Rosa Kadın Derneği’nin ev sahipliğinde gerçekleşen Kadın Sığınakları ve Da(ya)Nışma Merkezleri Kurultayı, 25. yılında Diyarbakır’da, sokaklarında hala yıkımın izlerinin olduğu Sur’da yapıldı. Türkiye’nin çeşitli illerinden kadınların yola düşüp geldiği buluşma, pandemi sürecinin ardından yüz yüze yapılan ilk kurultay olma anlamını taşıyor.
Pandemi yasakları ve ‘evde kal’ çağrılarıyla artan erkek şiddetinin ardından kadınların gerçekten sığınıp, yeni bir hayata başlamalarını sağlamak amacıyla kurumlaşan sığınaklarda yaşananlar, eksiklikler ve ne yapmalı sorusunun yanıtının aranması açısından bu kurultay ayrıca önem taşıyor. Çünkü kurultay uzun yıllardır bu alanda mücadele veren Mor Çatı’dan belediyelere bağlı olarak hizmet veren sığınakların çalışanlarına, kadın örgütlerinden LGBTİ+’lara dek meselenin gerçek öznelerinin mikrofon aldığı bir buluşma oldu.
Bu tabirin en doğru kullanımlarından biri olacağına inanıyorum şu an; kurultay gerçekten hınca hınç doluydu. Öyle ki 3 gün sürecek olan kurultaya katılmak için gelenler ne tek bir otele, ne de salona sığdı. İlk kez Diyarbakır’a gelmenin heyecanını yaşayanlar da vardı aralarında bebekleri ile kurultaya katılıp, part time annelik, part time aktivistlik misyonunu üstlenenler de… Ancak tüm kadınlarda, farklı alanlarda yaşadıkları deneyimleri, 2 yılı aşkın bir süre sonra birbirleriyle yüz yüze paylaşmanın mutluluğu vardı, tüm yorgunluklarına rağmen. Bunun yanı sıra açılış konuşmasının ardından konuşan Avukat Hülya Gülbahar’ın; 25 yıl önce kurultayın tohumlarını attıkları süreçte var olan kadın sığınakları ile bugünkü durum arasındaki farkı ve ilerlemeyi ortaya koyan konuşması kadın mücadelesinin, üzerinde tüm baskılara rağmen nasıl durmadan savaştığını açık bir şekilde gözler önüne serdi.
Ve kurultayın gerçekleştiği Diyarbakır… Son iki seçim döneminin ardından atanan kayyumların tüm kadın kurumlarını kapattığı veya işlevsiz hale getirdiği ya da en azından başına bir erkek müdür atandığı kent. Benzer ama farklı ideoloji, şehir ve kurumlardan gelen çok sayıda kadın, tüm kadın karşıtı politika ve uygulamalara cevabını; ‘Jin, Jiyan, Azadi’ sloganları ile verdi. İran’da Jina Mahsa Amini’nin öldürülmesinin ardından başlayan eylemlerde yükselen bu slogan tüm dünyayı olduğu gibi kurultayın ruhunu da sardı.
Kurultaya kimlerin, ne kadar katıldığını elbette sayabiliriz lakin tıpkı Rosa Kadın Derneği Başkanı Adalet Kaya’nın açılış konuşmasında selamladığı gibi, kadın özgürlük mücadelesinde katledilen, sürgün edilen, tutuklanan tüm kadınların emeği vardı bu buluşmada. Sadece emeği değil, umudu, inadı, inancı ve öfkesi de var…
Süleymaniye’de uğradığı suikast sonucu yaşamını yitiren Nagehan Akarsel’in kadın kütüphanesi kurma azmi de, defalarca maruz bırakıldığı şiddeti devletin tüm kurumlarına başvurmasına rağmen durduramayan ve boşandığı erkek tarafından Eskişehir’de öldürülen Ayşe Tuba Arslan’ın öfkesi de kurultaydaki kadınların yanı başındaydı.
Bu seneki kurultayın ana teması ise ‘aile’ydi. Kurultaya ilişkin mikrofon uzattığımız kadınlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeniden tartışmaya açtığı ‘kadın’ ve ‘aile’ kavramlarının ardından bu konuyu işlemenin önemine değindi. Mor Çatı’dan Açelya Uçan, tek tek olaylar üzerinden ziyade, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonuçlarına odaklanılmasının önemine dikkat çekerken, mevut sığınma evlerinin yetersizliğinin önemli bir konu olduğunu ama asıl konularının daha iyi şartların nasıl yaratılacağına yanıt bulmak olduğuna dikkat çekti.
Kaos GL’den Defne Güzel’in Onur Yürüyüşü’nün yasaklandığı yıl olan 2015 sürecine vurgu yapması da önemliydi. Zira onun da dediği gibi, LGBTİ+’lar için nefret dili ve politikası yeni değil. Lakin yaklaşan seçim süreciyle birlikte bu dil üzerinden inşa edilmeye çalışılan politika önem arz ediyor. Çünkü LGBTİ+’lar var oluşlarından bu yana hem devlete karşı, hem de içine doğdukları aile ve topluma karşı ‘ben buradayım’ demek için mücadele ediyor.
Kadın mücadelesine ömrünü vakfeden Mor Çatı kurucularından Avukat Canan Arın ise konuşmaları nedeniyle hakkında dava açılan ve linç girişimine maruz kaldığı, ‘Çocuk yaşta zorla evlilik’ konusuna değindi. “Çocuk yaşta her evlilik zorladır” diyen Arın, tüm tek tanrılı dinler üzerinden bu gibi vakaların meşrulaştırılmaya çalışıldığını söyledi. Geçmişten bugüne yaşananlara dair mini bir panorama sunan Arın’ın tüm olumsuzluklara rağmen kadın mücadelesinin gücüne dair verdiği örnek belki de tüm kurultayın mesajıydı:
“Macun tüpten çıktı, geri giremez. Kadınlar hangi kesimden olurlarsa olsunlar, haklarının farkına vardı.”
Bir kısmı basına kapalı olarak yapılan kurultayın gerçekleştiği bölgede, erkek şiddetinin yanı sıra yoğun olarak kadınları hedef alan özel savaş politikaları da diğer bir gündem maddesiydi. Buna ilişkin konuştuğumuz bölgede faaliyet yürüten kadın örgütleri, kolluk güçleri tarafından işlenen cinsel suçlar ve cezasızlığa dikkat çekti. Ve ayrıca Musa Orhan ve adı bilinmeyen çok sayıda faile, kayyumlar tarafından etkisizleştirilmeye çalışılan kadın kurumlarına da…
Yeri geldi aile içine hapsedilen kadının kurtuluşu konuşuldu, yeri geldi mevcut kadın sığınma evleri ve kurumlarının durumu. Lakin ortak payda netti: Kadının Kürt, Türk, Laz, Ermeni fark etmeksizin erkek ve devlet şiddetine karşı verdiği mücadelenin ve bununla birlikte giderek artan öfkenin ortak mayası…
Bir kez daha gördük ki kadın mücadelesi sınır tanımaz ve hangi şiddet biçimleri kullanılırsa kullanılsın, kalıplara sığmaz.
Bu vesileyle son noktayı, kurultayın merhabası ile başlayan ve aslında tüm dünyadaki kadın mücadelesinin temel var oluş meselesini anlatan, özgürce yaşamın simgesi haline gelen slogan ile koyalım:
‘Jin, Jiyan, Azadi’
‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’