Ana SayfaGüncelÖğrenciler ayakta: Genç sürdürebilmek üzerine bir deneme

Öğrenciler ayakta: Genç sürdürebilmek üzerine bir deneme


Kemal Taylan Abatan*



Boğaziçi Üniversitesi’nde, daha önce AKP’den aday adayı olan Melih Bulu’nun rektör (kayyum) olarak atanmasından sonra başlayan protestolar boyut kazanarak devam ediyor. Öncesinde Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin başlattığı eylemler, şu anda birçok üniversiteden öğrencilerin kendi örgütlenmeleriyle geliştirdikleri dayanışmayla büyüyor. Özellikle 15 Temmuz’dan sonra iyice sindirilmiş olan toplumsal muhalefetin sürekli olarak bir gözünün ucuyla çevresine göz gezdirmesine karşılık belki de öngörülemez gelen öğrencilerin örgütlü tepkisi mevcut koşullarda mücadeleyi sürdüren özneleri de göreve çağırıyor.

Öğrencilerin örgütlü tepkisinin yalnızlaştırılmasına yönelik iktidardan gelebilecek refleks gecikmedi. Ancak öğrenciler muhtemelen bunu bekliyordu. Onlar açısından esas şaşırtıcı olan kendisine muhalefet diyen, post-AKP’den rol kapmaya çalışan ve “Her şey çok güzel olacak” diyen kimi siyasi grupların iktidara verdikleri örtülü destek oldu. Bu birçoğu açısından şaşırtıcı olduğu gibi, yaşadığı ülkenin demokratikleşmesini gerçekten arzulayanlar açısından tahmin edilebilir bir sonuçtu. Heyhat, bu gruplar her defasında iktidara istediği desteği verdi. Zaten kendileri de söylediler; “Ne istediler de yapmadık?” diyerekten. AKP-MHP iktidar bloğunun Kürtlere yönelik yürütmek istediği savaşa da cezaevlerinin çeşitli argümanlarla siyaset yapan insanlarca doldurulmasına da Libya’dan, Karabağ’a kadar uzanan saldırganlığa da hep aynı eller havaya kalkarak onay verdi. Yani sözün özü, zaten “hepsi oradaydı”.

Bu bağlamda, zaten orada olanların, yani iktidarın ve yancılarının çizmeye çalıştıkları tablo sisli bir tablo. Türkiye halkları insan hakları ihlallerinin kıskacında. Üstelik bu öyle retorik bir ifade değil. Başta yaşam hakkı olmak üzere tüm hakları askıya alınmış bir toplum var. Ne yaşamından emin olabiliyor, ne alacağı eğitimden, ne de sağlığından. En basit insan ihtiyaçlarından olan beslenme ve barınma gibi haklar dahi askıda. Bebek mamalarına kilit vuruluyor, TikTok gibi toplumun ne yaşadığını anlık olarak görebildiğimiz sosyal medya mecralarında bir şişe yağ için tören düzenlendiğine dair videolar görülüyor. Daha da vahim bir biçimde, çocuklarının temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan, onların yüzüne bakamadığını söyleyen ebeveynlerin, okullarından ayrılmak zorunda kalan öğrencilerin, borç batağında olduğu için dayanamayan insanların yaşamlarına son verdikleri haberleriyle sarsılıyoruz. İşte iktidar ve yancısı kimi muhalefet partilerinin sis perdesiyle gizlemek için ortaklaştıkları gerçek bu.

Yaratılan perdesini dağıtmak için, tarihin bir dönemecinde daha, öğrenciler ayağa kalktı. Kimi insanlar onlara öğrenci denilerek küçük düşürüldüğünü iddia ediyorlar. Ben öyle düşünmüyorum. Tarihin dönemeci dememin sebebi de bu aslında. Öğrenciler, tarihsel olarak bir kez daha öncülük edebilir. Nasıl ki, 6. Filo’ya karşı haykırırken sol yumruğunu kaldıran bir öğrenciyse, Fis Köyü’nde toplanıp gidişata bir son vermek isteyen ve umudun kıvılcımını çakan da öğrenciydi. Haklar bakımından eşitliğe, bağımsızlığa, adalete inanç aynıydı. Sadece farklı coğrafyalarda, farklı hayaller kuruyorlardı. Gidişatı seyretmek yerine veya hocalarının onlarda büyük cevher keşfedip, kendi pasifist konumlarına çekmek istemelerine rağmen on yıllardır yankılanan güçlü bir sesle “hayır!” dediler.

Şimdi gelinen noktada, koşullar değişse de benzer bir şekilde öğrenciler tekrar ayağa kalkıyorlar. Kendilerine dayatılana itiraz ediyor, bunun için gerektiğinde mücadele veriyorlar. Sıkışmışlığı Kürtler, kadınlar, işçiler, LGBTİ+’lar gibi, öğrenciler de hissediyorlar. Çünkü bunlar farklı kimlikler olarak temsiliyetleri olsa da, nihai olarak, bu sistemin çarkları arasında öğütülmek istenen, yaşamları egemenler tarafından birer meta olarak ele alınan bir toplumun üyeleri; hayatları birer alış-veriş nesnesi veya parayla satın alınabilir şeylere dönüştürülmüş insanlar; yaşamları egemenler tarafından pazarlık konusu yapılan, buna itiraz edildiğinde ise devletin tüm aygıtlarıyla üzerine çullanılan kişiler. Öğrenciler de diğerleri gibi, bunu görüyor ve itiraz ediyorlar.

Öğrenciler kendilerine yönelen saldırılar karşılığında mücadele hattı oluşturmanın yollarını arıyorlar. Örneğin, üniversitelerinde oluşturdukları dayanışma ağlarını onların siyasal pozisyonlarını güçlendirecek bir biçimde politik öncülüklere dönüştürüyorlar. Bu öncülükler kendileriyle birlikte, böylesi ağır koşullar altında ezilen ancak bir çıkış arayan, bu çıkışı da öncüsüzlük sebebiyle ertelemek zorunda kalan kitlelere umut ışığı olarak taşıyorlar. Kürtlere, kadınlara, LGBTİ+’lara, işçilere dönük olarak gelişen geniş ve neo-liberal saldırıyla, nefessiz bırakılanlara nefes olmaya çalışıyorlar. Bunun için de, “Bundan sonra sıra sizde” diyorlar.

Bizlerin sorumluluğu nedir? Evvela görevini yapamayan bir öğretmen olarak, meselenin psiko-politik boyutunu incelemek isterim. Bizler açısından özgür yaşamı hızlıca kurma kaygısı, sıklıkla gençliğe atfettiğimiz hataları yapabilmemize yol açmıştır. Önerim odur ki, öğrencilere paket teoriler götürmek yerine onların ne söylediklerini dinleyelim. Neyden kaygı duyduklarını, yaşamlarını neden tehdit altında hissettiklerini anlayalım. Onlarla nihai olarak, farklı ifade edilse bile, aynı dili konuştuğumuzu göreceğiz. Takdir edersiniz ki dünya hızla değişmektedir. Söyledikleri şeylerin bizim dünyaya bakış biçimimizden farklılıkları olacaktır. Eğer tek tip bir dünya hayal etmiyorsak da bu zaten olağandır. Daha sonra onlarla, içinde bulunduğumuz durumu “senin dertlerin de bir şey mi” veya “ne kadar küçük dertlerin var” kabalığına kaçmadan tartışalım. Gençliğin enerjisini, öfkesini, hayata bakışını yabana atmayalım. Bu bizler açısından da içerisine girdiğimiz yaşam mücadelesinde, bir şeylere itiraz edebilecek enerjiyi artık tüketmeye yüz tutmuş veya tüketmiş olanlar açısından yenileyici olacaktır. İçimizdeki ateşi tekrar harlayacaktır.

Bununla birlikte, işin politik yönünden bakacak olursak, gençlik kendi içerisinde bir öncülük yaratmanın uğraşını sürdürürken, kendisiyle birlikte, mücadele eden diğerlerini de direnişe çağırmaktadır. Bu çağrının psikolojik olarak abi/abla-kardeş/kızkardeş’e dönüşmesinden çok, bir yoldaşlık olduğunu kavramak gerekir. Birbirinin açığını arayan değil, birbirinin farklılıklarını kabul eden bir yoldaşlık biçimi gelişebilir; en azından bu zorlanabilir. Bu gelişirken de sabırlı olunabilir. Gençliğinin bir döneminde, 2000’lerin serhildanlarını ve Gezi’yi izlemiş/yaşamış bir kuşağın üyesi olarak, artık bir daha başarısızlığa uğramanın ne vahim sonuçlar doğuracağını yeterince tecrübe ettik. Bu bağlamda, kesin ve büyük bir zafer beklentisine girmeden -büyük beklentilerle devrim hayallerinin başarısızlıkla sonuçlandığında ne olduğunu psiko-politik bağlamda Enzo Treverso “Solun Melankolisi” kitabında açıklamıştı- ancak iyi hesap edilmiş ve hazırlanılmış bir mücadele yukarıdan aşağıya paket argümanlarla değil, aşağıdan birbirinin farklıklarını kabul ederek, temsiliyetini sağlayarak ve asgari müşterekler yaratılarak örgütlenebilir. Bunu yaparken de kesin sonuca kestirmeden ulaşma tembelliğini göstermek yerine, ütopyamıza yavaş yavaş ilerlemek hepimiz açısından iyi olabilir. Genç başladıysak da, gençlikten ilham alarak yürüyüşümüzü sürdürebiliriz.


* Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tarih Bölümü’nde lisans eğitimini, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı’nda ise yüksek lisans eğitimini tamamladı. Yakın dönem Ortadoğu ve dünya tarihi, Türkiye iç ve dış siyaseti, siyaset kuramları ve insan haklarının kuramsal çerçevesi üzerine bağımsız araştırmalar yürütmektedir.

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
Covid-19: Küresel salgında aktif vakalarda gerileme
Sonraki Haber
Mevcut en güncel haber.