Ana SayfaManşetKuzeydoğu Suriye’nin ‘sınır güvenliği’ – Hasan Doğan

Kuzeydoğu Suriye’nin ‘sınır güvenliği’ – Hasan Doğan

AKP-MHP iktidarı her ne kadar halen çok güçlü imiş ve istediğini yapacakmış gibi görünse de bir ay öncesine göre çok fazla güç kaybettiği, hareket alanının çok fazla daraldığı bir dönemi yaşıyor. Buna rağmen Kuzeydoğu Suriye üzerindeki tehditlerini sürdürmeye devam ediyor. Bu tehdidin fiili hale gelmesi zayıf da olsa bir olasılık. Ama ağırlıklı olarak iç siyasete ayar verme çabası gibi görünmektedir. İşte içerde belediyelere yapılan saldırılar ve tutuklamalar da bu ayar vermenin bir parçası olarak gündeme gelmektedir.


Hasan Doğan


Genel olarak Ortadoğu’da ve bölgenin tek tek ülkelerinde gündemin hızla hem de neredeyse anlık olarak değişmesi sadece yaşayanları değil izleyenleri de aşırı yormakta, bunaltmakta. Her oyuncu açısından adeta bir satranç gibi yapılan her hamle hızla şaha yaklaşmanın adımı olmakta. Bu temelde de ortaya çıkan her yeni gelişme yan yana duruş ya da karşı karşıya geliş pozisyonlarını değiştirmekte. Bu da birbirine dost ya da düşman olanların veya nötr durumda kalanların bile kafalarını karıştırmakta.  Belki de kaos denilen kelimenin tam da karşılığı bu olmakta. ‘Acaba’lar havalarda uçuşmakta. Olasılıklar halkalarından oluşan kuantumik zincirler, belirsizlikler sosuna bulanmış gri renkli tonlar üzerinden analizler yapılmayı zorlamakta.

Diğer yandan da sanki her şey siyah-beyaz renkte olacakmış gibi düşünen stratejist ya da analizcilerin belirttikleri hemen her şey kısa süre içinde boşa çıkmakta. Çünkü onlara göre her şey teknik ya da askeri güç dengeleri üzerinden sadece mekanik olarak hesaplandığı için ona uygun bir sonuç ortaya çıkacak. Öyle ki siyah veya beyaz renklerine ulaşmak için ticaret ve pazarlıklar devreye girmekte. Alınabilecek ya da satılabilecek ne varsa her şey en kelepir fiyatına pazara sürülmekte.

Belki de 21. yüzyılın temel karakteristiği budur; kuantumik yaklaşım üzerinden her türden teknik, bilimsel ve askeri gelişmenin merkezine oturtularak olasılıkların içinde en işe yarayanı ya da çıkara uygun olanı ne ise onun öne çıkması sağlanmaya çalışılmakta.

İşte bugün İran-ABD-İsrail ilişki ve çelişkilerini tartıştığımız bölgede bir anda Kuzeydoğu Suriye-Türkiye-ABD ilişki ve çelişkileri ön plana çıktı denilirken birden İdlip meselesine odaklanılarak Türkiye-Rusya çelişkileri üzerinden Soçi’de varılan anlaşmalar sorgulanmakta. Bunların gölgesinde İsrail Filistin halkına saldırırken, AKP-MHP iktidarı da HDP’li belediyeler şahsında Kürtlere saldırmanın yanı sıra “Pençe 3” adı altında Kuzey Irak’ın başka bir alanında yeni bir işgal girişimine başladığını ilan etmekte. Doğu Akdeniz ve Libya’daki gelişmeler de sanki bu saldırıların arkasına gizlenmekte. Gizlenen elbette sadece bunlar değil.

Kasımpaşa’dan yükselen ve esas olarak korku üretmeye yarayan naralar “imdat yardım eden yok mu” şeklinde algılanırken şimdi Türkiye’de bir sona doğru yaklaşılmakta.

İşte bu sona doğru gidişte neyin gerçek neyin hayal ürünü ya da yalan olduğunun en çok karıştığı bir konu da Kuzeydoğu Suriye için bahsedilen “güvenli bölge”, “barış koridoru” ya da Kuzey Suriyelilerin dediği gibi “Sınır Güvenliği” olmakta.

Bu konuda ilgili tarafların farklı açıklamaları bulunmakta. Özellikle AKP-MHP iktidarı hükümet yetkilileri ve ona bağlı medyaya bakılırsa Kuzeydoğu Suriye’de ABD ve Demokratik Suriye Güçleri (DSG) Türkiye’nin tüm isteklerine boyun eğmiş gibi görülmekte. ABD tarafı oldukça ihtiyatlı ve özellikle de Türkiye tarafını yalanlamamaya çalışarak genel açıklamalar yapmakta. ABD ve Türkiye askeri yetkililerinin “güvenli bölge” üzerine yaptıkları üç günlük toplantı ile zamandaş olarak ABD Savunma Bakanı’nın “eğer müttefiklerimize bir saldırı olursa engelleriz” mealinden yapmış olduğu açıklama aslında en azından şimdilik Kuzey Suriye antlaşmasının da sınırını belirlemekte. Bu sınırın ne olduğunu da DSG komutanı Mazlum Abdi son yaptığı açıklama ya da gazetecilerle yapmış olduğu söyleşilerde ortaya koymakta.

Nedir bu çerçeve?

Mazlum Abdi’ye göre Kuzeydoğu Suriye’nin Kobani’den Derik’e kadar olan Kuzey sınırı Türkiye tarafından tehdit edilmektedir. O nedenle koalisyon güçlerinin gözetimi ve denetiminde sınır güvenliği sağlanmalıdır. Buna göre Kuzey Suriye topraklarında öncelikli olarak Serikani (Resl Ayn)-Gre Spi (Tıl Abyad) arasında yer alan yaklaşık 100 km uzunluğundaki alanda 5 km, çok sınırlı bir alanda da 14 km derinliğinde bir şerit oluşturulacaktır. Bu alanda AKP-MHP iktidarının isteği üzerine DSG ya da YPG güçleri bulunmayacak. Onun yerine Minbiç örneğinde olduğu gibi yerel meclislere bağlı askeri güçler bulunacak. Yine AKP-MHP iktidarının isteği üzerine uzun menzilli silahlar 20 km güneye çekilecek.

Savaş nedeniyle Türkiye’ye kaçmak zorunda kalan yerel halkın evlerine-köylerine dönmesi konusunda herhangi bir kısıtlamaya gidilmeyecek. Eğer savaşta halka karşı suç işlemiş olanlar varsa onların durumu da Kuzeydoğu Suriye yargısı tarafından ele alınacak. Yani herkes kendi mülk ya da varsa faklı şeyleri onlara sahip çıkabilecekken suç işleyenler ya da suç işlemek için gelenler yargılanacak. Bu süreç ilk etapta Serekani-Gre Spi arasında başlatılacak ve adım adım tüm sınır boyunca gerçekleştirilecek.

DSG Genel Komutanı en son yine Haseke’de gerçekleşen yıllık DSG Komuta Kademesi toplantısında benzeri şeyleri tekrarlarken Türkiye ile ABD üzerinden dolaylı görüşmelerin devam ettiğini belirtti. Ve her zaman olduğu gibi Suriye rejimine toprak bütünlüğü temelinde demokratik birlik çağrısını yineledi. Türkiye ile sorunların biterek ilişkilerin yeni sürece evirilmesi için Afrin sorununun çözümü konusunu bir kez daha dile getirdi.

Aynı dönemde AKP-MHP iktidarının Milli Savunma Bakanı da ABD ile oluşturulan müşterek komuta merkezinin çalışmalara başladığını duyurdu. Centcom Komutanlığı DSG’nin anlaşmanın gereğine uyduğunu ve iyi niyet göstergesi olarak da bazı istikhamlarını imha ettiğini ilan ederken Kuzeydoğu Suriye’deki ABD güçleri komutanı Heseki’de gerçekleşen toplantıda DSG’ye olan desteklerinin süreceğini bir kez daha deklere etti.

Son dönemlerde bir çok basın organında “güvenli bölge”nin arka planları ya da basına sızmış hali denilen anlaşma metininin aslına yakını yukardan beri aktarılan biçimde oluyor. Öyle ki DSG komutanlığı “güvenli bölge konusunu ilk defa biz gündeme getirdik ve tehdit altında olan topraklarımızın savunulması için koalisyon güçleri tarafından bir mekanizmanın kurulmasını istedik” demektedir. Yani bu tartışmalı konuyu gündeme getiren taraf Türkiye tarafından tehdit edilen Kuzeydoğu Suriye yönetimi olmakta. Öyle sık sık havuz medyasında ya da iktidar çevreleri tarafından dile getirildiği gibi amaç Türkiye sınırlarının korunması değil.

Gelişmelerin esas olarak bu çerçevede oldu gibi görünmektedir. AKP tarafının ısrarla belirttiği “Minbiç gibi oyalanmak istemiyoruz” ya da “sabrımız kalmadı gireceğiz” gibi açıklamaları da aslında sınır güvenliği konusunun ne şekilde geliştiğinin göstergesi olmakta.

Bu tartışmalar ve bilinen aşamalı olarak hayata geçirileceği söylenen antlaşmalar olurken esas olarak hem Türkiye’de ve hem de Suriye’de neler oldu? İşte bu sorunun yanıtı tüm güçlerin gerçek niyetini ortaya koyacaktır.

ABD, Sınır Güvenliği Koordine Merkezi oluşturma adı altında Urfa’da yeni bir üslenme bölgesi oluşturdu. 2003’ten bu yana ABD’nin isteyip de gerçekleştiremediği bir durumdur bu. Yani ABD Kuzeydoğu Suriye sorununu Türkiye’de yeni bir üs bölgesi oluşturmak için fırsata dönüştürdü. Bu sonucun İdlib’de yaşanan sıkıntılarla çakışması bir tesadüf olmasa gerek.

Diğer yandan İdlib’de yaşananlardan da anlaşıldığı gibi Türkiye-Rusya ilişkilerinde ABD lehine gibi görünen bir çatlama meydana geldi.

Rejim-İran ve Hizbullah güçleri bu durumu İdlib’deki çetelerin tasfiyesinin uygun koşulu olarak gördü. Ve Rusya’nın desteği ile saldırıya geçti.

Rusya Soçi ve Astana mutabakatlarının uygulanması için Türkiye’ye olan baskısını artırdı. Bu temelde de İdlib çetelerine yönelik saldırıları artırdı. Ve onların yok olmasının gerektiğini savundu. Özellikle Macron-Putin görüşmesi sırasında bizzat Putin’in ağzından Rus tarafının Türkiye’yi İdlib’deki çeteleri başta Libya olmak üzere “dünyanın farklı alanlarında kullanmak için gönderdiğini” ilan etmesi Rus/Türk ilişkilerinin gerginliğinin düzeyini de ifade etmekte idi.

Bütün bu olanların üzerine tuz/biber ekmek anlamına da gelen TSK komuta kademesinde yaşandığı söylenen istifalar da önemli bir gelişme olarak gündeme damgasını vurdu.

İdlib nedeniyle Rusya ile yaşanan sıkıntılar ve rejimin yoğun saldırıları altında TSK’nın çekilmesinden bahsedildiği bir süreçte İdlib’deki işgal güçleri komutanı ve yardımcısı istifa etmiş bulunmaktadır. Devlet yetkilileri bunu “emeklilik” olarak yansıtmaya çalışsa da yeni bir tasfiye dalgası olarak ele alınabilir bir gelişme bu. Çünkü istifa eden askerlerin Suriye rejimi ile antlaşmadan yana olduğu da iddia edilmektedir. Eğer öyle ise Urfa’da yeni bir hareket merkezi oluşturan ABD’nin bu tasfiyedeki rolü de elbette sorgulanabilir. Çünkü ABD İdlib’den çıkılmasını istememektedir.

Peki bundan sonra ne olabilir?

AKP-MHP iktidarı hem kuzeyde ve hem de güneyde yoğun bir saldırıya başladı. Bu saldırı dalgasının İstanbul-İzmir, Ankara gibi büyük şehirleri de kapsayacağının sinyalleri veriliyor. Yani en son yerel seçimlerde ortaya çıkan Kürt-Türk ittifakının bozulması için hamleler yapılıyor. Fakat diğer yandan geliştirilmek istenen şoven dalga istenilen sonucu vermiyor. O nedenle Kuzeydoğu Suriye’ye yönelik “girdik-gireceğiz” teraneleri toplum içinde fazla bir karşılık görmediği gibi iktidar kanadında siyasal çatlamalara da neden oluyor. Bunun için siyasal iktidar kısmen saldırı ve önemli oranda psikolojik harekat temelinde iletişim araçlarının yaratacağı algı üzerinden kendi krizini aşmaya çalışırken olası bir erken seçim için de hazırlıklarını da yapmaya çalışıyor.

Belki biraz da Kuzeydoğu Suriye’nin geleceği İdlib’de yaşanacak gelişmelere bağlanmış gibi görünüyor. İdlib sadece Kuzeydoğu için değil işgal altındaki Afrin başta olmak üzere diğer bölgelerdeki gelişmelerin seyrini belirleyeceğe de benziyor. Çünkü bugün Türkiye’nin İdlib’de desteklediği güçlerin önemli bir bölümü tüm dünya tarafından tehlikeli güç olarak nitelendiriliyor. Türkiye’nin kendisi de bu güçlerin kendi topraklarında konumlanmasını istemiyor gibi. Onun yerine Kuzeydoğu Suriye’yi onlara vatan yapmak istiyor. Yani AKP-MHP iktidarı “barış koridoru” adı altında aslında bir “terör koridoru” oluşturmak istiyor. Bu proje bile başlı başına bir değerlendirme konusu.

Bu olaya başta Kürtler ve Araplar olmak üzere tüm halklar direneceklerini söylüyor.

Rejim-İran başta olmak üzere Astana bileşenleri Türkiye’ye hiçbir şekilde güvenmiyor. Çünkü AKP-MHP iktidarı hiçbir zaman işgal ettiği topraklardan çekilme gibi bir durumu dile getirmiyor. Aksine kendini kalıcılaştırmak için her şey yapıyor. Bu da Suriye’nin fiilen olan parçalanmışlığının yeni bir Hatay projesi gibi hayata geçmesi anlamına geliyor.

Bu konuda ABD’nin tavrının ne olacağını önceden kestirmek fazla mümkün değilmiş gibi görünüyor.

Bütün bu olasılıklar üzerinden şu anda olası bir Türk işgaline karşı Kuzeydoğu Suriye yönetimi toplumu hazırlamaya devam ederken DSG Komutanı’nın da dediği gibi “Suriye topraklarını koruyacak düzeyde askeri gücü hem nicel ve hem de nitel olarak hazırlama uğraşısına girmiş bulunuluyor”.

Diğer yandan Gre Spi’de yeni oluşturulan yerel askeri güçlerin de sınır güvenliği çerçevesinde devriye gezmeye başladığı haber sütunlarında yerini alıyor.

Sonuç olarak; Şu ana kadar Kuzeydoğu Suriye üzerindeki tehdit ortadan kalkmış gibi görünmüyor. Kuzeydoğu Suriye halkı süren bu tehdit nedeniyle kapsamlı bir savunma hazırlığı içinde yaşamını sürdürüyor. Bu temelde yeni oluşturan yerel askeri meclisin güçlendirilmesi için yoğun bir çaba harcıyor.

ABD, halen pozisyonunda bir değişiklik olmadığını her hâlükârda ifade etmeye devam ediyor.

Rusya daha çok İdlib üzerinde yoğunlaşarak pozisyonunu buna göre ayarlayacağa benziyor. Ama şu ana kadar Putin-Erdoğan görüşmesi öncesinde rejimin İdlib’deki saldırılarını savunurken AKP-MHP iktidarına anlaşmalardan doğan görevlerini yerine getirmesini istiyor.

Eğer yeni bir Rus-Türk anlaşması ortaya çıkmazsa Rejimin tutumunu sürdürmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu tutum aynı zamanda İran’ın da bölgedeki gücünü koruması anlamına geliyor.

AKP-MHP iktidarı her ne kadar halen çok güçlü imiş ve istediğini yapacakmış gibi görünse de bir ay öncesine göre çok fazla güç kaybettiği, hareket alanının çok fazla daraldığı bir dönemi yaşıyor. Buna rağmen Kuzeydoğu Suriye üzerindeki tehditlerini sürdürmeye devam ediyor. Bu tehdidin fiili hale gelmesi zayıf da olsa bir olasılık. Ama ağırlıklı olarak iç siyasete ayar verme çabası gibi görünmektedir. İşte içerde belediyelere yapılan saldırılar ve tutuklamalar da bu ayar vermenin bir parçası olarak gündeme gelmektedir.

Eğer Kuzeydoğu Suriye’nin işgali olursa ne olur? Kimin şişesinden nasıl bir cin çıkar belli değil. Ama “topal ördek” deyimi şu andaki mevcut iktidarın durumunu yansıtıyor. İçerde meydana gelen irili ufaklı ama yaygın kitle hareketlerinin boyutu mevcut konjonktürle birleşirse mevcut iktidarın sonu hayırlı görünmüyor. O nedenle zamana oynayan ve dar bir zaman içinde mutlaka sonuç almak için kriz ve baskı yönetimi üzerinden iktidarını sürdürmeyi düşünen mevcut iktidarın istediği zamanda istediği amaca ulaşaması mümkün değilmiş gibi görünüyor. İşte bu olasılık çerçevesinde gözü dönen iktidar Kuzeydoğu Suriye halkını gömmeyi düşündüğü coğrafyada kendi sonunu hazırlayabilir.

Previous post
YAŞ’ta atamaları yapılmıştı: Altı generalin görev yerleri yeniden değiştirildi
Next post
28 gündür yoğun bakımdaydı: Murat Uslu tarafından vurulan Tuğba Anlak yaşamını yitirdi