Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri için geri sayım devam ediyor. Ankara’dan Meclis’e en az iki vekil göndermeyi hedefleyen Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) seçim çalışmalarını aralıksız sürdürüyor.
Yeşil Sol Parti Ankara 1. Bölge Milletvekili Adayı ve Halkların Demokratik Partisi Eş Genel Başkan Yardımcısı Emirali Türkmen, otoriter rejime karşı ‘Demokratik Cumhuriyet’ inşasının hayati olduğunu vurgulayarak “Türkiye, bu seçimle demokratik bir toplumu yeniden kurma imkanı elde edecek” diyor.
Mevcut sistemi ise 12 Eylül rejimine benzeten Türkmen, “Yeni toplumsal düzende ifade özgürlüğünü birlikte inşa edeceğiz” diye ekliyor.
“Sokağa çıktığımızda herkesten ‘bunları gönderin’ karşılığı buluyoruz” diyen Emirali Türkmen ile Yeşil Sol Parti’nin Demokratik Cumhuriyet hedeflerini ve hak ihlallerine karşı mücadeledeki yol haritalarını konuştuk.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına giderken, en geniş toplumsal mutabakatla Demokratik Cumhuriyet inşa etme vaadiniz var. Tüm tarafların kritik olarak kabul ettiği bu seçimin önemi ne?
Türkiye, hem cumhuriyetin ikinci yüzyılı açısından hem de 22 yılın sonunda otoriter rejimle geldiği yer itibariyle tarihsel bir seçimle karşı karşıya. Türkiye bu seçimle demokratikleşme hedefini önüne koyarak, toplumu demokratik bir toplum projesi üzerine yeniden kurma imkanı elde edecek. Muhalefetin ve Türkiye halklarının toplumsal talebi bu yönde.
Ya da otoriter rejim, toplumsal rızayı seçimler üzerinden zor ve baskı aygıtlarıyla yeniden kendi tahakkümünü güçlendirecek, bu durumda Türkiye’de faşizm kalıcı hale gelecek. Bunun az bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Sokağa çıktığımızda yurttaşlarımızın bizimle kurduğu ilişkiye baktığımızda, herkesten ‘bunları gönderin’ karşılığı buluyoruz.
Geldiğimiz gelenek ve HDP’nin tarihine baktığımızda, rejimin bütün baskılarına rağmen asla mücadeleden geri durmayan, sürekli toplumsal alanlarda örgütlenmek için mücadele eden ve bundan dolayı büyük bedeller ödeyen hareket olarak birinci önceliğimiz, bugünkü tek adam rejimini yıkmaktır. Bunun için büyük bir mücadele içindeyiz. Tabi ki yalnızca yıkmak yetmez, aynı zamanda yeniyi inşa etmek lazım. Bu düzeni değiştirmemiz gerektiği kanaatindeyiz. Demokratik, çoğulcu, özgürlükçü, ortak yaşamı esas alan, barışın imkanlarını büyüten ve toplumsal barışı kalıcı hale getiren bir hayat kurmamız lazım. Bunun için de Demokratik Cumhuriyet teziyle bu seçimlerde toplumun huzuruna çıkmış durumdayız.
Yakın tarihimizde, depremle de gördük ki, yerinden ve yerel yönetimi esas alan, oradan kendini tekrar kuran toplum düzenini inşa edemezsek, devletin toplumun ihtiyaçlarına cevap veren bir model üretmesi mümkün değil. Türkiye uzun süredir tekçi zihniyetin dünyasına hapsolmuş durumda ve bu dünya artık insanlığa yetmiyor. Hepimiz biliyoruz ki, Türkiye çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı bir toplum modeline sahip. Buna cevap verecek bir toplumsal düzeni kurmak zorundayız. Bunun temel ayakları var.
Bu temel ayaklar neler?
Kürtlerin demokratik taleplerini anayasal güvence altına almak ve eşit yurttaşlık zemini kurmak bu ayaklardan biridir. Bu memlekette Kürt yurttaşların kendi taleplerini anadillerinde söylemesi devlet açısından ‘beka sorunu’ olarak tarif ediliyor. Bu memlekette çalışıyor, vergi veriyorlar. Tarihi itibariyle bu coğrafyanın insanları ve atalarının da toprakları, doğal olarak anadilinde konuşmak istiyorlar ancak bu suç tarif ediliyor. Almanya’da Türklerin kendi dilinde eğitimini savunuyorsunuz. Kendi ülkendeki Kürt yurttaşlar anadilinde eğitim istediğinde yasaklıyorsunuz. Daha da kötüsü parlamentoda Kürtçe konuşulduğu vakit ‘bilinmeyen dil’ yazıyorsunuz. Bin yıllık tarihi olan bir dili yok sayıyorsunuz. Kürtlerin taleplerine yanıt verecek anayasal güvence oluşturmak, Kürtçe’nin kültürel olarak güçlendirilmesinin imkanlarını oluşturarak pozitif ayrımcılık tanımak gerekiyor.
Tarikatların ticaret merkezi haline geldiği, kısmen bakanlıklar üzerinden devleti dizayn ettiği bir süreçte inançların özgürlüğünü esas alarak, demokratik laikliği güçlü biçimde yeniden inşa etmek gerekiyor. Uzun yıllardır büyük mücadele veren Alevilerin toplumsal taleplerini eşit yurttaşlık zemini üzerinden kurmak hedefimizdir. Alevi yurttaşlarla birlikte yeni bir anayasal zeminde bunu inşa etmemiz lazım.
Türkiye’de uzun süredir kadınlar ve kadın hareketi önemli toplumsal değişim dinamiklerini oluşturuyorlar, kısmen dünyaya da örnek olan bir zemini var. Devletin ve erkek zihniyetinin tüm baskısına rağmen sokakları terk etmeyerek, özellikle İstanbul Sözleşmesi ortadan kaldırıldıktan sonra kendi haklarını hukuksal zeminde kurmak için gösterdikleri mücadele hepimiz açısından örnek. Bu anlamda kadın hareketi cumhuriyetin temel ayaklarından biridir.
Son 25 yıldır neo-liberalizm Türkiye’de bütün toplumsal alanları mahvetmiş durumda. Rant düzeni kurulmuş, kentlerimiz yaşanmaz hale getirilmiş durumda. Doğa büyük bir hızla tahrip ediliyor. Ekolojik hareketin, yurttaşların yaşanabilir kent taleplerini esas alan bir cumhuriyeti inşa etmek zorundayız.
Bu sürecin en önemli aktörleri, özgürlüklerin, neşenin, enerjinin, birlikte yaşamın ve gelecek hayat ütopyasının kaynağı olan gençlik büyük bir baskı altında. Gençler artık mezuniyet törenlerinde bile toplumsal taleplerini söyleyemez durumdalar, hiçbir yerde müzik şenlikleri yapamıyorlar. Gençliğin yaratıcılıklarının önünü tıkayan otoriter rejim karşısında demokratik cumhuriyet hayati mesele olarak önümüzde duruyor.
Yine emeğin hakları önemli bir meseledir. Türkiye’de uzun süredir patronlar, iktidarı yanlarına alarak emekçilerin aş ve iş derdini görmezden geliyor. Bir tarafta yüksek paralar kazanan sermaye grubu, karşısında ise yoksulluğa mahkum edilmiş halk var. Yeşil Sol Parti, emeğin özgürlüğü ve çalışanların sosyal hakları için mücadele hattı kurma çabası içinde, dolayısıyla emekçilerin sorunlarını merkeze alan cumhuriyeti kurmak zorundayız. İçinde bulunduğumuz düzen buna cevap veremez çünkü tümüyle bunları reddeden ve otoriter araçlarla bastıran iktidar bloğu var. Karşısında Yeşil Sol olarak tüm bunları sahipleniyoruz.
Türkiye uzun süredir ya askeri darbelerin ya da otoriter rejimlerin dizayn ettiği yasalarla yönetildi. Bütün yurttaşların katılacağı, müzakereyi ve toplumsal talepleri merkeze alan kurucu yeni bir anayasaya ihtiyacımız var. Cumhuriyetin ikinci yüzyılında hayati olarak önümüzde duruyor, bunlar adına mücadele hattına girmiş durumdayız.
Siz de bahsettiniz, gençler mezuniyet törenlerinde taleplerini dile getiremez durumda, insanlar çok uzun süredir anayasal olan yürüyüş ve protesto hakkını kullanamıyor. Sokağa çıkıldığında hem yurttaş hem de gazeteciler şiddet ve gözaltı ile karşılaşıyor. Buna dair nasıl bir çözüm üretilmeli?
Yurttaşlar sokakta protesto hakkını kullanırken 12 Eylül darbe rejiminde olmayacak devlet şiddetiyle karşılaşıyor. Hayvan hakları için yapılan bir basın toplantısında bile polis şiddetiyle karşılaşılıyor. Ankara’da Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Heykeli, toplumsal muhalefetin basın açıklaması yaptığı, fikirlerini yurttaşlarla ve medyayla paylaştığı bir alandı. Şimdi Yüksel Caddesi’nde polis karakolu kurulmuş durumda ve hak ihlali işleniyor. Günün belli saatlerinde yurttaşları GBT kontrolünden geçiriyorlar. Kent merkezleri demokratik protesto hakkını kullanmak isteyen yurttaşlar için kapatılmış durumda.
Bu seçimin temel özelliklerinden birisi de bunu yıkmaktır. Ankara’dan milletvekilli adayı olarak benim açımdan temel meselelerden birisi bu hak ihlallerine karşı mücadele etmektir. Önümüzdeki dönem bu rejim gidecek, çok az bir zaman kaldı. Türkiye yeniden baharın enerjisini alacak, doğa yeşerecek biz de Yeşil Sol Parti olarak buna katkı sunmuş olacağız.
İfade özgürlüğü açısından baktığımızda tutuklu ve hükümlü çok sayıda gazeteci cezaevinde. Özellikle Kürt gazeteciler gündemde yer almıyor. Geçen yıl Diyarbakır ve Ankara merkezli operasyonla tutuklanan gazetecilerin iddianamelerinin hazırlanması dahi uzun zaman aldı. Meslektaşlarımızın duruşması 16 Mayıs’ta. Seçimden hemen sonrasına gün verilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de düşünce özgürlüğü büyük baskı altında. Yandaş değilseniz ve iktidarın propagandasını yapmıyorsanız, doğru haberi yurttaşa duyurmak gibi bir anlayışınız varsa, devlet açısından makbul bir gazeteci değilsiniz. Otoriter rejimin topluma kurmuş olduğu baskıyı toplumla paylaşıyorsunuz. Böyle gazeteciler istenmiyor, yalnızca propaganda araçları istiyor. Medyanın yüzde 70’i şu an bu durumda. Ayrıca sosyal medyada, iktidarın hoşlanmadığı bir bilgi paylaşan yurttaşın, kapısına gece yarısı polis geliyor ve mahkemeyle tanışıyor. Yurttaşın söz söyleme hakkı da engelleniyor. Bu faşizan rejimlerde olur. Franco rejiminde vardı, 21’inci yüzyılın Türkiye’sinde de var.
Türkiye’de tek dilli basın olması da temel bir mesele. Farklı dilleri kullanan, o dilde basın yayın faaliyeti yürütmek isteyen kimse yayın yapamıyor. Kürt bir gazeteci olmak cezaevine girmeye peşinen hazır olmak demektir. Sokağa çıktığınız an polis sizi parmağıyla gösterir. Bu ülkede gerçekleri savunmak cezaevine gitmek demektir. Soruşturmalarla karşılaşıyorlar, yüzlerce arkadaşımız cezaevlerinde. Uçaktan atılan yurttaşın görüntülerini yayınladılar. Diyarbakır, Van sokaklarında devletin uyguladığı hak ihlallerini yazdılar, gerçek haber yaptılar bundan dolayı da cezaevine gönderildiler. Yurttaş olarak onların haberinden bu gerçeğe ulaştım. Doğru habere ulaşmak temel bir haktır.
Yurttaşların büyük kısmı Türkiye’de hukuk ve adaletin olmadığını açıkça söylüyor. Adaletin olmadığı yerde demokratik yargının olacağını da düşünemeyiz. Gazeteci arkadaşlar fiilen rehine olarak tutuluyorlar. Cemevlerine yapılan saldırı davasında da mahkeme seçimlerden iki gün sonraya tarih verdi. Bu şunun işareti; mahkemeler de bu düzenin değişeceğini görüyor ve bekliyorlar.
Türkiye’nin kurucu ve yeniden inşa rolünde basın özgürlüğü temel alandır. Bu süreçte yargılanmış bütün arkadaşlarımız fikirlerinden dolayı cezaevine gittiler. Yeni toplumsal düzende bu arkadaşlarımız gazetelerinde manşet atmaya devam edecekler. Hep birlikte inşa edeceğiz.
Geçtiğimiz yıllarda pek çok konser ve festival çeşitli gerekçelerle yasaklandı. Kitap fuarlarında da bazı kitaplar ‘yasaklı’ ilan edilip sansürlendi. Siz de yayıncısınız, buna maruz kaldınız. Satışı yasal olan kitaplar birden raflardan kaldırıldı. Bu iktidar nasıl bir toplum dizayn etmek istedi, önümüzdeki dönem sansür politikalarına karşı ne yapılmalı?
Sanat demokratik ortamda yaratıcılığını kullanabilir. Yaratıcılık özgürlükçü ortam ister. Türkiye’de özgürlükçü ortam olmadığı için sanatçılar ve yazarlar kendini baskı altında hissediyor. Kitaplar 12 Eylül’de de toplatılıyordu, şimdi de aynısı yapılıyor. Hatta daha komik bir durum var; kitap çıkarıyorsunuz, matbaa kitabın bir örneğini doğal olarak basın savcılığına gönderiyor, ardından dağıtıma çıkıyor. Bir yurttaşın evi basılıyor, raftan o kitap alınıp ismine bakılıyor ‘tehlikeli görünüyor’ denilerek savcıya götürülüyor. Savcı kitabı karıştırıyor ‘toplatma kararı verdim’ diyor. Önce kitap toplatılmış oluyor, sonra ‘toplatılmış yayın bulundurdu’ diyerek yurttaşın dosyasına konuluyor. Toplattıklarına dair tebliğ de yayıncıya gelmiyor, kitap fuarında yurttaşların huzuruna kitapları sunuyorsunuz. İki polis geliyor, ‘elimizde liste var, bu kitaplarınız toplatılmış satamazsınız’ deniliyor. Bu baskı doğal olarak oto sansür üretiyor. Kültürel çeşitliliğin önünü kapatıyor. Eleştirel ve özgürlükçü fikirlerin önünü kapatma girişimi olarak da duruyor.
İktidarın propagandasını yapan bir hatta durmuyorsanız tehlikelisiniz. Kültür Bakanlığı kütüphanelere kitap alıyor, eleştirel yayıncıysanız kitaplarınız alınmıyor. Yeni kurulacak toplumsal düzende bunlar değişecek, bütün yurttaşların eşit muamele gördüğü bir düzen olacak.
12 Eylül’den sonraki dönemde daha özgür olduğunu söyleyebilirim. Ankara’da kültürel ortamın gençliğimde daha zengin olduğunu düşünüyorum. Şimdi sokakta, parkta bir araya gelip gitarınızı bile çalamıyorsunuz. 10 dakika sonra bekçiler gelip dağıtıyor, üstüne hakaret ediyor. Bunların hepsi otoriter rejimin karakter özellikleridir. Bir yandan da bu rejim çok korkuyor. ‘Ben gidiyorum, yıkılacağım bunu durdurmam lazım’ düşüncesiyle baskıyı artırıyor. Ancak tarih bize diyor ki, hiçbir halkın ve toplumun zorla rızası üretilemez. Seçimler yurttaşa bunu göndermenin imkanını veriyor.
Görme engelli bireylerin refakatsiz oy kullanması adına YSK tarafından bir şablon üretildi ancak beklentileri karşılamıyor. İfade özgürlüğünün yanında, dezavantajlı tüm grupların taleplerini kapsayacak politikalarınız neler?
Bu devletin temel özelliği, yurttaşın temel taleplerini yurttaşı esas alarak inşa etmemektir. Görme engelli bireyler için şablon dizayn etmiş durumda, ancak hiçbir engelli örgütüyle bunun mesaisini yapmamış. Devletin temel karakteri, ‘bir şey yaparsam yukarıdan aşağıya ben yaparım’ şeklinde.
Dezavantajlı grupların uzun yıllardır mücadelelerini yükseltiyorlar. Yeşil Sol Parti olarak seçim bildirgemizde buna geniş yer vermiş durumdayız. Bize düşen bu talepler için birleşik mücadele yürütmektir. Biz kimsenin temsilcisi değiliz, her öznenin kendi alanının temsilcisi olarak parlamentoda konuşması gerektiğini düşünen bir partiyiz. Emekçi, yoksul, genç, engelli ve dezavantajlı diğer grupların kendi sözünü söyleyebildiği parlamento kurmak istiyoruz, bu temel felsefemiz.
Son olarak… Önümüzdeki 1 Mayıs’a dair mesajınız var mı?
Bu 1 Mayıs İşçi Bayramı, tarihsel 1 Mayıslardan biri olacak. Yurttaşların enkazın altında ölüme terk edildiği ve yoksulluk içinde bırakıldığı bir süreçte, talepleri en güçlü ve en kitlesel şekilde söyleme vakti. Bütün yurttaşlarımız 1 Mayıs meydanlarına gelmeli ve tek adam rejimini gönderme duygusunu büyütmelidir. Umut her zaman emekçilerdedir.