Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. BekirKime ‘ait’? Karabağ’ın dünü ve bugünü üzerine

Kime ‘ait’? Karabağ’ın dünü ve bugünü üzerine


Abdulmelik Ş. Bekir


Azerbaycan ve Ermenistan arasında kangrene dönüşen Karabağ meselesi yine alevlendi. Yıllardır ekilen milliyetçilik rüzgarları fırtınaya dönüştü. Afyon etkisine sahip olan milliyetçilik özü itibarıyla beyin fonksiyonlarının köreltilmesi ve insanın çözüm yetisinin elinden alınması, ekli melaikelerinin öldürülmesidir. Milliyetçilikle şerbetlenen insan zekayla değil duygularla hareket eder. Esnek bir olgu olan zeka çalıştıkça gelişip zenginleşirken, çalışmadığında da daralarak işlevsel olmaktan çıkar. Milliyetçilik her şeyden önce insanın bilgi edinme, bilgiyi yorumlama, değerlendirme ve buradan çözüm üretme yeteneğini öldürür. Bilgi sahibi olmadan ezberle kendisinin önüne konulanı papağan gibi tekrarlayıp durur.

Türkiye’de son bir haftadır Karabağ meselesine yönelik söylem milliyetçilik zehri ile toplumun nasıl bir yığın haline gelebildiğinin resmidir. Bölgenin tarihsel, toplumsal, kültürel ve coğrafi yapısına ilişkin en ufak fikri olmaksızın milliyetçi ezberle herkes taarruza geçmiş vaziyette. Karşı milliyetçiler de elmanın diğer yarısı gibi aynı söylemi tekrarlıyor. Karabağ Ermenilere mi yoksa Azerilere mi ait? Sorusuna tarafların cevapları oldukça net, inançları tamdır. Rafine cehaletin geçer akçe olduğu böylesi durumlarda ilk kurban kuşkusuz hakikat oluyor.

İlgili ilgisiz herkese taraf olma zorunluluğunun dayatıldığı böylesi durumlarda bir adım geri çekilip, tabloyu tarihsel, toplumsal, siyasal ve kültürel bağlamı içinde okumak önemlidir. Bu anlamda Karabağ meselesi ve arka perdesine öncelikle güncelin dışında tarihsellik perspektifinden bakmakta fayda var. Bu zaviyeden bakıldığında ilk görünen gerçeklik Azeri diye bir ulusun olmadığıdır. Bir yönetim ve idari işleyiş biçiminin adıdır. Sonradan da coğrafik bir mahiyet kazanmıştır.

Bugün Azerbaycan olarak bilinen ülke adını Medkrallarından Adrepatin ya da Adropatena’dan alır. Topraklarının genişlemesi üzerine Adrepatin, Medlerinidari işleyişinde değişiklikler yapar. Kendi içinde özerk yapıya sahip olan yeni idari işleyiş kralın adından hareketle Adrepatian olarak anılır. Bugünkü Ermenistan ve Azerbaycan toprakları ile Gürcistan’ın güneyi uzun süre Medlere bağlı bir Adrepatian olmuştur.

Medlerin yıkılışıyla birlikte Büyük İskender ve Perslerin egemenliğine giren Adrepatian bölgesi zaman zaman dışardan gelen istilacıların kontrolüne girse de Urartu ve Medlerden itibaren Ermeni ve Kürtlerin birlikte, iç içe yaşadığı bir coğrafya olmuştur. 9 ile 11’inci yüz yıllar arasında Kürt Şeddadi Devleti’nin hakimiyetinde kaldı. Siyasal egemenliği zaman zaman el değiştirse de Atropatian denilen bu günkü Ermenistan ve Azerbaycan demografik olarak Kürt, Ermeni ve Farslardan müteşekkil olmuştur. Türklerin bu coğrafyaya gelişi 10’nuncu yüzyıldan itibarendir.

Moğol istilasıyla bu bölgedeki demografik yapı ciddi anlamda değişti. Bu değişim Selçuklu ve Osmanlı döneminde yeni Türk göçleriyle devam etti. Ermeniler belli oranda varlıklarını korurken, Kürt ve Farslar önemli oranda ya güneye doğru göç etti-ettirildi ya da asimilasyona uğradı. Türkler ağırlıklı etnik grup haline geldi. Azeri tanımlaması bir yönüyle üst bir kimlik olarak ortaya çıktı. Türk, Kürt ve Farsların İslam dininin kolaylaştırıcılığıyla zımnen uzlaştığı bir tanımlamadır. Aynı zamanda Ermeniler başta olmak üzere Hristiyanlarla da karşıtlık üzerinden kendini farklılaştırdığı bir nitelemedir.

Ulus devletçilik gözlüğü çıkarıldığında ve milliyetçilik zehrinin dozajı bir miktar azaltıldığında bölgenin ve burada yaşayan halkların oldukça farklı tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlara sahip oldukları görülür. Ulus devletçiliğin ölme ve öldürmeye dayalı çözümsüzlüğü yerine yaşama ve yaşatmaya dayalı birçok seçenek ve çözümün olduğu da anlaşılır.

Kendini Azeri olarak nitelendiren nüfuzun kahir ekseriyeti Kürt ve Fars’tır. Bu nedenle tarihsel olarak Atropatianolarak bilinen bölgenin yarısına tekabül eden Güneyi ve Azeri olarak nitelenen nüfusunun da üçte ikisi İran sınırları içinde ve İran’ın nüfuzundadır. Kuzeyi ise Sovyetler birliği döneminde tarihi Adrepatian ismine uygun olarak Azerbaycan olarak özerk bir cumhuriyet halini aldı. Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte aynı isimle devletleşti.

Dolayısıyla öyle ucuz bir hamasi söylemle bu coğrafyanın kesin bir şekilde bir halka ait olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Ulus devletçilik gözlüğü çıkarıldığında ve milliyetçilik zehrinin dozajı bir miktar azaltıldığında bölgenin ve burada yaşayan halkların oldukça farklı tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlara sahip oldukları görülür. Ulus devletçiliğin ölme ve öldürmeye dayalı çözümsüzlüğü yerine yaşama ve yaşatmaya dayalı birçok seçenek ve çözümün olduğu da anlaşılır. Sorunun altında yatan ana gerçeğin ulus devletçilik ve zehri olan milliyetçiliğin yattığının farkına varılır. Ulus devletçi zihniyetle yaklaşıldığı sürece Karabağ sorununun bir çözümü yoktur.

Bin yıllardır birçok halkın iç içe yaşadığı, tarihsel, kültürel ve toplumsal olarak bir bütün olan bölgenin ulus devletçi zihniyet gereği bir gecede birbirinden kesin çizgilerle ayrıştırıldı. Ardından da her iki ulus devletçik tarafından homojen halk yaratmak amacıyla demografya değiştirilme çalışmaları yürütüldü. Ermeniler, Türkmenler, Kürtler, Gürcüler, Terekemeler, Farslar birbirine karşı taraf tutmaya ve düşmanlık etmeye zorlandı. Ortadoğu’nun cetvelle sınırları çizilen birçok ülke ve bölgesi gibi ailelerin bir kısmı sınır bir tarafında diğer kısmı öte tarafında bırakıldı. Halklar birbirine düşman hale getirildi.

Bu anlamda Karabağ hem bin yıllardır burada yaşayan Ermenilerin hem de yüz yıllardır yaşayan Türklerindir. Aynı zamanda bin yıllardır buraları yurt edinen Kürt, Talış, Lezgi ve diğer etnik gruplarındır. Ulus devletçi zihniyetle homojenleşme dayatması bölgenin kan gölü haline getirilmesinden başka bir sonuç yaratmadı, yaratmayacaktır. Tek çözüm burada yaşayan halkların kendi farklılıklarıyla bir arada yaşamalarının önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Binlerce yıl birlikte yaşamayı becermiş olan halklar tekrar öz iradelerine dayanarak ortak yaşamı oluşturabilir. Bunun önündeki tek engel halkları birbirine kardırtan ulus devletçi zihniyetten kurtulmaktır.

Zira ulus devletçilik çözümü bir çözüm değil etnik temizlik uygulamasıdır. Hangi halk adına yapıldığı, hangi devletin uyguladığı çok önemli değildir. Önemli olan kimin olursa olsun ulus devletin düşman bellediği halkı tamamıyla yok etmeyi hedeflemesidir. Asimile etmesi, tehcir uygulaması, yetmiyorsa fiziki etnik temizlik uygulamasıdır. Güncel olarak bugün Karabağ’da yaşanan iki ulus devlet tarafından yürütülen homojenleştirme çaba ve çalışmalarıdır. Ulus devletçi zihniyet gereği ya Ermeniler ya da Azeriler ikisinden birinin yok olması gerekir.

Moskova’nın şu an gerginliği uzaktan izlenmesinin bir nedeni hala tarafların çizdiği çerçevenin içinde hareket etmeleri, ikinci nedeni ise şimdiye kadar ki savaş halinin kendi çözümünü zorunlu kılacak yönde ilerlemesidir.

İşin güncel politik yanına gelecek olursa, ilk belirtilmesi gereken husus bu coğrafyanın Rusya’nın nüfuz alanı ve arka bahçesi olduğu gerçeğidir. İki ülke de Rusya’nın izin verdiği ve zımnen kabul ettiği çerçevenin dışına çıkmaya muktedir değildir. Belirlenen çerçevenin dışında çıkıldığı anda askeri araçlar başta olmak üzere Rusya her türlü müdahale yöntemini deneyecektir. Çerçeve ise dış bir gücün buralara nüfuz edecek şekilde müdahil olmasıdır. İki ülkeden hangisi bu çerçeveyi aşmaya dönük bir adım atarsa Moskova diğer tarafı desteklemek suretiyle müdahil olur.

Ermenistan’ın bu konuya daha fazla dikkat ettiği kesin. Çatışmalar başladığından itibaren Rusya ile yakın diyalog içinde. Azerbaycan ise Türkiye’den aldığı destekle çerçeveyi oldukça zorluyor. Nitekim Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov’dan uyarı gecikmedi. Türkiye’nin Azerbaycan’a destek açıklamalarını “yangına körükle gitmek” şeklinde değerlendirdi. Türkiye’nin Turancılık söylemiyle Azerbaycan’a verdiği desteğin Azerbaycan’ın başını yakması işten bile değil.

Özellikle Suriye’den cihatçıların bu bölgelere taşınması Rusya tarafından direkt kendine yönelik bir hamle olarak değerlendirilme olasılığı oldukça yüksektir. AKP-MHP bloğu farkında mı değil mi bilinmez ama Turancılık söylemlerinin Rusya tarafından kendi “has bahçesine” giriş niyeti olarak değerlendirildiği kesindir. O bahçeye girmenin maliyetini batısında Ukrayna, Doğusunda Gürcistan’ın NATO üyeliği girişimi sırasında gösterdiği refleksle herkese göstermiş oldu. Yani hali hazır gücüyle bahçeye kimseyi sokturmaz.

Aynı refleksi Azerbaycan ve Ermenistan için göstereceğinden şüphe etmemek gerekir. Daha önceki yaklaşımlarına bakıldığında Rusya’nın buraya yönelik çözümü Ermenistan’ın denetiminde olan bölgenin bir kısmını (ki ihtilaflı bölgenin yüzde kırkına tekabül ediyor) Azerbaycan’a iade etmesine dayanıyor. Moskova’nın şu an gerginliği uzaktan izlemesinin bir nedeni hala tarafların çizdiği çerçevenin içinde hareket etmeleri, ikinci nedeni ise şimdiye kadar ki savaş halinin kendi çözümünü zorunlu kılacak yönde ilerlemesidir.

Türkiye’nin daha fazla ileri gitmesi halinde Rusya’nın elinde farklı enstrümanlar da mevcut… Doğu Akdeniz’de olduğu gibi Kafkasya’da da Türkiye’ye karşı bir bloğun ortaya çıkması şaşırtıcı olmaz.

Seçim sürecine giren ABD’den bir hamlenin gelmesi pek mümkün görünmüyor. Türkiye’nin kontrolsüz girişimleri olmadığı sürece AB ülkelerinin tutumu ateşkes çağrısı yapmak ve Ermenistan’a diplomatik destek vermenin ötesine geçmeyecektir. Dolayısıyla Rusya istediği noktada yaşanan çatışma ve gerilimi bitirecek pozisyondadır. Bitirince de Azerbaycan’ın Türkiye ile ilişkilerinin yarattığı rahatsızlığa binaen Ermenistan’ı kayırma ihtimalini de not etmek gerekir.

Türkiye’nin daha fazla ileri gitmesi halinde Rusya’nın elinde farklı enstrümanlar da mevcut. Ermenistan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Beyaz Rusya’nın içinde yer aldığı Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’nün (KGAÖ) bir üyesidir. Üye ülkelerden birine saldırı olması durumunda diğerlerinin desteklemesi KGAÖ’nün temel ilkelerindendir. Karabağ’ın Birleşmiş Milletler hukukuna göre Ermenistan toprağı sayılmaması örgütün harekete geçmesi önünde bir engel. Ancak Türkiye’nin dahiliyetinin artması ya da Azerbaycan’ın cepheyi genişletmesi bunu geçersiz kılar. Doğu Akdeniz’de olduğu gibi Kafkasya’da da Türkiye’ye karşı bir bloğun ortaya çıkması şaşırtıcı olmaz. Nitekim Rus basınına yansıdığı kadarıyla Rus Dış İşleri Bakanlığı bu konuda Azerbaycan’ı uyardı.

Bu bağlamda önümüzdeki dönemde gerilimin biraz daha artması ve bazı yerleşkelerin el değiştirmesi olasıdır. Rusya’nın kafasındaki sınırlar geçilmediği sürece sorun yok. Ancak sınırlar aşıldığı anda Moskova ‘dur’ diyecektir. İstediği zaman gerekli balansı yapar. Buradaki halkların iradesine ve kendini yönetme hakkına saygı göstermediği sürece Karabağ iki ülkenin başında sallanan Demokles’in kılıcı olmaya devam edecektir. Birbirlerinin bileğini bükmeye uğraşırken de Moskova’ya bağımlı dış güçlere muhtaç halden kurtulmaları mümkün değildir. Maalesef aklın yolunu bulmaları da kolay değildir.

Ulus devletçilik hastalığından mustarip olmaları bu kör dövüşü daha uzun yıllar sürdüreceklerini garantiliyor. Olan ezilen ve yoksul Karabağ halkı başta olmak üzere emekleri savaşa aktarılan halklara oluyor.




Önceki Haber
Tartışmalı sosyal medya düzenlemesi yürürlüğe girdi
Sonraki Haber
HDP'li Kars Belediye Eşbaşkanı Alaca dahil çok sayıda gözaltı