Şehir, insan ilişkisi
Şehirleri insanlara benzetirim. Bir insanın sahip olduğu fonksiyonlar ne ise bir şehrin de odur. İnsanda üç önemli dolaşım var: Bunlar; kan dolaşımı, yani damarlar; katı ve sıvı atık dolaşımı yani bağırsaklar ve hava dolaşımı yani ciğerlerdir. Şehirde de üç önemli dolaşım söz konusudur: Ulaşımı sağlayan dolaşım yani yollar, atıkları bertaraf eden sistemler yani rögarlar ve pis su boruları ve nihayet hava dolaşımı için var olan hava koridorları, şehirlerin ciğerleri olan parklar ve bahçeler.
İnsandaki bu üç dolaşım hayatıdır tıpkı şehirlerdeki gibi, daha doğrusu bunlar hayatı sürdüren unsurlardır, şehirlerde olduğu gibi. Misal kan dolaşımı insandaki organlara besin ve oksijen taşır onları besler, bu sistem kesintiye uğradığı taktirde insan hastalanır, giderek kalbi çalışmaz olur ve insan ölür. Dolaysıyla damarlar ve taşıdıkları kan aslında candır. Can dediğimiz şey kandır, kanın fonksiyonlarıdır. Kan akışı durduğunda hücre ölür, insandaki organ yetmezliği denilen ölüm meydana gelir ya da kalp krizi denilen vuku bulur. Şehirde de ulaşımı sağlayan yolları düşünün buradan evlere, kurumlara besin taşınır, bu ulaşım sekteye uğrarsa evlerde ya da kurumlardaki insanlar besinsiz kalır ve nihayetinde şehirde bir kıtlık kıran başlar, insanlar birbirine düşer, yaşam zorlaşır.
İnsandaki atık sistemi olan bağırsaklara gelince, onlar gereksiz olan posaları insan sağlıklı olarak yaşamını devam ettirsin diye dışarı atarlar. Aynı zamanda kan yeni besinleri hücreye taşısın diye eskileri dışarı atar. Bu olmasa insan sağlıklı bir yaşam süremez. Bağırsak sisteminin önemi son yıllarda daha çok anlaşıldı ve şimdilerde tıp bağırsaklara ikinci beyin muamelesi yapıyor. Kentlerdeki katı yada sıvı atık sistemleri, arıtma sistemleri de tıpkı insandaki benzer organlar gibi hayatidir. Bir kentteki bir pis su rögarının tıkandığını ya da patladığını düşünün her taraf kokudan geçilmez, orda hayat yaşanmaz hale gelir. Derken kent kokar, hasta olur, hasta olan kent içindekileri de hasta eder. O nedenle biz genellikle yer altında giden ve orada büyük bir mücadele içinde çalışan bu sistemleri görmeden yerin üstünde rahat yaşar gideriz.
İnsandaki hava dolaşımı üçüncü önemli hayatı dolaşım sistemidir. Eğer nefes alamazsanız, ciğerleriniz içerideki havayı temizleyemezse, oksijen alıp karbondioksiti dışarı vermezse dünyanız ve vücudunuz kararır, nefes darlığı çeker, bir süre sonra bu diğer organlara ve bütün vücuda sirayet eder, hasta olur, ölür gidersiniz. Aynı şey şehirdeki hava koridorları, park bahçeler, çevre temizliği için de geçerlidir. Eğer kentinizdeki çöpler toplanmazsa, hava sirkülasyonu olmazsa, kentin nefes aldığı yeşil alanlar, park ve bahçeler yoksa o kent boğuluyor demektir. O kent ölüyor demektir. Unutmayın kentler de canlıdır. Onlar tavuklar gibi pat diye düşüp ölmezler, ama fonksiyonlarını yerine getirmediklerinde yavaş yavaş ölürler ve içinde yaşayanları da hasta eder, sinirli stresli yapar, onları da yavaş yavaş öldürürler. Bunun sorumlusu da o kentleri ve o kentlerin bulunduğu ülkeleri yönetenlerdir. Daha doğrusu yönetemeyen, kendi kişisel ve siyasi çıkarlarını düşünerek yanlış yönetenlerdir.
Bir kente girdiğinizde!
O yüzden bir kente girdiğinizde bakın eğer orada dolaşımın can damarları yollar eğri büğrü ise, eğer en temel fonksiyonlarından olan binalar çürük dişler gibi dizilmişse, eğer hava koridorları yoksa, eğer yeşil alanlar, park ve bahçeler betona ve ranta teslim edilmişse o kent iyi yönetilemiyor demektir, hasta demektir. Aynı zamanda bu kenti yönetenler yolsuzluk ve usulsüzlükle yönetmiştir demektir. Kamu çıkarını kişisel çıkarlar uğruna heba etmiş demektir. O yüzden bu nevi kentlerde yaşayanlar sıkıntılı ve stresli olur. Bu kentlerde dolaşan insanlar birbirlerinin ayaklarına basarak ilerlemeye çalışırlar, dirsekleri ile kendine yol açarlar. Orada kavga gürültü eksik olmaz, kentsel kriminoloji had safhadadır. Bu kentleri tıpkı yanlış ve yetersiz bir doktorun bir insana yanlış müdahalesi gibi yanlış yöneticilerin yanlış müdahalesi hasta etmiştir ve hasta düşen kent içindekileri hasta etmektedir.
Aslında tersi de mümkündür. Eğer bir kente girdiğinizde yoları düzgünse, binalar çürük dişler gibi dizilmemişse, hava koridorları varsa orada iyi bir yönetim vardır ve bu gelişmişliğin nişanesidir. Böyle uygar ve gelişmiş kentin insanları da gelişkin, sağlıklı, mutlu ve huzurludur. Yönetenler onlara hissettirilmeden gece gündüz çalışmıştır. Belediye başkanlarını gösteri ve kent rantları ya da seçim için değil, içten düzgün ve dürüst çalışmıştır. Aynı şey merkezi idare için de geçerlidir. O zaman yaşadığınız güzel ortamı farkında olmadan güzel yaşarsınız. Hava alır gibi. İnsan hava alırken, soluk alıp verirken pek havanın kıymetinin farkında değildir, ancak havasız kaldığında hava almanın ne kadar önemli olduğunu anlar. Şehirler de öyledir, güzel ve huzurlu ise siz fark etmeden size huzur verirler. Ama değillerse siz sürekli huzursuz ederler, siz de başkalarını huzursuz edersiniz, bu böyle sürer gider.
Bir otomobil düşünün. Bir adam yanında sevgilisi, saçları rüzgârda uçuşarak keyifle sürmektedir. Oysa onun böyle keyifli ve mutlu olması için altındaki otomobilin motorunda kıyameti andıran bir çalışma vardır. Bujiler ateşlerin, benzin akar, yağ pompaları devreye girer, pistonlar iner çıkar, kıyameti andıran bir çalışma sürüp gider kaportanın altında. Ama yukarıdakiler bütün bunları görmez, hatta bu yokmuş gibi devam ederler. Ne zaman ki oradaki fonksiyonlardan biri bozulursa o zaman yukarıdakiler eyvah aşağıda bir şey oldu derler, o zaman otomobil durur, onların keyfi kaçar, mutlulukları bir anda mutsuzluğa döner. Otomobildeki adam gibi, bir anlığına düşünün, her şey bunun gibidir. O yüzden kamu yönetimlerine, şehirlerin idarelerine talip olanlar bunu bilerek, bunları düşünerek bu işlere girmelidir. Yaksa köşe dönmek, güç kazanmak, karşılığı olmayan itibar peşinde koşmak için bu nevi işlere girişmemelidirler. Giriştikleri takdirde ceremesini kentler ve orada yaşayan insanlar çeker. O halde burada insanlara da bir sorumluluk düşüyor. Onlarda seçerken ve kentlerde yaşarken bu bilinç ve sorumlulukla hareket etmelidir. Bilmeliler ki bir kentin talihi de talihsizliği de yönetenlerdir ve yöneticileri de kendileri seçmektedir.
Şehir, uygarlık ve mekân ilişkisi
Her insan biraz yaşadığı şehre benzer. Aynı şehirde yaşayanlar ise bu nedenle bir birlerine benzerler. Çünkü aynı dili konuşur, aynı şeylere güler, aynı şeylere ağlarlar. O nedenle şehirde üç olgu bir arada yaşanır. İnsan, mekân ve kültür. İnsan mekânda yaşar, ikisinin ilişkisi şehrin kültürünü oluşturur. Buna şehirli yaşam biçimi diyoruz. Demografik değişmeler, ekonomik gelişmeler ve bunların etkileşimi ile ortaya çıkan sosyal ve kültürel yapı o şehrin şehirleşme derecesini belirler.
Şehir evden başlayarak dışa doğru halka halka yayılır. Bu halkalar sadece bir şehre mahsus değil, giderek şehri de aşan bir özelliğe sahiptir. Muhit, mekân, şehir, ülke, dünya, evren diye sürer gider bu. Bu gidiş gelişler büyüklüğüne ve yaşanmışlıklarına göre insanın hem yaşam biçimini hem de kişisel tarihini oluşturur. İnsan her yerde olduğu gibi şehirde de içinde bulunduğu kültüre katkı yapar ve aynı zamanda o kültürden etkilenir. Çünkü insan moral ve kültürel bir varlıktır ve bu yüzden insan ancak çevresiyle birlikte insandır.
Bir içinde yaşadığımız kapıları dışa açılan fiziki şehir var, bir de kapıları içimize açılan şehir vardır. Fiziki şehir sokaklar, caddeler, neon ışıkları, dükkânlar, sinemalar, tiyatrolar, kütüphaneler vs.dir. Diğeri hafızamızda kalan sesler, renkler, kokular ve çizgilerdir, yani bütün olarak şehirdir. İşte hayat bunlardan müteşekkildir. Çizgilerden oluşmuş her türlü mimari, birini diğerinden ayıran renkler, envai çeşit kokular ve ila da duyduğumuz sesler. Konuşmalar, şarkılar, türküler, kılamlar, stranlar…
İçerden dışa doğru yaşadığımız şehir
Bir insan için iki tür şehir vardır; içerden dışarıya açılan ve dışardan içeriye açılan şehir. Biri evleri, mahalleri, caddeleri, insanları ve ilişkileriyle yaşadığımız kanlı canlı şehirdir, diğeri ise muhayyilemizde, hayallimizde hülyalarımızda yaşattığımız şehirdir.
Nitekim sabah bir evde, bir apartmanda bir ailede uyanırız. Önce orada bulunanlarla hemhal olur, sonra sokağa çıkarız. Şehrin bir parçası olan sokak bir mahalleye aittir, bu mahalle şehrin onlarca mahallesinden biridir. Sonra şehrin ana caddelerine, merkezlerine açılırız. Orada insanlarla karşılaşır, lokantalarında yemek yer, kahvehanelerinde dostlarımızla sohbet ederiz. Bir toplantıya katılırız, ya da bir alışveriş merkezine gideriz. Kent möblesini seyreder, ağaçlarının gölgesinde yürürüz. Şehrin sineması, tiyatrosu vardır, vaktimiz elverdikçe gideriz. Kitapçıya, kütüphaneye ihtiyaç duyarsak oralara da uğrarız. Işıklı neonlar altında barları geçer, eğlence mekânlarını gezeriz. Hastalandığımızda hastanelerine, eğitim için okuluna gideriz. Hâsılı kelam bir kenti yaratan bütün unsurları şu yada bu şekilde o gün ya da başka gün o şehirde yaşarız. Fakat bütün bunları yaşarken, genelde, deniz içre olan balıkların içinde bulundukları suyun farkında olmaması gibi biz de farkında olmayız çoğu zaman şehrin. Şehri gezerken, caddelerinde dolanırken, bir kapalı mekâna girip, bir açık alana çıkarken şehri bir bütün olarak düşünmez ve yaşamayız genellikle. O şehirde olduğumuzu bile unuturuz bazen. Kimi zaman içten içe bilsek bile topyekûn yaşadıklarımızı tekrar tekrar yaşamayız. İşte işin bu kısmı ikinci kısma ait şehirdir. Meselenin ikinci kısmı ise dışardan içeriye doğru yaşadığımız şehridir.
Dıştan içe doğru yaşanan şehir
Dışardan içeriye gelerek yaşadığımız şehir ise içimizde yaşattığımız şehirdir. Genellikle o şehirden başka bir şehre ya da başka bir yere gittiğimizde yanımızda, muhayyilemizde götürdüğümüz şehirdir. Asıl şehri bir bütün olarak o zaman yaşarız. Bunu içimizdeki hasret, şehre duyduğumuz özlem ortaya çıkarır. Düşünür, anar, hatırlar ve yaşadığımız şehri içimizde tekrar tekrar yaşarız. Onun özlemini duyarız, duyduğumuz özlem bizi daha önce yaşadığımız şehre götürür. Nereye gidersek gidelim, hangi şehirde yaşarsak yaşayalım o ilk göz ağrımızı, o asıl şehrimizi yanımızda götürürüz hep, yaşar, yaşatırız onu. Çünkü gittiğimiz yere kendimizi götürürüz, kendimiz giderken şehrimizde içimizde bizimle gelir. İnsan göçebedir ama hatırlar yerleşiktir. Kavafis’in dediği gibi nereye giderseniz gidin o şehir arkanızdan gelir. Bu yüzden memlekete bağlılık sadece bir taşra nostaljisi değildir.
Şehir ve uygarlık
Uygarlık zamanın ve mekanın farkındalığıdır; bireyin diğer inşalarla, tabiatla, çevresi ile olan ilişkisidir. Medeniyet bu adını medine olarak yaşatmıştır. Şehir aynı zamanda medeniyeti temsil eder. Bir yaşama biçimini olarak medeniyeti. Rafine olmuş bir kültürü ifade eder. İnsanlığın şafağından beri şehirler insanın duvarsız ve çatısız mekanlarıdır. Başkalarından etkilenir ve başkalarını etkiler. Şehrin ürettiği değerle kendini ifade eder. Ama şimdi çatı ve duvar var artık. Zaman ve mekanın bölünmesi var medeniyet adına. Zaman da mekan da bölünmüş. Şehir, medeniyet buna bağlı olmuş.