Genel seçime az bir zaman kaldı. 15 Mayıs sabahı neye uyanacağımız, günlük yaşamdaki diyaloglarda epeyce yer tutmaya başladı. Diğer yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tüm düğmelere aynı anda bastığı ancak istediği tepkileri alamadığı bir dönemece de girmiş bulunuyoruz. Patinaj yapan Erdoğan-Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) bu panik hali “acaba” sorularımızın giderilmesinde bir mesaj içeriyor gibi. Ancak emin olamıyoruz. Çünkü “yeni faşizm” diyebileceğimiz bir rejimin doğalında gideceğine tereddütle bakıyoruz. 15 Mayıs sabahı itibariyle yeniden siyaset yapılabilecek bir ortamın sağlanması için çabalamak bu nedenle çok önemli!
Son 20 yılda ülkedeki genel politikalar için birçok değerlendirme yapılabilir. AKP’nin hayatımızdan eksilttiklerine dair çokça konuşuyoruz zaten. Eskiye özlemin tuhaf bir dili var, öncesini temize çıkaran toptancı bir değerlendirme oluyor. Bu nedenle hayatlarımızda yarattığı olumsuzluklar ve gelecek özlemimizi konuşmak daha doğru olacak gibi! Sağlık sisteminde ortaya çıkan ucubelikler de bu minvalde değerlendirilmeli. “Önceden polikliniklerde muayene kuyrukları vardı, ilaç alınamıyordu” gibi söylemlerle AKP, kendi meşruiyet alanını geçtiğimiz yıllar içinde sürekli genişletti. Bazı seçimlerde oylarının neredeyse yüzde 10’una varan kısmını sağlık politikalarıyla aldığını biliyoruz. Başka bir ihtimalin varlığını anlatmak için bu kadar ağır davranmanın bedellerini hep birlikte ödüyoruz.
Aslında temel sorun kapitalizmin işleyen kurallarında. Sıkça kullandığımız, “neoliberal politikalar” diye başlayan cümlelerimizin ifade ettiği şeyden bahsediyorum. Sermayenin yatırım aracına dönüşen sağlık alanı mali kaynakların patronlara aktarılması için dünyada uzun süredir fonksiyon görüyordu. AKP’yle beraber, Dünya Bankası destekli projeler hayata geçirilmiş oldu ve ihmallerle ölüme terk edilmiş sağlık sistemi dönüştürüldü. Geldiğimiz koşullarda ön kabul gibi kendini dayatan bu sistemi nasıl değiştireceğimizi bugünden konuşalım derim. İlk yapacaklarımızı listeleyelim ki sermayenin el değiştiren veçhesine boğulmayalım.
“Kamusal sağlık” diye diye dilimizde tüy bitti desek yeridir. Bazen kaba bir devletçilik gibi algılanan bu yaklaşım için, sağlık alanında demokratik katılımı nasıl sağlayacağımızı, merkezi planlamalarda işleri nasıl yürüteceğimizi bilmemiz gerekiyor. Birinci basamak sağlık hizmetlerinde “Aile Hekimliği Sistemi” ile başlayan “patron hekim” dönemi, standartları olmayan binalarda hizmet veren, nüfusu dayalı olmadan kayıtlı hastalar üzerinden sınırları belirlenen ve piyasalaşmanın, rekabetin tuhaf kurallarının işletildiği bir alana dönüştürüldü. Koruyucu sağlık hizmetleri geriledi. Seçim sonrası ilk yapılacak iş, bu sistemin kamusal alana çekilmesini sağlamak ve nüfusa dayalı olarak yeniden örgütlenmesinin koşullarını oluşturmak olmalı. Tabii ki binalar çok önemli. Bunu deprem nedeniyle çok net gördük. Sağlık sisteminin ayakta kalmasının ön koşulunun bina ve ekipmanlar olduğunu biliyoruz. İstanbul için depreme hazırlık meselesinde ilk maddeyi bu oluşturuyor. Zira önemli sayıda Aile Sağlığı Merkezi’nin mekânsal koşulları riskli durumda. Bu nedenle standart planda, ihtiyaçları karşılayan ve bağımsız yapılar olarak birinci basamak sağlık hizmetlerini apartman altlarından taşımamız gerekiyor.
Tedavi edici hizmetler için sevk zinciri, birinci basamağın daha sağlam ilkeler üzerine oturmasıyla beraber hızla devreye sokulmalıdır. Mevcut sağlık sisteminde “doktor görmenin”, hatta bazen “doktor dövmenin” sağlık hizmetine ulaşmak olduğu algısını hızla ortadan kaldıracak bir sevk zinciri örgütlenmelidir. Nereye sevk edileceğinin kararsızlığından birinci basamağı kurtaracak yeni ara kurumlar yaratmak ise burada devreye giriyor. Birinci basamaktan hızını alamayan AKP’nin ikinci basamağı da yok ettiğini biliyoruz. Şehir hastanelerini işler kılabilmek için birçok ilde sağlık hizmetleri konusunda önemli hafıza mekanları diyebileceğimiz hastaneler kapatılmış durumda. İlçe hastaneleri neredeyse yok edildi. Mekânsal olarak devasa yapılarla şehir hastaneleri, kapatılan bu hastanelerin birikimlerini tamamen soğurdu. Sağlık çalışanları rezervi buralara aktarıldı ve insanlar ulaşması zor, tek aksta hizmet alımına zorunlu kılındı. Şehir hastaneleri gibi kamu-özel ortaklığıyla sermaye transferinin yoğun olduğu bir kurumu kamulaştırmak “yeni iktidarın” karakterini zorlayacak ölçülerde olacaktır. Olsun, biz söylemeye devam edelim. Sermaye ile hesaplaşmada alacak çok yolumuz var. Burası da kırılma alanlarından birisi olacaktır. Ancak asıl kırılma alanı, özel sağlık hizmetlerinin dönüşümü üzerine beklenebilir.
Özel sağlık sermayesi, 2005’lerde başlayan ve sosyal güvenlik kurumundan kaynak aktarımına dayanan büyüme süreci ile bol patron çeşitliliğine sahip oldu. Hekim-sağlık çalışanı patronların ya da ortakların kök saldığı bu dönem 2010’lardan sonra AKP’ye yakın büyük sermaye gruplarına dönüşmüş durumda. Büyük-zincir özel hastane gruplarının hatırı sayılır kısmı AKP’ye yakın sermaye gruplarından oluşmakta. Başta mevcut Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca olmak üzere, siyasilerin özel hastane ortaklıkları ise tartışma konusu olmayacak kadar ayyuka çıkmış gerçekler olarak görülebilir. İşin özeti çetrefilli bir alana giriş yapıyoruz. Serbest piyasa ekonomisini savunan “değişmiş” bir iktidarın özel sağlık sermayesi ile hesaplaşamayacağını üzülerek izleyeceğiz. Bize yine muhalefet olmak düşecek olmasına rağmen bu alanın daralmasını sağlayabiliriz. İkinci basamak kamu sağlık kuruluşlarının tasfiye edildiği alanlara yerleştirilen özel hastanelerin, kamusallaştırılmasını sağlamak mümkün görünüyor. Gelecek iktidarın bile yapabileceği sınırlar belirlenebilir. Yeter ki niyet olsun ya da mücadelemizle oluşturulabilsin.
Gelelim üçüncü basamakta üniversite ve eğitim araştırma hastanelerine. Akademik unvan dağıtmanın Gülen cemaatiyle başlayan talancı niteliğini, geriye kalan enkazda bilimsel kriterlerle epeyce oynanan bir dönem izledi. Barış Akademisyenleri’nin görevden atılması, darbe girişimi vs. derken güvenlik soruşturmaları ile üniversitelerde akademik yapılanma önemli darbeler aldı. Sağlık Bilimleri Üniversitesi aracığıyla tüm eğitim araştırma hastaneleri AKP’nin akademik yükselme ve atamalarını kontrol ettiği sistemle şekillendi. Rektör atamalarında göstermelik seçimleri bile yapmayan ve doğrudan siyasi kadrolarının atanmasını sağlayan iktidar, akademik bağımsızlığı yerle bir etti. Bu ölçütlerle artık siyasetin ilk elden kontrol ettiği alanlar halinde yönetilen üçüncü basamak için hızla yönetici kadroların değişimi, Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nin lağvedilmesi planlanmalıdır. Tıp fakültesi ve sağlık bilimleri eğitiminin formel üniversite ortamına aktarılmasıyla sadece eğitim değil, öğrencilerin olgunlaşması ve farklı bölümlerle etkileşerek sağlık hizmetinin değerleri ile tanışması sağlanmalıdır. Üniversite hastanelerinin görece özerk ekonomik sistemlerinin merkezi bütçeden desteklenmesi zorunluluk halindedir. Kâr amacı güden bir sistemle eğitim yapılamaz. Akademik kadroları yetersiz olan tıp fakültelerinin kapatılması gelecek eğitim dönemine hızla yetiştirilmelidir. Sağlıkta geleceksizliğin nedeni sadece sistem olmayacak aynı zamanda nitelik kaybı ile de ilişkili olacaktır.
Anadilinde sağlık hizmetlerinin geliştirilmesini sağlamamız gerekiyor. Bunun esaslarını konuşmak için bu yaz aylarında yapılacak bir çalıştayla tıp fakülteleri ve sağlık bilimleri fakültelerindeki eğitimin içeriği, birinci basamak ve hastane hizmetlerindeki dönüşüm üzerine tartışma yürütülmesi ve çıktılarının ilk eğitim dönemine yetiştirilmesi gerekmektedir. Kaybedecek vakit yok. Zaten kaybettiğimiz çok fazla şey var…
Cegerğun Polat kimdir?
Kardiyoloji uzmanı, Dr. Öğretim Üyesi. Çukurova ve Ankara Üniversitesi’nde eğitim aldı. İstanbul’da özel bir hastanede çalışıyor. TTB’nin çeşitli kademelerinde toplum sağlığı mücadelesini uzun yıllardır sürdürüyor. Demokratik eğitim pratiklerinin geliştirilmesi için çalışmalar yapıyor. İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi.