Başarıya giden yolun anahtarı
Başarıya giden yolun üç adımı vardır her zaman: Bunlar, hedefleri netleştirmek, stratejileri (projeleri) belirlemek ve bu işleri gerçekleştirecek kadroları yaratmaktır.
Hedef, sadece iktidarı değiştirmek değil, aynı zamanda gelinen iktidarı demokratikleştirmektir. Strateji ve projeler iktidara giden yolu ve iktidara geldikten sonra yapacakları belirlemektir. Bunun iki adımı söz konusudur: İlki seçimi kazanıp Erdoğan’ı göndermektir. İkincisi demokratik parlamenter sistemi ve güçlendirilmiş yerel yönetimleri inşa ve ihya etmektir. Üçüncü adım ise bu işleri yapacak nitelikli kadroları oluşturmaktır.
Hedef; en uygun aday olmalı
Hedef bu süreçte en önemli unsurdur. Hedefi belirleyecek unsursa adaydır. Erdoğan’ı göndermek ve sitemi değiştirmek için bunu yapacak kişinin öne çıkarılması gerekir. Bu seçim bir kader seçimidir, bir kariyer seçimi değil. O yüzden kazanmak birinci öncelik olmalı. Çünkü kazanmadıktan sonra tüm diğer çabalar çöpe gider. O yüzden toplum Erdoğan’ın bileğini bükecek, onu yenecek kişiyi arıyor.
Bu noktada CHP’de başta Kılıçdaroğlu olmak üzere İmamoğlu ve Yavaş’ın isimleri öne çıkıyor. Kılıçdaroğlu süreçte en temel aktör, (ya kendisi aday olacak, ya da aday olacak kişiyi o belirleyecek) Altılı masa deniliyor ama herhâlde altılı masada Kılıçdaroğlu’nun dışında aday olup da kazanacak bir kişi yok. Partiler kendinden vehmedebilir ama gün kendine yontma günü değil objektif olma günüdür.
Burada diğer bir soru gündeme geliyor: Peki diğer iki başkanın ismi neden öne çıkıyor. Çok basit, onlar geçtiğimiz seçimlerde 20 yıllık AKP kalelerini yıkan, yani bir yerde Erdoğan’ı yenen kişiler oldukları için toplum onları öne çıkardı. Toplum demek istiyor ki onlar bir kez Erdoğan’ı yendi gene yenebilir. İşte bu algı çok önemli. Demek ki Yavaş ve İmamoğlu’nun isimlerinin toplumda büyük kabul germesinin birinci nedeni yerel seçimlerde Erdoğan’ın bileğini büken onu yenen kişiler olmasıdır. Toplum bu kişilerin Erdoğan’ı devirebileceğine inanması bundandır. Yoksa hangi konuda ne düşündükleri konusunda ne kimse bir şey biliyor ne de onlar deklere etmişlerdir.
Burada da önemli bir nokta daha var, o da şu: Millet İttifakı ile Cumhur İttifakının oyları hala birbirine yakın, yani bir pata durumu var. Düğümü Kürt oyları ve HDP çözecek desek yeridir. Yaptığımız gözlemlere göre HDP ve Kürt seçmen Kılıçdaroğlu’na da İmamoğlu’na da firesiz oy verir. Ama aynı şey Yavaş için ileri sürülemez, hele de Van Toplantısı sonrası Demirtaş ile ilgili söylediklerinden sonra. Seçimin kaderinde küçük oranlar dahi önemli rol oynayacağına göre bu gibi noktalar göz ardı edilmemeli.
Kılıçdaroğlu’nun adaylıkta avantaj ve dezavantajları
Kılıçdaroğlu bu sürecin en önemli aktörüdür hiç kuşkusuz. Aday olmak hakkıdır, adaylık için en uygun kişidir. Ancak bu seçimde kazanmak meselesi her şeyin önünde görünüyor. Çünkü kaybedildiğinde her şey biter. O halde her aday gibi Kılıçdaroğlu’nun da avantaj ve dezavantajları sakin ve objektif bir biçimde irdelenmelidir.
Kılıçdaroğlu’nun bu noktada birçok avantajı var: 1) Dönüştürücü bir rol oynaması (hem partiyi hem de seçmeni dönüştürme konusunda epey yol aldığı söylenebilir) 2) Altılı masanın kurucusu olması (O olmasıydı Millet İttifakı bugüne değin devam edemezdi ve akabinde altılı masa kurulamazdı) 3) İyi Parti’ye seçime girmesi için verdiği milletvekili desteği (Bu gün İyi Parti eğer bu noktadaysa bu Kılıçdaroğlu’nun sayesindedir) 4) Yerel seçimlerde gösterdiği başarı 5) Adalet yürüyüşündeki duruşu ve performansı 6) Helalleşme söylemi ile toplumu kucaklaması 7) Çalışkan, dürüst, sabırlı ve sakin olması.
Dezavantajlara gelince; 1) Bir küçük ihtimal de olsa kaybedebilir korkusu var toplumda. Bir temkinlilik hali hem örgütte hem de seçmene sirayet ediyor. 2) Erdoğan’ın inanç ve kimlik konusunda geçmişte yaptığı saldırıları bu seçimde de yoğun bir biçimde gündeme getirerek az da olsa muhafazakâr kitlenin aklını bulandırabileceği endişesi var. 3) Erdoğan’ın mücadeleyi CHP ile AKP çekişmesi haline çevirerek ön almaya çalışacak olması.
İşte bundan dolayı, bu noktalarda kaygılı bir iyimserlikten bahsedilebilir. İyimserlik, AKP’nin gidecek beklentisidir. Kaygı ise CB adayının kim olacağı, seçimi kaybetme ya da gelen iktidarın gideni aratması ihtimalidir.
Proje; hedefe ulaştıracak şekilde olmalı
Tabi aday tek başına yetmez, plan, proje de gerekir. Kritik nokta ve kritik sorun Kürt meselesi ile ilgidir zannımca. Vahap Coşkun’un bir yazısında ifade ettiği gibi; “Adayların, kritik sorunlar karşısında bir tavır belirlemesi gerekecek ve tabii ki memleketin en temel kritik sorunu olan Kürt meselesi hakkında sorulara muhatap olacaklar. Anadilin eğitimden ve kamuda kullanılmasına, merkezden yerele yetki devrine, vatandaşlık anlayışına, çözüm sürecine, HDP ile ilişkilere, PKK ile görüşmeye varıncaya dek, vb. bir takım sorularla karşılaşacak ve mecburen bunlara cevaplar verecekler”
Seçimin anahtar kitlesi Kürt seçmen olduğuna göre bu sorulara verilecek cevaplar aynı zamanda seçimin kaderini de belirleyecektir. Ör. Kılıçdaroğlu’nun Demirtaş ve Kavala’nın bırakılması konusunda söylediklerinin lehte işlemesi gibi. Bu gibi noktalara dikkat etmekte yarar var. Zaten iktidar partileri AKP ve MHP muhalefeti bu konuda tuzağa düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. O halde bir de siyasi aktörlerin bunun üzerine tuz biber eklemelerine gerek yok.
İktidarın kendini tüketen kısır döngüsü
Hukuku hukuksuzca kullanan bir iktidar var. Neden böyle yapıyor? Cevap basit; çünkü kaybediyor. Uzun bir süre ülkeyi yöneten ve güç zehirlenmesine uğrayan bir alışkanlıkla kaybetmeyi içine sindiremiyor, hatta bagajından dolayı göze alamıyor. O yüzden başta kalmak için her türlü yola başvuruyor.
Üstelik içerde başvurduğu yollar sonuç vermeyince daha da agresifleşiyor böylece bir kısır döngü başlıyor. Agresifleştikçe hukuk dışına çıkıyor, hukuk dışına çıktıkça daha da agresifleşiyor. Yani kendini tüketen bir kısır döngü yaşıyor.
Bununla da yetinmiyor, içerde ekonominin krizden bunalıma evirildiği bir dönemde dışarda savaş peşinde koşuyor. Muhalefetin buna şiddetle karşı çıkması gerekirken endişeli davranarak sesiz kalmamalı. Böyle bir tavır iktidarın değirmenine farkına varmadan su taşır. Muhalefet iktidar olmak için daha cesur davranmalıdır.
İktidarın iki kozu vardı kullandı, olmadı
Erdoğan bütün kozlarını kullandı, sıra savaşa geldi. Bir kere içerde kullanacakları bir kozları kalmadı. İki kozu vardı kullandı ama işe yaramadı. Bunlar din ve milliyetçilikle ilgili girişimlerdi. İkisinde de başarısız oldu.
Hatırlarsanız Batman’da Kuran’ı eline aldı mitingde salladı, ama Kürtler bu olaya kanmadı. Oy kaybı gittikçe arttı ve hızlandı. Geriye milliyetçilik kalmıştı. MHP ile milliyetçiliğe yöneldi. Kürtlere olmadık baskılar uyguladı, Kürtler bunu da sallamadı. Şimdi bunların dışında elinde topyekûn bir saldırı silahı var. Onu kullanıyor: Bu da hukuku bir sopa gibi kullanarak rakiplerini korkutmak ve sindirmektir. Böylece hukuku kullanan hukuksuz bir devlet şiddeti ortaya çıktı. Kanımca bu da işe yaramadı. Korku duvarı iktidar beklentisi ile her gün biraz daha fazla aşılıyor denebilir. Geriye ülkeyi savaş ortamına sürmek kalıyor. Milliyetçilik, beka vb. söylemlerle muhalefet susturularak sonuca ulaşmaya çalışacak. Burada iş muhalefetin tutumuna kalıyor tabi.
Kürt sorunu çözülmeden demokrasi gelmez
Muhalefet de artık şu gerçeği görmeli. Kürt meselesi çözülmeden demokrasi meselesi çözülemez. Kürt meselesi konusundaki kavram konuşuluyor; eşitlik ve statü. Hatırlayın bir dönem Kürt sorunu yalnız Erdoğan çözebilir diyen Leyla Zana ortaya çıkıp; “Birlik mi, özerklik mi, federasyon mu, ayrılık mı halka soralım, ortaya çıksın” dediğinde Zana’ya bile “Gel de savaş meydanında al” dediler. Oysa Zana savaşı değil barışı savunuyordu. Savaşı sonlandırmak için bunu demişti.
Sonra bazıları “ya Kürtler ne istiyor?” diye sormaya başladı. Kürtler “eşitlik istiyoruz” dedi. Fakat “gelin eşit olalım” dediklerinde “anadilde eğitim olmaz bizi böler” diyor ulusalcılar ve milliyetçiler. Peki, ne yapmalı? Altan’ın dediği gibi “Kendi çocuklarınız için yaptıklarınızı Kürt çocuklarına neden hak görmüyorsunuz? Bu nasıl bir çifte standart.” Evet, bu üstelik siyasi olmaktan ziyade insanı ve vicdanı bir tutumdur hatta pedagojik bir durumdur. “Kendi çocuklarınıza gördüğünüz hakkı Kürt çocuklarına hak görmüyorsanız bu sorunu çözmezsiniz.” Bu sözleri aslında bir gerçeğin itirafı gibi.
Seçimi kazanmak ve Erdoğan’ın durumu
Seçimi kazanmak için dört adım söz konusu:
- Seçim sürecini doğru ve iyi yönetmek
- Sandık güvenliğini sağlamak
- Geçiş sürecinde acil meseleleri çözmek
- Yeni bir anayasa yapmak
Bu seçimde iyi adaydan ziyade seçimi kazanan aday önemli. Seçimi kazanmayan iyi ne işe yarar. Erdoğan’ın bu haliyle hem avantaj hem dezavantajlar var. Tabi dezavantajları avantajlarından çok fazla. Bir kere bir devlet gücü var ve bunu her zaman kendi siyasi ikbali için kullanıyor yarın seçimlerde de yasaya nizama bakmadan sonuna kadar kullanacak. Bunun yanı sıra Erdoğan bugüne değin girdiği bütün seçimleri kazanmış biri. Fakat bugün başarısızlığından dolayı gidecek. Fakat muhalefet, “nasıl olsa gidecek” rehavetine kapılmamalı.
İktidarın savaş arayışının altında yatan kendine göre bir seçim başarısı çıkarmaktır. Eğer seçmen kendi beka meselesini geçim koşullarının önüne geçirse iktidar bu duyguyu yaratırsa işler değişebilir. İktidarın savaş arayışının temel sebebi bu. Muhalefet asla bu tuzağa düşmemeli. Şimdi gerekli olan milli güvenlik devletinden sosyal güvenlik devletine geçmektir. Yeni anayasaya gelince o apayrı bir mesele ve başka bir yazının konusu.
Sonuç
Bu seçim bir fırsat sunduğu gibi bir risk de taşıyor. Fırsat oluşan konjonktürde seçimi alma koşullarının oluşmuş olmasıdır. Bu heba edilmemeli. Risk ise yanlış bir adım atıp seçimi kaybetmektir. Bunun geriye dönüşü yoktur. Üçüncü bir alternatif var ki o daha tehlikeli: Kazanarak kaybetmek. Yani iş başına geldikten sonra vaat edilenleri yapmamak ya da yapamamak. O yüzden bugünden bütün hazırlıklar yapılarak topluma yol haritaları deklere edilmeli. Yarın olduğunda zaman kaybetmeden bekleyen acil sorunlar çözüme kavuşturularak topluma rahat bir nefes aldırılmalıdır.