Onur Hamzaoğlu
AKP-MHP yönetimindeki Türkiye, 2022’ye hem siyasi hem de mali krizle girdi. 2021 yılının son aylarında TL’nin tüm yabancı paralar karşısındaki hızlı ve büyük değer kaybı, neredeyse satılan hemen her şeyin fiyatını en az iki katına çıkaran zamların gerekçesi yapıldı. Eylül 2021’de cebimizdeki 100 liranın alım gücü, dört ay sonra, Ocak 2022’de 30 liraya kadar düştü. Ekmek 3,5 lira, açık sütün litresi 11 lira, PTT’den kargo 26 lira, bir litre ayçiçek yağı 75-80 lira oldu. Kuru fasulyeden nohuda, mercimekten una, makarnaya, zeytine, şekere, çaya, sebze ve meyveye, ete, tavuğa kadar son dört ayda en az üç defa zamlanmayan herhangi bir gıda maddesi yok maalesef. Yetmedi, 20 Aralık akşamı yapılan döviz operasyonu ile hükümet yandaşlarına çok büyük rant sağladı. Kefen parasını döviz olarak tutan orta gelirliler çok büyük kayba uğratıldı. Ardından ‘döviz fiyatları kontrol altına alındı, zamlar geri alınacak’ dendi. Ancak olmadı. Gıdaya, ilaca, ekmeğe, elektriğe, benzine, mazota, doğal gaza yapılan zamların hiçbiri geri alınmadı. Aksine zam yapmaya devam ediyorlar. Yoğun kar yağışı ve dondurucu soğuğa rağmen, İstanbul’da insanlar 3,5 liralık ekmeği 1,25 liraya alabilmek için Halk Ekmek önlerinde metrelerce uzayan kuyruklara giriyor. Kuyruktakilerin bir bölümü bu fiyata da ekmek alamadığı için aynı kuyruğun en sonunda kalıp, bekleyip “askıda ekmek” soruyor.
Bizzat AKP Genel Başkanı Recep Erdoğan’ın “Türkiye’nin 2023 hedeflerinin sembolleri” olarak gösterdiği yapılar bir bir çöküyor. Seçilen yerin yaban hayatı, şehrin suyu, kentleşme ve özellikle de hava trafiği için yanlış olduğu uzmanları tarafından bilimsel bilgiye dayalı olarak hazırlanan raporlarla kanıtlanmış olmasına inat, 33 işçi cinayeti işlenerek 5-6 yılda inşa edilen İstanbul Havaalanı, Ocak 2022’nin üçüncü hafta sonundaki yoğun kar yağışı nedeniyle tüm uçuşlara kapatıldı. Yolcular havaalanında uyumak zorunda bırakıldı, hakları olmasına karşın, otele götürülmedi/götürülemedi. Onun yerine, üzerinde uyumaları için ambalaj kartonları dağıtıldı. Kargo binasının tavanı çöktü. Benzer uyarılara rağmen, inşa edilen Kuzey Marmara Otoyolu da kar yağışı nedeniyle yaklaşık 17 saat boyunca ulaşıma kapandı. Eş zamanlı olarak yılların İstanbul-Ankara D-100 kara yolu ile otoyolunun da kar yağışına teslim edildiğini öğrendik. İstanbul ve Türkiye’nin birçok ilinde binlerce araç, on binlerce yolcu gecenin karanlığında, ayazında, tipinin içinde aç susuz mahsur kaldı. Saatlerce kurtarılmayı bekledi. İstanbul’a giriş çıkışlar yasaklandı. Yetmedi, sanayide enerji kısıtlamasına gidildi. Birçok sektörde üretim durdurulmak zorunda bırakıldı. Sahip olunan bilgiyi, teknolojiyi, insan gücünü halkın yararına kullanmayan, ekonomiyi, sağlık ve eğitim hizmetlerini, enerjiyi hatta yoğun kar yağışını bile yönetemeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Bütün bunları kriz sarmalı olarak değerlendirebiliriz. İktidar bir süredir, sorunları çözebilme, krizleri toplumsal rıza ile yönetebilme olanağını yitirdi. Sorunu çözmek yerine dil koparma ile tehdit ediyor. Çünkü sahip olduğu rıza araçları tükendi, işlevsizleşti. Rıza aracı olarak elinde yalnızca tehdit ve zor kaldı. İktidar, son üç, dört yıldaki en zayıf dönemini yaşıyor.
Hükümet, pandemi ile mücadeleden neredeyse vazgeçti, işleri oluruna bıraktı. Önlenebilir olmasına rağmen, her gün hastalananların, ölenlerin sayısı bir önceki güne göre daha fazla sayıda olup maalesef rekorlar kırılıyor. Genel sağlık sigortası primini düzenli ödüyor olanlar bile Sağlık Bakanlığı hastanelerinde bırakın ameliyatı, muayene olabilmek için bile ancak haftalar, aylar sonrasına randevu alabiliyor. Bunun için de telefonun bir ucunda günlerce uğraşması gerekiyor. Üstelik bir de muayene ücreti ödeyecekler. Aynı işe başvuran 95 KPSS puanlı bir gencin sözlüde başarısız bulunup onun yerine 55 KPSS puanlı bir yandaşın alınması haber değerini dahi yitirdi. Sağlık emekçilerine yönelik şiddet, kadın ve işçi cinayetleri de maalesef sıradanlaştırıldı bu iktidar döneminde. Ülke yönetiminde dogma, gericilik, dinci gericilik hakim kılındı. Nerdeyse bütün yönetim kademeleri aileye, sayılarının yetmediği yerde de partililere teslim edildi. Yönetim kademelerinde kayırma, yolsuzluk, arsızlık olağanlaştırıldı. Kendi alanlarına birazcık olsun objektif bakabilme çabası gösteren bakana bile tahammül yok. Aynı gece görevden alınıyor/istifa ettiriliyor.
Bütün bunlar yaşanırken, kamuoyu araştırma sonuçlarına göre AKP-MHP iktidarı/Cumhur İttifakı önemli oranda oy kaybediyor. Ancak kaybedilen oylar bir grup muhalefetin kurduğu Millet İttifakı’na gitmiyor. Kamuoyu çalışmalarında, kararsız olduğunu ve seçimde oy kullanmayacağını söyleyen seçmenlerin payının %18-20’ye ulaştığı görülüyor. Bu oran, seçimde eşit dağılsa, neredeyse iki partiye Meclis’te grup kurdurabilecek düzeye geldi. Söz konusu durumu, seçmenin yaşanmakta olan sorunları yaratan AKP-MHP iktidarından uzaklaşmakta olduğu ancak, henüz muhalefetin kurduğu ittifakı da sorunları çözebilecek bir alternatif olarak görmediği şeklinde değerlendirebiliriz. Seçmen, muhalefetteki 6 partinin bir araya gelip, parlamenter sistemi güçlendirmeye yönelik çalışma ve vaatlerini de yeterli bulmuyor. Yalnızca, iktidarın yaptığı hataları sıralayan, yaşanan olumsuzlukları bağıra bağıra anlatan muhalefete mesafeli duruyor. Sadece Kürtler değil, bir grup seçmen de sınır ötesi operasyonlarda, başka ülkelere asker göndermede ya da HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasında AKP-MHP iktidarı ile saf tutan bir muhalefete güvenemiyor.
Oysa, seçmen bu hataları yapmayan, beraberinde yukarıda sıraladığımız, günlük hayatta yaşanmakta olan sorunları nasıl çözülebileceğini bir bir anlatabilecek, kendisini de sürece katabilecek bir muhalefete gereksinim duyuyor. Seçimlere, meclise sıkışmayan eşitlikçi, özgür, demokratik, adil, içerde ve dışarda barış ve huzur içinde yaşayabileceği bir Türkiye’nin nasıl inşa edilebileceğinin beklentisi içinde. Bunu da ancak sol ve sosyalistler yapabilir. O nedenle HDP’nin çağrısı ile bir grup sol, sosyalist parti ve yapının bir araya gelmesini önemsemeliyiz. Ancak yeterli değil tabii ki. Bir yandan az sayıda da olsa birilerinin dışarıda bırakıldığı, diğer yandan da kimsenin dışarda kalmak için sudan sebepler yaratabileceği bir ortaklık olmamalı. Aksine toplum içinde toplumla birlikte, siyasi mücadeleyi gerçekleştirmeyi önüne koyabilen, seçimlere ve meclise sıkışmayan sol ve sosyalist parti ve yapıların bir araya gelişiyle başlayıp sendikalar, demokratik kitle örgütleri ile yazar, sanatçı ve akademisyenlerin vb. birey olarak da katılabileceği bir yol yürüyüşü işçinin, emekçinin, köylünün, işsizin, gençlerin, kadınların, LGBT+ bireylerin, küçük esnafın, göçmenlerin özetle, ezilen ve ötekileştirilenlerin, yeni Türkiye’nin inşası için umudu olabilir. İktidarın bu kadar “zayıf” olduğu krizli dönemlerde muhalefetin küçük, büyük kazanımlarının önünün açıldığını tarihsel olarak biliyoruz. Yeter ki gecikilmesin ve gereğini yapılabilsin. Son günlerde birçok işçi eyleminin kazanımla sonuçlanması da bunu gösteriyor mu?
Geçtiğimiz haftalarda Elektrik Mühendisleri Odası’nın seçimleri ile Türkiye Barolar Birliği’nin Anayasa Mahkemesi için üye belirleme süreci yaşadığımız umutsuzluğun, hayal kırıklığının sonu olsun. Birinde sol ve sosyalistler Oda’yı sağcı bir ekibe “sundu” diğerinde Anayasa Mahkemesi’nin AKP-MHP iktidarı ile yakınlığı bilinen üye sayısı 9’dan 10 çıktı ve üçte ikilik çoğunlukları netleşmiş oldu. Parti kapatma vb. nitelikli çoğunluk gerektiren kararlar çok daha kolaylıkla çıkartılabilecek. Her iki süreçte de daha özenli olunabilse, bilgi, birikim ve deneyimler yeterince kullanılabilse “biz değil hepimiz” olabilseydik bu sonuçlarla karşılaşmayabilirdik. Ancak, olmadı. Her ikisinde de yalnızca iki kurum ve oradakiler değil hepimiz kaybettik. Dileriz son olur.
Türkiye solu, sosyalistleri başta kurumsal kimlikleriyle olmak üzere, AKP-MHP iktidarını sonlandırmanın yanı sıra, henüz olanak ve zaman varken, ülkenin yeniden inşasında da üzerlerine düşeni yapmalıdır: Birlikte Mücadele-Hemen Şimdi.
Sorumluluğunuz-sorumluluğumuz…