Ana SayfaYazarlarBahadır AltanFelaketler zinciri gökyüzüne sıçramasın!

Felaketler zinciri gökyüzüne sıçramasın!


Bahadır Altan


Yangınların hemen ardından gelen sel felaketleri ve onlarca can kaybı, aynı zamanda yaşanan trafik kazalarını, çarpışan, devrilen yolcu otobüslerini adeta gözlerden sakladı. Çare olarak TOKİ dışında bir şey üretemeyen iktidarın yarattığı kaotik ortamın bunda payı büyük. Böyle zamanlarda emniyet tedbirlerinin hiçe sayıldığını, alınan risklerin arttığını gözlemlemek sürpriz olmuyor. Kahramanmaraş’ta yangın söndürme uçağının düşüp uçuş ekibinin tamamının yaşamını yitirmesi tesadüf değil. İş cinayetleri, kazalar artıyor. İnsan ve diğer canlıların yaşamı ve doğanın değeri bu ortamda iki paralık oluyor. Bütün bunlara bakarak hava trafiğinde de kaza riskinin arttığını söylemek kehanet olmaz…

Her iş kolunda sağlıklı ve emniyetli üretimin ilk ve en önemli koşulu kuşkusuz çalışma barışıdır. Bu nedenle anayasada “çalışma barışını koruyacak tedbirler almak” devletin görevi olarak tanımlanmış. Devlet her dönemde bunu, patronların yanında, işçilere karşı bir görev olarak uyguladı. İşçinin emeğinin karşılığını ödemediği için, hatta canını hiçe saydığı için devleti karşısında bulan patron gördünüz mü hiç?

Çalışma barışının yetmediği alanlar da var kuşkusuz. Takım çalışması gerektiren, takımı oluşturan bireylerin huzur ve uyumunun, işin emniyetle yapılması için şart olduğu iş kollarından biridir havacılık. En tepedeki yöneticisinden başlayarak pilotlar, kabin memurları, uçuş ve ekip planlama, teknik kadro, yer hizmetleri, bavul yükleyenine kadar bütün takım uyumlu çalışmak durumundadır. Bir tanesinin eksikliği veya işini iyi yapmaması bütün süreci etkileyip uçuş güvenliğini ortadan kaldırıyor. Dünyanın en yeni, en modern uçaklarına, en iyi pilotlarına, en eğitimli teknik kadroya da sahip olsanız kaliteniz bu zincirin en zayıf halkası kadar oluyor. Örneğin kötü bir ekip ve uçuş planlama bölümünüz varsa, işler birdenbire çorbaya dönebilir. Veya her şey süper ama, yetersiz bir kaptanla yola çıktıysanız şansınız fazla değil. En kötüsü de balığın baştan kokması!

Trabzon Havaalanı’nda Pegasus’un pisten çıkıp denize doğru baş aşağı zar zor durabildiği ilk önemli uçak kazası henüz gerçekleşmiş, can kaybı olmamış ama deyim yerindeyse direkten dönülmüştü. Şirketin kıdemlileri olarak sorumluluk duyuyorduk. Objektif, açık sözlü olmamız, iğneyi önce kendimize batırmamız gereken bir noktadaydık. Eksiklikler tespit edilmeye, çareler üretilmeye ve uçuş emniyetini sağlamlaştıracak önlemler alınmaya çalışılıyordu.

“Bu şirkette bir aidiyet duygusu, takım ruhu vardı. Geldiğiniz günden itibaren 1 yıl içinde bunu yerle bir ettiniz!” Bu cümleyi uzun konuşmasının ardından “şimdi sizleri dinliyorum” diyen Pegasus CEO’su Mehmet Nane’nin yüzüne karşı, toplantıdaki üst düzey yardımcıları ve öğretmen (ve Kontrol Pilotu) kaptanlar önünde söyleyerek başlamıştım konuşmama. Mesleki tecrübe, birikim ve konumumuz bu tür eleştirileri yapma özgüvenini veriyordu. O güne kadar da şirketi yönetenlerde bu tür eleştirileri değerlendirecek bir kültür vardı. Konuşmamı “Bir kaza ile yara aldık, kar kaygısını azaltıp, biraz yavaşlayıp toparlanmamız gerekiyor” benzeri sözlerle bitirdiğimi hatırlıyorum…

M. Nane işe başlar başlamaz övündüğü “tırpanını” ele almış hem de yıllarca şirkete hizmet etmiş, tecrübeli kabin amirleri de dahil onlarca işçiyi kışa yaklaşıldığı bir dönemde tazminatsız işten atmıştı. (Âdettendir, işçi çıkarmaları hep yaz yoğunluğu bitince olur havacılıkta!) Bununla herkesi değersizleştiren bir mesaj veriyor ve işten atılma korkusu yayıyordu. Benzer uygulamalar AKP iktidara gelir gelmez THY’de yapılmış, havacılıkla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler işbaşına getirilmiş, birçok yer ve uçak kazasının zemini yaratılmıştı. Sivil Havacılık bu dönemde yapılan hataların bedelini onlarca yer ve uçak kazası ve can kayıplarıyla ödedi.

M. Nane, önce sözümü kesip “Bunları yapmasaydım şirket batıyordu!” türünden itiraz etse de sözlerimi sonuna kadar dinlemesinden umutlanmıştım. Ancak öyle olmadı. Havacılıktan çok uzak bir geçmişi olan yeni CEO, belki de tek bildiği şeyi yaptı. Kazadan sonra bazı pilotları, kabin memurlarını işten attı. O zamana kadar bir kaza olmadıysa bunun sağlanmasında payı büyük olan deneyimli öğretmen kadrosunu “gençleştiriyorum!” diyerek, daha yerlerine yenileri yetiştirilmeden hepsini bir kalemde görevden aldı. Kısa süre sonra da bu kez Sabiha Gökçen Havalimanı’nın eksiklikleri ve 3.Havalimanı trafik yönünün de büyük katkılarıyla ikinci büyük kaza yaşandı. Onlarca yolcu ve uçuş ekibinin yaralandığı kazada 3 yolcu yaşamını yitirdi…

Havacılık ayrı bir disiplin ve kültürdür. Odağında insana verilen değer vardır. Uçuş emniyetini her şeyin üzerinde tutmak bunun temelidir. Kar hırsıyla emniyetten tasarruf etmeye başlandığınızda ipin ucu kaçar. Örneğin yakıt tasarrufunu abartırsanız, emeğin maliyetini azaltalım diye tecrübenin değerini ıskalarsanız, liyakate özen göstermez, kontrollerde insan kayırırsanız, işçilere verdiğiniz eğitimlerden bile para kazanmaya çalışırsanız kısa vadede belki karlılığı artırır, ama orta ve uzun vadede şirketi batırırsınız. Bu kültüre en fazla ihtiyaç duyulan yer ise şirketin en tepesinde yönetici makamıdır. Sivil havacılığımız, bu kültürden uzak yöneticilerin batırdığı şirketlerle doludur. İflas prosedürü de patronlara Turizm Bakanı’nın kardeşine ait son Atlas Jet örneğinde olduğu gibi altın tepside olanaklar sunduğu için, voleyi vurup tüyen şirketler cennetidir adeta Türkiye. İşçilere de çalışıp alamadıkları ücretleri, gasp edilen hakları kalır…

Pandemiyi fırsata dönüştürüp emek maliyetlerini azaltan şirketler bunun kalıcı olmasını istiyor. Bu amaçla tehditler, işten atmalar hızlandı. İşçilerin sendikal örgütlülüğe duydukları ihtiyaç da o ölçüde arttı kuşkusuz. Pegasus’ta sorunları büyüyen işçilerin Nakliyat İş’e üyeliği de böyle hız kazandı. Sözde anayasal haklara saygılı CEO Nane’nin demokratlığı da buraya kadardı elbet!

Bu kez üye olunan sendika, sarı Hava İş, ya da sadece pilotlara yakın göründüğü için toplu sözleşme yetkisi almaktan oldukça uzak Hava Sen de değil. Nakliyat İş, uçuş ve yerdeki bütün işçilere ulaşarak yetki alma olasılığı yüksek, DİSK’e bağlı mücadeleci bir sendika olunca telaş da büyük oluyor elbet. Göz dağı amacıyla tırpan sallayan CEO Nane’nin işten attığı işçilerin büyük bölümü sendikaya üye olanlar. Diğer taraftan işe alım ilanları da devam ediyor tabi! Pandemi süresince ücretsiz izin vb yollarla mobbing uyguladığı bazı pilotlarına ise 3 maaş rüşvet alıp istifa etmeleri dayatıldı. İşten çıkarma yasağı kalkınca da yaklaşık 7 pilot işten atıldı. Uçuşlar eski temposuna ulaşıp pilot ihtiyacı artınca, yabancı pilotlar da dahil lisans sahibi herkesin peşine düşüleceği ise kesin. Böyle zamanlarda yeterli tecrübeden uzak genç pilotların, yine alelacele kaptan yapılacağını söylemek de kehanet olmaz…

Bütün bunlar ölçülebilen bir değer olan kaza potansiyeli faktörleridir. Bir havacılık şirketinde işten atılma kaygısıyla işçilerin huzuru kalmamışsa, orada takım çalışması da uçuş emniyeti de tehlikededir. Patronların işçiler arasında pek hoşlanarak yaydıkları işini kaybetme korkusu, uçuş emniyetini sinsice erozyona uğratır. Baskıların artmasıyla kuralsızlıklara sessiz kalmalar başlar. Meslek etiği ve takım çalışmasının yerini bireysellikler alır. Gördüğü aksaklıklara müdahale yerine “bana ne benim sorumluluğum değil nasılsa” anlayışı gelişir. İşte bütün bunlar uzun süren çabalarla düşürülen kaza potansiyelini bir çırpıda artırır. Tepedekilerin gözünün kar hırsıyla körleştiği zamanlarda, farklı meslek gruplarının sendika çatısı altında oluşturacakları birliktelik, sorunların üstesinden gelmenin ve dağılan takımı toparlamanın da yoludur aslında. Kuşkusuz patronların karla sınırlı ufuklarının çok ötesinde bir şey bu.

Umarım yanılırız, ancak bütün gelişmeler havacılık kültüründen yoksun yöneticilerin elindeki sektörde riskin arttığını gösteriyor…


Bu yazı İşçi Sözü gazetesinin Ağustos sayısında da yayımlanmıştır.



Önceki Haber
Akbelen direnişçileri: Maden ocağı tamamen durdurulmalı
Sonraki Haber
Pakistan'da Aşure törenine bombalı saldırı: 5 kişi yaşamını yitirdi