Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) işsizlik oranının düştüğünü iddia ederken, Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel İş Sendikası’nın 8 Mart için hazırladığı Kadın Emeği Raporu ücretli ve ücretsiz çalışmanın kadınlar için ne demek olduğunu hem Türkiye genelinde hem de deprem bölgesinde ortaya koyuyor. Rapora göre kadın istihdamı oranı erkek istihdamının hâlâ yarısı. Bu anlamda cinsiyet açığı da çok yüksek; OECD, AB ve Türkiye oranları sırasıyla yüzde 14, 10 ve 36. Kadın işsizliği de giderek yükseliyor. Geniş tanımlı kadın işsizliği oranı 2022’de, 2018’e oranla altı puan artarak yüzde 29,5’e yükselmiş (en az dört milyon kadın). Tam zamanlı istihdamda kadınların kayıt dışı çalışma oranı yüzde 25 iken, bu oran yarı zamanlı çalışmada yüzde 68’e çıkıyor. Kadınlar erkeklerden yüzde 20 kadar daha az kazanıyor. Bu fark yevmiyeli çalışmada yüzde 47’yi buluyor.
Bunların istatistiki verilerden derlenerek elde edilen sonuçlar olduğu düşünüldüğünde durumun daha kötü olduğunu varsayabiliriz. Haftanın bir günü, kayıt dışı bile çalışsanız istihdamda gösterildiğiniz bir ekonomide resmi rakamlar böyle bir tablo çiziyor. Öte yandan biz feministler elbette kadın emeğini sadece ücretli emek olarak düşünmüyoruz. Bunu rapor da gösteriyor: 12 milyon kadın ev işleri, bakım yükü, bunun yanı sıra “kişisel” nedenlerle ücretli emek gücüne katılamıyor.
Deprem bölgesine gelince, ILO’nun tahminlerine göre 150 binden fazla işyeri kullanılamayacak halde ve en az 650 bin işçi geçimini sağlayamayacak durumda. İnsanlar hâlâ barınma, tuvalet, duş, yeme-içme gibi temel ihtiyaçların karşılanması için boğuşurken, bir yandan nasıl geçineceklerini düşünmek zorunda kalıyorlar. Bu durumda tüm işsizlere işsizlik ödeneği ve gelir desteği temel talebimiz olmalı ama bunu, insanlara çadır bile sağlamaktan aciz, her bir kurumu şirketleştirip ticarethaneye dönüştürmüş bir iktidardan beklemek gerçekçi değil. Zaten şimdilik Toplum Yararına Çalışma Programı (TYP) kapsamında “istihdam yaratma” yoluyla durumu kısmen idare etmeye çalışıyorlar.
Kriz ve afet dönemlerinde kendi hesabına çalışma modellerinin daha fazla ön plana çıktığını görebiliyoruz. Ortada kapsamlı bir sosyal politika ve istihdam politikası olmayınca fazla seçenek de kalmıyor zaten.[1] Bu nedenle önümüzdeki dönemde girişimcilik ve kooperatifçilik önerilerinin, özellikle kadınlara yönelik olarak artacağını öngörebiliriz. Öte yandan deprem bölgesi, depremden önce de kadın istihdamının en düşük olduğu bazı illeri kapsıyor. Rapora göre toplam kadın işsizliğinin yüzde 10’u deprem bölgesindeydi. Kadın istihdamı oranı ülke ortalamasının altındayken, yarısından fazlası kayıt dışı alanda gerçekleşiyordu.
Bu denli büyük bir yıkımın ve kaybın ardından göç, yoksullaşma ve mülksüzleştirme süreci başlamışken, afetlerin (ve krizlerin) halihazırda var olan eşitsizlik ve ayrımcılık yapılarını daha fazla kristalize ettiğini, derinleştirdiğini; ezilenleri ve sömürülenleri daha kötü etkilediğini gördük, göreceğiz. Afet bölgesine giden feministlerin ve kadın örgütlerinin ısrarla kadınların, göçmenlerin ve LGBTİ+ların durumuna dikkat çekmeleri bu nedenle tesadüf değil. En çok dile getirilen konulardan birinin kadın emeği olması da keza tesadüf değil. Çünkü yük artıyor. Ortada fiziki olarak bir ev olmasa bile hayatta kalan kadınlar ev içi işleri olduğu gibi devam ettirmek zorunda kalıyorlar. Yemek pişirme, bunun için gerekli malzemelerin temini için uğraşma, çocuklara bakma ve genel olarak gündelik hayatın organizasyonunu yapma, metanetli olmayı gerektiriyor. Yük her durumda o kadar kadınların sırtında ve her felakette o kadar artıyor ki kayıplara ve acıya rağmen kadınlar yas ile yüzleşemiyorlar.
Bu durum kuşkusuz sermaye-patriyarka-siyasal iktidar uzlaşısının kadın emeği sömürüsüne dayanmasının, sistemin bunun üzerine kurulu olmasının bir sonucu. Bu, kriz dönemlerinde daha fazla güç kazanan bir uzlaşı. Söz konusu rapordan saydığım bazı veriler de böyle bir sistemin sonucunda mümkün olabiliyor. Bu, kadın emeğinin sonsuz ve çeşitli bir kullanım alanı sunduğu varsayımına dayanıyor. Kadın emeği sermayeye ucuz, aynı zamanda güvencesiz ve pazarlık gücü olmayan emektir. Ev içindeki kullanımının zaten sınırı yoktur. Devletin sosyal politika sorumluluğunun ikamesidir. Ekonomik krizde, gıda ve iklim krizinde, afette hayatta tutandır. Dünyaya meteor çarpsa kadınlardan yemek ve temizlik yapmaya devam etmeleri beklenebilir.
Dolayısıyla iktidar yapılarının bu sarsılmaz gibi görünen uzlaşısını hedef almak zorundayız. Bu ise kadınların ücretli emek gücündeki durumunu ücretsiz emek ve ev içi emek sömürüsüyle birlikte düşünmeyi ve bunu yıkmaya yönelik bir politika geliştirmeyi gerektiriyor. Bunu yaparken sadece kapitalizm ve patriyarka ilişkisinin nasıl işlediğine değil, bu ilişkiyi kolaylaştıran siyasal iktidarın rolüne de bakmamız gerekiyor. Öbür türlüsü zaten Türkiye’nin kadın istihdamı konusunda ne kadar kötü olduğunu gösteren istatistikleri yorumlamaktan öteye geçemiyor.
[1] Kadınlar arasında kendi hesabına çalışma 2000’lerin ortalarından beri, neoliberalleşmenin hızıyla uyumlu olarak artıyor. Gülay Toksöz’ün çalışmasına göre 2004-2013 yılları arasında hizmetler sektöründe kendi hesabına çalışan kadınların sayısı üç kart artmış ve bununla bağlantılı olarak kayıt dışı çalışma oranı yüzde 54’ten yüzde 70’e çıkmış. Yani burada son derece güvencesiz, düzensiz ve atipik çalışma biçimleri söz konusu. Türkiye OECD ülkeleri arasında kendi hesabına çalışma oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri. (Gülay Toksöz, 2016, “Transition from ‘Woman’ to ‘Family’: An Analysis Of AKP Era Employment Policies From a Gender Perspective,” Journal für Entwicklungspolitik, 32(1/2), 64–83.)
Semiha Arı kimdir?
Feminist aktivist ve bağımsız araştırmacı. Doktorasını 2018 yılında Eskişehir Anadolu Üniversitesi Sosyoloji bölümünde tamamladı. 2021 yılında Güney Afrika’da Wits Üniversitesi Eşitsizlik Çalışmaları Güney Merkezi’nde (Southern Centre for Inequality Studies) misafir araştırmacı olarak çalıştı. Feminist mücadele içinde yer almaya, kadın emeği ve kadın örgütlenmesi konularında çalışmaya devam ediyor.