baskıları altında kalan İslamcı kesimler, aralarındaki sosyal ve ideolojik farklılıkları aşarak birleşmişler ve iktidara yürümüşlerdir. İslamcı kimliğin içindeki en önemli ve örgütlü olanı kuşkusuz Fethullah Gülen Cemaati idi. Dolayısıyla 28 Şubat gibi bir olayla İslamcı kimliği baskı altında tutabileceğini düşünen “seküler” kesim yanılmıştı ve seçimler, olası bir çatışmayı önleyerek iktidarın İslamcılara geçmesiyle sonuçlanmıştı.
[2] Sosyolojinin toplumsal çatışma konusunda söylediği üç önemli konu vardır: 1) Bir toplumda farklı gruplar varsa, 2) Gruplar kendi içlerinde homojenleşmişlerse, 3) Gruplar arasında yabancılaşma varsa, o toplumda potansiyel bir çatışma iklimi var demektir.

* HDP İstanbul Milletvekili Erol Katırcıoğlu


PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
İstanbul'da 'dur ihtarına uymadığı' iddiasıyla vurulan bir kişi öldü
Sonraki Haber
Mevcut en güncel haber.