Bedia Akkaya*
Türkiye’nin içinde bulunduğu yoksulluk, işsizlik, açlık ve sefalet koşulları içinde tüm siyasi partiler bir yandan savaşa hazırlanır gibi seçime hazırlanıyor bir yandan da ittifak çalışmaları yürütüyor. Diğer taraftan muhalefet, Türkiye’yi yönetmeye hazır olduğunun propagandasını yapmaya çalışıyor. Aslında toplum için çok da bir şey ifade etmeyen her birinin siyasal çıkarlarını korumaya ve büyütmeye çalışırken çarpıştığı ve dövüştüğü bir muharebe alanındaymış izlenimi veriyor.
Maalesef uzun bir süredir, siyaset denilince sadece yöneten ve yönetilen ilişkisine indirgenen, sandıklara sıkıştırılan ve eril tahakkümün egemen olduğu bir anlayış görüyoruz. Modern yaşamın yarattığı bireyselleşme, duyarsızlık ve ilgisizlik de eklenince siyasete olan yabancılaşma önemli bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Siyasete katılımın oy kullanmak ile sınırlandırıldığı, hatta oy kullanıldığında seçmenin iradesini tanımayan toplumu alternatifsiz bırakmak isteyen bir dayatma ile karşı karşıyayız.
Kadınlar açısından iliklerimize kadar kendini olumsuz olarak hissettiren bu siyaset pratiğini çok güçlü analiz etmemiz ve yeniye dair kadının politik aklının konuşması ve kadın müdahalesiyle yeni bir siyaset tarzının oluşması gerekliliği ortada. Oysa kadınlar olarak hem “nasıl” hem de “niçine” dair çok güçlü gerekçelerimiz var.
“Niçine” dair hemen birkaç şeyi belirtelim: İktidar siyasetini uzun bir süredir büyük bir otoriterleşme, militaristleşme, dinci ve cinsiyetçi baskı dalgasıyla sürdürmektedir. Toplumda alevlendirilen kutuplaşma siyasetine bir de eril gövde gösterisi ve sert bir erkek egemenlik saldırısı ekledi.
Türkiye’de iktidar stratejisi güçlendirilmiş, şiddetlendirilmiş bir erkeklik performansı ile güç gösterisi olarak kendini dışa vurdu. Bugünkü iktidarın stratejisi, kadınlara sınır çekme, kadınları kategorilere bölme, rolleri keskinleştirme ve kadın-erkek hududunu belirginleştirme üzerine kurulmuş. Bunu yaparken de kadınların etkileşim ve kesişim zeminlerini ortadan kaldırma, yaşamsal enerjilerini sınırlandırma, görünürlükleri, eylemlilikleri ve hareket alanını azaltma temelinde yapmaktadır. İktidar, bu stratejinin farkında olan ve bunu teşhir eden kadınlara karşı ise sert müdahaleler gerçekleştirmektedir. Kadınlar sokağa, alana, meydana çıkmasıyla polis şiddeti devreye girmekte, gözaltı ve tutuklamalarla bastırılmaya çalışılmaktadır. Yani tüm toplumda olduğu gibi itiraz eden, direnen, mücadele eden kadınlara da “had bildirme”, “hareketsiz bırakma” ve “denetim” stratejisi izlenmektedir.
Dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de sağ, popülist, iktidarcı ve faşist politikalar yeni bir cinsiyet politikasını da açığa çıkardı. Özellikle; Türkiye gibi ülkeler cinsiyetçi politikalarını dincilikle soslamış, kadınları “makul” kadın olmaya zorlayan; kutsal annelik ve hanım sıfatlarıyla tanımlayan, aile merkezli, ev içi alanda ücretsiz emek sarf eden rollere sıkıştırmaya çalışıyor. Bunu yaparken de söylemlerinde de geri durmuyor. Örneğin; 2015’te Sağlık Bakanı olarak görev yapan Mehmet Müezzinoğlu “Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir” diyerek kadınlara biçtikleri rolü en açık biçimde ifade etmişti.
Tabi yine en güzel cevabı biz kadınlar vermiştik. O dönem Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı olan sevgili Gültan Kışanak tüm kadınlar adına Bakana şöyle demişti: “Andolsun ki biz kadınlar en büyük kariyerimizi sizin saltanatınızı yıkarak yapacağız.”
Erkek egemen iktidarlar, kendi kariyerleri ve saltanatları için kadınları hep en geriye ittiler. Kadınları yaşamın, siyasetin, kamusal alanının dışına ittiler, yönetimden, karar mekanizmalarından uzaklaştırdılar. Ancak biz kadınlar buna itiraz ettik ve buna karşı mücadele ettik ve etmeye devam ediyoruz.
Dolayısıyla biz kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi her zaman iktidarı rahatsız etmiştir. İşte bu yüzden, yıllarca büyük mücadele emek ve bedelini ödeyerek oluşturduğumuz kadın değerlerimize, oluşumlarımıza, kadın sistemimize ve kadın siyasetimize saldırarak intikam alınmaya çalışılıyor. Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet, kadın yoksulluğu da saldırının en üst noktasını oluştururken; İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi, kadın kurumlarına kayım atanması, kadınlara yönelik baskının artırılması derinleşmiş bir kadın krizini açığa çıkardı. Evet, bu ülkede derinleşmiş bir ekonomik kriz, demokrasi krizi, doğa krizi olduğu gibi derinleşmiş bir kadın krizi de var.
Kuşkusuz; bu politikalara karşı direnenler olarak güçlü bir tarihsel deneyime ve güçlü bir fikriyata sahibiz; iktidarın cinsiyetçi, militarist, ve dinci politikalarına karşı demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ile mücadeleyi büyütüyoruz. Tamda bu derinleşmiş çoklu kriz alanlarına karşı bu paradigmanın kendisi en güçlü alternatifini yaratıyor. Üstelik demokratik siyasetin etki alanı her gün biraz daha büyüyen bir noktada ve HDP’de demokratik siyasetin en önemli ayağını oluşturuyor.
Şimdi bu momenti büyüten kadınlar olarak, kadın aklı ve siyaseti ile derinleşmiş krizlerden çıkışın yolunu bulabiliriz. Bunun için dayanışmayı örgütlemek, kadın ittifakını güçlendirmek, alternatifleri daha fazla konuşmak ve pratikleştirmek gerek. Kadınlar, Türkiye’nin en geniş ve güçlü muhalefetini oluşturan kesimi. Toplumun yarısını oluşturduğu içinde kuşkusuz değişim ve dönüşümdeki rolü çok büyük ve etkileyici.
Rolünü bilen yerden nedensellik ve niçinlik durumunun daha güçlü kritiğini yaparak, gidişata kadınlar olarak “bu böyle gitmez kadınlar izin vermez “demek lazım. Erkek egemenliğine karşı mücadeleyi büyütme ve kadın özgürlük mücadelemizi tüm kadın zeminleriyle buluşturan, kesişim alanlarını çoğaltan, dayanışmanın en geniş halini oluştun bir yerden ele almamız lazım.
Bu ülkede demokrasiye geçiş planları ve programları da konuşuluyor. Kuşkusuz çok derin bir demokrasi krizi var. Demokrasinin kadınlar açısından anlamına ilişkin birkaç vurguda bulunalım: Bizce en anlamlı ve hakikati ifade eden demokrasi programı HDP’nin ortaya koyduğu demokrasi ittifakı programında saklı. “Böl, parçala yönet” siyasetine karşı birleştirici, çoğulcu, eşitlikçi siyaset ve onun demokratik programıyla yeniyi kazanmak ve inşa etmek gerek.
Bu Demokrasi İttifakı da hem kendi sesini hem de başkasının sesini duyurabilme, anlama ve buna cevap olabilme yetisini içeren ve buna olanak sunan, halkın özgür tercihlerini yansıtan politikalar üretebilen barışçıl, eşitlikçi ve özgürlükçü bir toplumsal sisteme işaret ediyor.
HDP’nin demokrasiye çağrı deklarasyonu işte tamda bu nedenle iktidarın özne- nesne ikiciliği üzerinden kurguladığı iktidarcılığa karşı çıkmaktır. İktidar kendisini yöneten akıl olarak özne kılmış, geriye kalanı boyun eğdirilmiş doğa, halklar, kadın, işçi, göçmen yani bünyesinden kesip atmaya çalıştığı herkesedir. Kısacası iktidarın hükmetmek için her türlü yönteme başvurduğu ötekiyedir. Bu yüzden demokrasi ittifakımızı büyütmeye çalışırken sistemin tüm ötekilerine demokratik sistemde kendileri olarak siyasal sürece katılması gerekir.