Geçen gün, neredeyse bir ay önce yazılmış, ilk bakışta işçi sınıfına dair gibi görünen bir makale elime geçti. Başlığı, “İşçi sınıfının bölüşüm şoku 2022’de devam etti” idi. (Solhaber.com, 10 Mart 2022)
Televizyon Türkçesi”nde sık kullanılan başlıktaki “şok” kelimesi rahatsız ediciydi şüphesiz. Fakat belki de vurguyu güçlendirmek için kullanılmıştı. Veya iktisat literatürüne “bölüşüm şoku” adı altında, yeni bir kavram armağan ediliyordu. Televizyon Türkçesi kelimelerinden ikrah ediyordum ama makaleyi okudum.
Makalenin yazarı Korkut Boratav sağ olsun, bizi yıllardır “bölüşüm” veya “gelir dağılımı” gibi ifadelerle haşır neşir etmişti. Fakat bu kez, tabiri caizse “el yükseltip” hayırlara gitsin, bölüşümün “şok mertebesi”ne çıktığını ifade ediyordu. Hatta hiç de abartmadan “bölüşüm şoku” isimli yeni bir deyimi (kavram demeye dilim varmıyor) acayip kavramlara düşkün, Türk Akademisi ve Türk kamuoyuna bağışladığı bile söylenebilirdi.
Kendi kendime, “Sıfatı ve tınısı, hayli tuhaf. Üstelik içeriğinden daha güçlü. Zengin Türk tipi ifade koleksiyonuna dahil edilmeyi hak eden kelimeler,” dedim… Zaten hep merak etmişimdir, Türkiye kadar iktisadi olayların tuhaf, gelişigüzel ve kavramlara dayanma lüzumu görülmeden, özensiz biçimde isimlendirildiği veya tanımlandığı başka bir azgelişmiş ülke var mıdır diye. Üstelik bu türden icatları, basit, sıradan meslekten kişilerin değil de çoğu kez de adı ve sanı kendisinden daha büyük akademisyenlerin yapması da araştırılması gereken bir başka konu…
Şüphesiz bilimin jargonu, tabiri caizse kavramlara dayanır. Kavramlar bir bakıma teorinin yapıtaşlarını oluşturur. O halde kavramlar isabetli, bilimsel bakımdan tutarlı ise ister burjuva iktisatçıları ister burjuva sol-iktisatçıları isterse Boratavlar tarafından bulunsa veya icat edilse bile neden kullanılmasın ki?
Zaten, bilimsel ekonomi politiğin temelini klasik burjuva iktisatçıları atmamış mıydı?
Örnek vermek gerekirse A. Smith ile D. Ricardo emek-değer teorisini ileri sürmüş olmakla, açıktan olmasa bile sömürü olgusunu kabul etmemişler miydi? Fakat daha sonraları sömürü kavramı, iktisat teorisinde yer etmemiş gibi burjuva iktisadı “gelir dağılımı” (distribution of income) kavramını keşfetti. Bunun bir de kulağa daha tılsımlı gelen, kimin icat ettiğini bilmediğim Öz-Türkçe versiyonu var: Bölüşüm…
Okurlar dikkat buyurmalı. Gelir dağılımı (ve bölüşüm) ifadesinde, fiiller (dağılmak ve bölüşmek) edilgen (pasif) olarak kullanılıyor. Yani faili (yani öznesi) etkisiz. Gelir sanki kendiliğinden dağılıyor ve bölüşülüyor. Halbuki “gelir dağılımı” veya “bölüşüm” ifadelerinin (veya kavramlarının) klasik iktisat ve Marksist teoride ki karşılığı belirgindir. El koyma (gasp) veya sömürü anlamına gelir.
Sömürü veya (el koyma-gasp) hiç de kendiliğinden, bilmeden işleyen bir süreç değildir. Tabii ki hiçbir patron, işletme sahibi veya yöneticisi, sömürü mekanizmasını, iftihar edeceğimiz şekilde tarif eden, Marks kadar bilemezler. Bilmelerine de gerek yoktur. Hatta patronluk konumları gereğince kılcal damarlarına bile nüfuz etmiş bir kazanç güdüsü ile hareket ettiklerinden (ki bu onların sömürme işini yapmaları için yeter de artar) hissedebilirler.
Birkaç yıl önce, bıraktım kültür düzeyini, okuma yazması bile kıt olan, ilkel koşullarda taş işlenen bir küçük işletmenin sahibine, “Neden makineleşmeye yönelmiyorsun?” diye sormuştum. “Sermayem yok. Zaten işçilikten kazanabiliyorum,” demişti. “İşçilerimi bir saat az çalıştırsam, asla kâr elde edemem.” Çalışma saatinin büyük kısmının ücrete (gerekli-emek) harcandığını son bir saatin (artı-emek veya zorunlu emek) kendisine kaldığını hayatında tek bir kitap bile okumamış bu cahil adam fark etmişti. Tabii patronluk konumunun kendisine kazandırdığı sınıf güdüsü ile. Şimdi kültür bakımından burjuva saflarında sayamayacağımız ama “sosyal ilişki” bakımından bariz biçimde kapitalist olan bu adama “gelir dağılımı”ndan bahsederseniz, bunun kendisinin de yaptığı sömürü ile ilişkisini muhakkak anlar. Anlar ama muhtemelen saçma da bulur. Çünkü ortada gelirin dağılmadığını kendisinden başka kim iyi bilebilir ki? Çünkü yaptığı asla gelir dağıtmak değil, yaratılan gelirin ücret dışındaki kısmına somut-açık biçimde el koymaktır.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra burjuva iktisadından (bilhassa Keynesçi iktisat) yayılan bu ifadenin, Türkiye’deki en büyük benimseyenleri reformcu, hatta maalesef “Marksist diye bilinen” iktisatçılar oldu. Tabii kitlesel bir alıcı grubu da oluştu. Başta reformcu (sosyal-demokrat) partilerin yöneticileri ve sendika bürokratları… Gelir dağılımı ifadesinin yaygın kullanımı, sömürü gerçeğinin üzerinin örtülmesine el vermekle kalmadı, kapitalist sisteminin meşruiyetine de omuz verdi.
Hazreti İbrahim kıssası gibi
“Üstat” Korkut Boratav söz ettiğim makalesinde bölüşüm şokunu şöyle tanımlıyor: “Bölüşüm şoku AKP’nin son yıllarına özgü bu büyüme biçiminin belirleyici sonucudur. Örgütsüz, savunmasız, siyasal olarak etkisiz işçi sınıfından sermaye blokuna yüksek boyutlu gelir aktarımları[dır]”
Neresini düzeltmeli bu tuhaf (saçma mı demeliyim!) ifadelerle dolu cümlenin? Hani bu cümleyi okuyunca aklıma ilk önce Rosa Luksemburg’un (mealen) iktisatçıların tumturaklı ifadelerinin, çoğunun aslında boş gürültü olduğuna dair sözleri geldi.
Sonra da meşhur İbrahim Peygamber kıssası… Şöyle: Dindar bilinen biri Kurban ibadetinin nasıl neşet ettiğini anlatırken Davut Peygamberi örnek göstermiş. Güya Davut Peygamber kendi kendine “Kızım olursa Allah için kurban edeceğim” diyesiymiş. Kızı dünyaya gelince, tam boğazını keserken gökten, Azrail bir keçiyle inmiş. “Kızını kesme bu keçiyi kurban et” deyivermiş… Dinleyenlerden sıradan bir Müslüman “Yahu anlattığın hikâye yanlış oğlu yanlış… Neresini düzelteyim ki?” diye itiraz etmiş. “Bir defa Peygamber, Davut değil. İbrahim Peygamber. Kurban adayı çocuk, kızı değil, oğlu. Gökten indirilen hayvancık da keçi değil, koyun. Ve nihayet Gökten gelen melek, Azrail değil, Cebrail.”
Boratav’ın “meseline” gelirsek… En başta zaten hatalı bir ifade olan bölüşüm ifadesini şok” gibi bir sıfatla ilişkilendirmek saçmalık derecesinde anlamsız. Belki dikkat çekmek için Televizyon Türkçesinin bayağı dilini kullanma ihtiyacı duyulmuş olabilir. (Bu da ciddi bir dil sorunu ama şimdilik üzerinde durmayalım.) Doğrusu “bölüşüm” değil, “sömürü” kavramı olmalı. O halde sömürünün “şok” edici bir düzeyi niye olsun? Kapitalizmin güdüsü (varlığı) zaten sömürüyü en üst düzeye çıkarmak değil mi? Neden “şoke olalım”!!!
Sonra, İktisat teorisinde hele Marksist iktisatta “büyüme biçimi” diye deyim yoktur. Doğrusu “sermaye birikimi”dir.
Tabii en önemlisi, sınıflar arasında (hele hele sermaye ile işçi sınıfı arasında) gelir asla ve kat’a aktarılmaz. İstense de aktarılamaz! Gelire (gasp veya sömürü) el konulur. Zaten Marks’ın dehası tam da buradadır. Kapital I’de metaların (malların) görünür, (algılanır) elde ediliş ve dolaşır halinin arkasındaki işleyiş mekanizmasını açıklayarak, sömürünün maddi temelini ortaya koymuştur. Emek-süreci (veya üretim süreci) zaten işçinin yeni bir değer yaratma işlemi. Fakat kapitalist, üretilen mallara daha en baştan ve en önemlisi işçinin emek-gücüne de sahiplenerek, bu malların içerdiği değere de dolaysız olarak, daha üretilir üretilmez el koymuş olur. Halbuki gelir dağılımı ifadesi, (veya bölüşüm) sanki elde edilen değere işçiler sahip çıkıyor da sonra bu değerden aktarma yapıyor gibi bir anlama sahip. Sıkıntı da buradan doğuyor. Çünkü bu tür bir anlamlandırma, işçi ve patronu eşit sosyal varlık olarak da tanımlamaya dayanıyor.
“Gelir aktarması” ifadesinin saçmalığını ortaya koymak için bu kadarı yeter sanırım…
Tabii şu da var; Korkut Boratav, burjuva iktisadının imal ettiği gelir dağılımı kavramını ilk kez kullanmıyor. Galiba son kez de kullanmayacak. Çünkü bu ifadenin sınıflar mücadelesinde bilhassa sendika bürokrasisinde ve reformcu burjuva siyasetinde kuvvetli bir karşılığı var. O halde amiyane tabirle daha çok ekmek yiyecek demektir…
Boratav’ın bu türden ifadelerinin ne kadar saçma olursa olsun, aslında sosyal-politik karşılığı olduğunu ilk kez Marksist yöntemi en iyi kavramış iktisatçılarından Fügen Eryılmaz (Kapitalizm ve Ulusal Ekonominin Dönüşümü, Belge Yayınları, 1993) ortaya koymuştu. Ayrıca ücret ve kâr paylarının “yıllar itibariyle karşılaştırılması”nın tutarsızlığını da bariz biçimde kanıtlamıştı.
Çarpıtılan istatistik
Gerçekten de Boratav’ın makalesinin fikrini dayandırdığı tablosu, bırakalım bilimsel istatistik kurallarına aykırı olmasını; açık bir çarpıtmadır da. Yazıyı uzatmak pahasına kısaca da olsa değinmeliyim. Malum, Boratav’ın Türk iktisat literatürüne uzun süredir en büyük “katkıları”ndan biri de milli gelirde (veya toplam katma değerde) toplam ücretin paylarını yüzde biçiminde tablo halinde belirtmesi.
Bu makalesinde de 2016 ila 2022 dönemindeki “ücret” ve “ücret dışı gelirler”in yüzde paylarını bir tablo olarak sunmuş En sonunda da bu yüzde payların “aritmetik ortalaması”nı hesaplama gibi istatistiki yöntemlere uymayan bir keşifte bulunmuş. Fakat her iki hesaplama biçimi de vahim düzeyde hatalı. Dolayısı ile sonuçlarının da doğru olması bir mucize gerçekleşirse mümkün olabilir.
Her şeyden önce, ücretin milli gelirdeki payının artış veya azalışı, toplam ücretlerin arttığını veya azaldığını gösteremez. Çünkü (mesela) toplam ücretler artabilir ama toplam gelir çok daha yüksek bir oranda artarsa ücret (ve ücret payı) artmış gözükmez. (veya tersi)
İkincisi toplam ücretler, sert biçimde azalsa bile toplam gelirin azaldığı veya (aynı kaldığı dönemlerde) artmış gibi bir yanıltıcı bir izlenim yaratır. Mesela 1979’da 1994’de ve 2001’de böyle olmuştur. Fakat Boratav’ın yöntemine göre milli gelirdeki ücret payları aşırı biçimde yükselmiş gibi gözükmüştür. Halbuki toplam ücretler söz konusu üç yılda sert biçimde gerilemişti. Ama toplam gelir, ücretlerden daha fazla gerilediği için, ücretin payı aşırı artmış gibi gözükmekteydi.
Boratav’ın tuhaf hesaplama biçimine inanacak olursak gerçek olgunun çarpıtılmasına da rıza göstermemiz gerekirdi. Sonuçta bu tür ücret payı hesaplarının istatistik “bilimine” aykırı olduğunu bir yana koysak bile işçi sınıfının gerçek durumunu asla ortaya koyamaz. Üstelik Boratav “yıllık ücret paylarının ortalamasını hesaplayarak” hatasını daha vahim noktaya taşımaktan da çekinmemiştir.
Zaten “gelir dağılımının” şok edici sonucunu keşfetmesi de son hesaplamasının sonucuna dayanıyor. Burada iktisat teorisinin istatistikle (üstelik hatalı bir yönteme dayanıyor) ikame edilmesinin tipik bir örneğiyle de (ayrı bir yazıda ele almalı) karşı karşıyayız. Halbuki bilimde teori istatistikten çok önce gelir. Ve istatistiği bazen zorla peşinden sürükler…
Boratav’ın makalesini okuyunca aklıma nedense mitolojik dev Procrustes geldi. Hani kendisine konuk olan yolcuları, barınağındaki ahşap yatağın boyutuna uydurmak için kesip biçen (galiba kötülükten yapmıyor) mitolojik figür. Bizim Boratavgiller de iktisadi olguları, kendi icat ettikleri “kavramlara” dahil edebilmek için, deforme ediyorlar. Tabii bu arada mitolojik Theseus’a özenmek aklımdan bile geçmez. Ama açıkçası, Bilimsel iktisadın yozlaşmadan korunması için, eğer varsa “çarpıtmaları durduran bir mitolojik” figüre sığınmak isterdim.
Sonsöz… Türkiye’de ekonominin gerçek olgularını ortaya koymak ve tutarlı bir kavramsal çerçevede ifade etmek, yani bilimsel bir iktisadi analiz geleneğini oluşturmak her şeyden önce emekçilerin haklı mücadelesine saygı gereğidir…
Erhan Bilgin kimdir?
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Çalışma hayatının büyük kısmında iktisatçı olarak işçi sendikaları ile kamu kurum ve işletmelerinde görev aldı. Gazeteler, dijital haber siteleri ve bazı politik dergilere iktisadi sorunlara dair makaleler yazdı. ‘İktisatçıların İktisadı’ isimli bir kitabı bulunuyor.