Ülkede, mevcut iktidarın karakterini tanımlayan ifadelerin çeşitliliği malum! Hatta bu durumun sosyal bilimciler açısından zorlu bir kulvar halini aldığı bile söylenebilir. Çeşitliliğin bu düzeyi elbette olumlu anlamda zenginlikten gelmiyor. İnsanlar, yaşadıkları sorun ve öncelikleriyle bir tanımlama yapma ihtiyacı duyabiliyor. Yine de konuyu biraz daraltınca mesele o kadar da karmaşık değil. Çalışma biçimi, ilişkileri, tercihleri ve öncelikleriyle birçok kurum ya da yapıda iktidarın karakterinin izlerine rastlamak mümkün. İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı (AFAD) ile Kızılay’ın yaptığı işbirliği bu duruma tipik örnek oluşturuyor. Ticari bir işletmeye dönüştürülen ve ahbap-çavuş kapitalizminin önemli müteşebbisi olan Kızılay’la beraber AFAD, liyakatsiz kadrolarıyla, tanımlı işlerinde beceriksiz ancak kriminal işlerde mahir bir ekip halini almış durumda. Bu durum, Suriye topraklarında selefi güçlerle yakaladığı uyum ve fayda ilişkisini depremde kendi ülkesindeki insanlarla kuramamış olmasını motivasyon eksikliğiyle de açıklayabilir.
İlk büyük deprem sonrası birinci ayı doldurmuş durumdayız. Nerede durduğunuza ve baktığınıza göre kısa ya da uzun gelebilecek bir süreden bahsediyoruz. Sağlık hizmetleri için olağan dışılıktan bahsedildiğinde herhangi bir sürenin tanımlanması ise mümkün değil. Sadece öncelikler tartışması yürütülebilir. Peki Sağlık Bakanlığı açısından durum böyle mi? Adıyaman örneği üzerinden ilerlemeye çalışarak bakalım!
Adıyaman için hatırlayalım: İlk gün AFAD tarafından deprem olan iller içinde bildirilmemiş olması yanında oturduğu evin çevresinde yaklaşık 20 binanın yıkıldığı Vali, “hasar yok” diyerek yaptığı işgüzarlığın altında kalmış ve sonrasında Erdoğan tarafından “helallik” istenerek geri adım atılmıştı. Kötülük, örgütlü kötülük gibi şeyler bunu ne kadar açıklar bilinmez! İlk hafta İstanbul Tabip Odası’ndan (İTO) giden gönüllü sağlık ekibi olarak Adıyaman’da bizler de bulunduk. Sağlık kuruluşlarının durumu ve yürütülen çalışmaları gördük ve gönüllü sağlık ekibi olarak kaldığımız 10 gün boyunca halkın sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için çabaladık. Gezici ekiplerle birinci basamak sağlık hizmetleri yanında kurduğumuz merkezle kadın hastalıkları, gebe takibi ve üreme sağlığı hizmetleri verdik. Ağız-diş muayeneleri için hızla organize olduk. Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan/olması gereken işler için hareketlenme başlayınca gözlem ve dezavantajlı gruplar üzerinde çalışmak üzere yeni planlamalarla yola devam etme kararı verdik! Olağan dışılığın devam ettiği bu koşullarda depremin birinci ayında İTO Yönetim Kurulu olarak önce Hatay sonra da Adıyaman’da yeni gözlemlerde bulunduk.
Adıyaman’da iki hafta gibi kısa süre içinde gördüğümüz şey enkaz altındaki şehirden ölümün sessizliğine bürünmeye doğru değişim oldu. Yaşanan “insansızlaşma” şehir için fiziksel yıkımın yanında onu mühürleyen sosyal yıkımı da iliklerimize kadar hissettirdi. Bu derece yıkımın varlığında, “giderilemeyen ihtiyaçlarla” beraber insanların deprem alanından bir an önce uzaklaşması tercih edilebilir bir durum gibi görünebilir. Ancak bir sonuç ve plan içermiyor bu tercih. İnsanlar maruz kaldıkları zorunlulukları yaşıyor. Travma içinde travma bir nevi. Gitmek ne kadar hızlı çözüm gibi görünse de geleceğe dair umut içermiyor. Şehrin nüfusu neredeyse çeyreğin altına düşmüş. Köylerde odalara sıkışıp kalanlardan daha uzak kentlerde ev kiralayan ya da yakınlarının yanına sığınanlara kadar göç yollarına düşmüş insanlar. Geride kalanlar için türlü gerekçeler sıralanabilir. Gerekçelerin ortalaması ise imkânsızlık, yoksulluk. Geçici yerleşim yerlerinin oluşması ile dezavantajlı grupların barınma ihtiyaçları, dolayısıyla sağlık ihtiyaçları için de çaba sarf edilmiş olacak. İlk ay itibariyle hala kurulma aşamasında olan çadır kentler var. Konteyner kent ise henüz yok. Yani gerçek bir barınma olanağı sağlanmış değil.
Şehrin merkezinde hizmet binası yıkılan Adıyaman Belediye Başkanı, hekim kökenli ve önceki dönem Tabip Odası başkanlarından. Ailesinden çok sayıda kaybı var. Görüşebiliyoruz kendisiyle. Baş sağlığı ve geçmiş olsun dilekleri sonrası su ve kanalizasyon için bilgiler alıyoruz. Durum parlak değil. Halk sağlığı için riskler çok fazla. Yeni yapılanma süreci için eski projeler ve hızla onaylanmış projelerden bahsediyor meslektaşımız. Çevre ve Şehircilik Bakanlığının süreci yürüteceğini söylüyor. Onun için de gelecek belirsiz. Ünlü valilik binasının bir kısmı belediye için ayrılmış. Girişte devletin gücünü simgeleyen yeni belediye tabelası valilikle benzer yazı karakter ve kalitesinde hızla yerleştirilmiş. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın buradan geçtiği belli. Ama sadece önünden. Neden derseniz belediye tarafı olarak ayrılan yerde iç mekanda çatlaklar belirgin. Her yer toz. Yıkık bir iç mekan aslında. Kirişlerdeki bozulmalar, bu halimizle bile güvenli olmadığını değerlendirebileceğimiz ölçüde! Sonrası İrili ufaklı çadır kentlerde dolaşıyoruz. Herkes ayakta. Oturmak yok. Sağlık Bakanlığı’ndan görevlendirme ile gelen yeni grup sağlık çalışanlarının ilk günü. Karadeniz bölgesindeki kentler görev almış. Askeri uçağın kargosunda getirilmişler. Havaalanı faal olan bir deprem bölgesi için hala yoluna girmemiş bir ulaşım biçimi bu. Yaratılan olağandışılık hali!
Adıyaman Eğitim Araştırma Hastanesi’ni (aynı zamanda Adıyaman Üniversitesi Hastanesi) ziyaret ederek durumu saptamak istiyoruz. Acile entegre tek katlı bir yapı içinde Sağlık Bakanlığı merkezi yetkilileri ve hastanede idari sorumlu hekimle konuşuyoruz. Sağlamlığı tartışılan binanın ilk günlerde ameliyathanesinin çökmesi, bina blokları arasında bütünlüğün bozulduğu bilgilerine aldırış etmeden bilindik bir dil karşılıyor bizi. O sihirli, iktidarın son 20 yılda zihnimize zerk ettiği müteahhit dilin kendisini nasıl da hızlı ürettiğine tanıklık ediyoruz. “Bina 9.0 büyüklüğünde depreme dayanıklı olup sismik izolatör kullanılmıştır” repliği 40 kere daha söylenmesiyle gerçek olabilecek sihri üzerine yüklemiş görünüyor. Fazla zaman kaybetmeden acil servisten dolaşmaya başlıyoruz. Beş metre öteden başlayan gerçeklik yüzümüze hazırlıksız çarpıyor. İlk hafta duvarda görünen büyük çatlaklar ve yıkıntı halini sıvanmış, boyanmış buluyoruz. Bu ne hız derken Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın “ilk kazmayı vurduk” diyerek muştuladığı, acılara çimento basan görüntüsü aklımıza geliyor. Kapat üstünü gitsin diyerek günlerce inleyen enkazlardan sonra beklentiyi ne kadar yüksek tutabiliriz bilemiyoruz.
Normal bir hastane koridorunda yürür gibi acil serviste dolaşırken gerçek yine peşimizi bırakmıyor. Sağlık çalışanlarıyla konuşmaya başlayınca sorunlar dökülüyor. Fazla mesai yapma, barınma sorunları derken depremzede durumundaki sağlık çalışanlarının esnek çalışma modeli ile tekrar çalışmaya başladığını öğreniyoruz. Konuştuğumuz hekim arkadaşımız Adıyamanlı. Köyde bulunan aile evinde bir oda ayarlayabilmişler eşi ve kendisine. Eşi doğum yapmak üzere ve yüzündeki tedirginlik kendisi için değil. Her koşulda ayakta kalmaya çalışıyor. Bizim açımızdan ezildiğimiz ve çaresizliğin derinleştiği bir ana dönüşüyor bu durum. Parçalanmış hayatlar, kayıplar ve geleceğe dair belirsizlik içinde kalmış sağlık çalışanlarının ne kadar faydalı olacağı düşünebilir! Temel barınma olanaklarının sağlanmadığı şehirde basamaklandırılmış, koruyucu ve bağışıklayıcı sağlık hizmetlerinden bahsetmenin hayal olduğunu söyleyebiliriz.
Üstünü sıvadıkları, çimentoyu bastıkları duvarlarla sağlık hizmetini onarmak mümkün değil. Müteahhit devletin yarattığı enkazdan, ilk önce sağlık hizmetlerini çıkarmamız gerekiyor. Yaralar, çatlaklar derin. Yaşam hakkı, sağlık hakkı mücadelesine deprem bölgesinde her zamandan daha fazla ihtiyacımız var…
Cegerğun Polat kimdir?
Kardiyoloji uzmanı, Dr. Öğretim Üyesi. Çukurova ve Ankara Üniversitesi’nde eğitim aldı. İstanbul’da özel bir hastanede çalışıyor. TTB’nin çeşitli kademelerinde toplum sağlığı mücadelesini uzun yıllardır sürdürüyor. Demokratik eğitim pratiklerinin geliştirilmesi için çalışmalar yapıyor. İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi.