– Alo
+ Efendim
– Çitkî tatlım?
+ Pardon?
– Ben Cumhurbaşkanı. Tanımadın mı?
+ Yok maalesef.
– Saraydan arıyorum. Faxrî seni aramadı mı?
+ Hayır, kimse beni aramadı.
– Ben Cumhurbaşkanı.
+ Evet?
– Çok darıldım, çok kızgınım size…
+ Özür dilerim ama anlamıyorum sizi
– Sus… İnanırım.
+ Siz bilirsiniz!
– Vicdanınız da mı sızlamadı?
+ Niçin?
– Öyle anlaşılıyor, sızlamamış! Yazıklar olsun, bu millet unutur mu sanıyorsunuz?
+ Beyefendi, tam olarak neyden bahsediyorsunuz. İnanın anlamıyorum sizi.
– Milletimiz size anlatacak, yazıklar olsun. Sen kimsin ya? Sen kimsinnn yaaa?
+ Bakın numaranız yok bende, üstelik karşı ödemeli aradınız ve cumhurbaşkanıyım diyorsunuz. Bu da yetmiyor, daha neden aradığınızı anlamadan hakaret etmeye başladınız! Cumhurbaşkanı olduğunuza emin misiniz?
– Bana daha önce de muhtar olamazsın demişlerdi. Şimdi de beni cumhurbaşkanı olamazsın diye mi tehdit ediyorsun? Sen AYM üyesi değil misin?
+ Evet, üyesiyim!
– Değilsin, olsan nasıl konuşacağını bilirdin. Taraf olmayan bertaraf olur. Bu ülkeye yol yapmadık mı?
+ Beyefendi ne diyorsunuz? İşim var, kapatıyorum telefonu.
– Duuur! Dur hele! Yeni başladık. Faxrî de seninle konuşsun, önce anla kim olduğumu. İbrahim de burada zaten… İbrahim, sazı bırak; gel. Faxrî sen de çık twitterdan, gel buraya. Konuş tanıt beni, neden aramamışsın? Kaç kez diyeceğim sana işini yap! Görevin iletişim değil mi? Bağla beni acil… (Uzaktan sesler: Emredersiniz efendim, geldim efendim, hemen hallediyorum efendim) Merhaba, ben Fahrettin sizi cumhurbaşkanına bağlıyorum.
+ Tabii
– Aloo, inandın mı şimdi? Ben Cumhurbaşkanı.
+ İyi akşamlar Tayyip Bey!
– Hah şöyle. Yola gelin, biraz nizam, adap öğrenin. Şeyh Edebalî ne diyor? Önce adap, edep, en sonunda hadep! Böyle bir şeydi sanırım.
+ Hadep kapatıldı sayın cumhurbaşkanı.
– Anlamadım? Ne kapatılması ne hadepi? Aklınız fikriniz siyasette. İlla siyasi konulara çekiyorsunuz, böyle de olmaz ki! Neyse, madem girdiniz ben bir şey soracağım.
Neden yaptınız? Şu an telefon gidebilir arada, gözyaşlarım akıyor üzerine, o derece kırgınım.
+ Ne yaptık? Lütfen açıktan konuşun.
– Asla! Asla açıktan konuşmam, yargıya müdahale etti dedirtmem. Neden HDP’nin hazine yardımı blokesini kaldırdınız? Neden?
+ Tedbire ilişkin hiçbir yasal düzenleme bulunmuyor. Kararı sadece hukuka göre verdim.
– Hukuk mu? Sizin hukuk başka imiş! Biz milli hukuku getirdik, halkımız teveccüh gösterdi. Siz ne diyorsunuz? Halkımızın aklıyla dalga mı geçiyorsunuz?
+ Ne münasebet, neden dalga geçeyim. Normal bir açıklama yapıyorum.
– Susun! Zaten promptersiz telefon ediyorum, toparlamakta zorlanıyorum. Ama sadece şunu söyleyeyim: Size güveniyordum ben!
+ Biz de cumhurbaşkanının böyle bir talepte bulunmayacağına güveniyorduk. Yani ülke tarihinde benzer bir örnek yok, ondan şaşırdım şimdi.
– Biz yeni barajlar yapmadık mı? Her köye, beldeye üniversite açmadık mı?
+ Anlamadım, konuyla ilgisi ne?
– Ekonomide çığır açmadık mı?
+ Uzmanlık alanımın dışında olduğu için yorum yapamıyorum, özür.
– Bay Kemal! SSK’yi batırmadın mı? Söyle!
+ ??
– Pardon, Yozgat’ta yarın konuşmam var, erkene aldım biraz. Bahçeli arıyor bir saniye!
+ Tabii
– (5 saniye sonra) Tamam döndüm, ne diyorduk, unuttum.
+ Bahçeli aramıştı, onu dediniz.
– Haa, evet. Togg arabamla bir tur istiyor, telefonu kapattım. Şimdi konuyu çarpıtmayın! Yazıklar olsun. Siz nasıl HDP hazinesine dönük tedbirin kaldırılması yönünde oy verirsiniz? Hangi ülkede yaşıyorsunuz? Bu kadar başarılı olduğumuz, ekonominin dipte, pardon yüksekte olduğu bir zamanda; nasıl?
+ Bakın sayın cumhurbaşkanım, demin de dediğim üzere kararı sadece hukuka göre verdim
– Bu hukuksuzluktur! Bu kabul edilemezdir. Örgüt ile bağlantısı yok mu diyorsunuz? Bunu necip milletime nasıl anlatırım!
+ Üzgünüm, herhangi bir örgüte de fiili bir aktarım söz konusu değil.
– Peki neden tedbir konulsun yönünde karar verdin? Ne oldu da kararını değiştirdin?
+ Mecbur bırakıldık tedbire. Çok dar bir zamanda çok sıkıştırıldık. Önlem olarak, inceleme zamanı da bulabilmek için tedbir kararı aldık. İnceledik, fikrim değişti. Bağlantı yok…
– Yazıklar olsun. Ülkede demokrasi var dedirtmem! Anlıyor musun, dedirtmem!
+ Ama en demokratik ülke olduğumuzu iddia eden sizsiniz.
– Onlar resmi görüşlerim! Burada özel konuşuyoruz. Sizden de hesap soracağım. Fakat IBAN atayım da bir şeyler yolla.
+ Neden yollayacağım, neden istiyorsunuz?
– Alışkanlık, telefonda kiminle görüşsem konu oraya gidiyor. Bunda ne var? Bağış yapın, sel oluyor deprem oluyor, yardım lazım. Başka ne için isteyeceğim?
+ Ben yaptım ilgili yerlere
– HDP’ye mi yaptın yardım, söyle çekinme. AYM başkanı oradan aday bile olabilir!
+ Sanmıyorum, fakat siyaset bu! Neden olmasın.
– Yazık çok yazık. Sizi eğitemedik. Unutmayın yürütmenin başı benim, kararınızı da uygulamak, tanımak zorunda değilim.
+ Anayasa gereği tanımak zorundasınız!
– Değilim, bu anayasa güzel değil, laik diyor kendine ama bize layık değil, değiştireceğim. Sadece anayasa değil, ülkeyi de kökten… Neyse, size çok güveniyordum. Oraya koyduğumuz bir iki kişi de yeterince çalışamadı demek ki. Liyakat bitmiş! Kararı öğrendiğimden beri gözüme uyku girmiyor. Saraydaki tüm odalarda gezdim, ağladım, kendime sordum: Neden, nasıl vicdansız olabiliyor insanlar böyle? Ne zaman bu kadar vicdansız olduk?
+ Ama hukuk…
– Susun! Susun… Engelleyeceğim birazdan sizi. Daha Kobanê kumpas davası hakimini arayacağım. Daha YSK başkanını atayacağım. Daha RTÜK başkanını arayacağım, daha Cengiz’i arayacağım. Cumhurbaşkanı olmak kolay mı sandın?
+ Çok şaşırdım diyeceğim ama…
– Ben de şaşırıyorum performansıma. Hakkari’de de bir propaganda davası olmuş ilçe mahkemesinde, onu da aramam lazım. Sizinle de 14 Mayıs sonrası hesaplaşacağız.
Yazdım deftere, Faxrî, defteri getir…