Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. Bekir‘Ümmetin Sultanlığı’ çıkmaz sokakta

‘Ümmetin Sultanlığı’ çıkmaz sokakta


Abdulmelik Ş. Bekir*


Küresel siyaset arenasındaki ısınma giderek hararet düzeyine çıkıyor. ABD, dış siyaset dosyalarının kapısını araladıkça diğer küresel güçler ile bölgesel devletler yeni manevralarla Washington’un politikalarına uygun pozisyon alma arayışına girdi. ABD Başkanı Joe Biden geçen haftalarda ABD’nin Afganistan’dan tamamıyla çekilme takvimini başlattı. Irak’tan da askeri gücünü azaltma adımları devam ediyor. Ortadoğu’da askeri güç azaltma birçok gücü aynı anda olumlu ya da olumsuz etkilerken, birinci dereceden İran’ı etkiliyor.

Biden yönetimi İran ile tekrar nükleer anlaşmaya dönme niyetinde. Çerçevesi ne olur şimdiden kestirmek zor. Irak’tan çekilme Tahran için oldukça rahatlatıcı bir adım. Ancak Afganistan için aynı şeyi söylemek mümkün değil. ABD’nin olmadığı bir Afganistan’ın kısa sürede Taliban’ın hakimiyetine geçeceğini kestirmek güç değil. Bu İran’ın doğusunda yeni mezhepsel ajandanın açılması demek. Pakistan’ın İran ile çıkar çelişkileri ve Taliban ile ilişkileri de hesaba katılınca tablo Tahran açısından gayet nahoş tamamlanmış oluyor.

Madalyonun bir de İsrail tarafı var. ABD’nin özelde Irak ve Suriye, genelde Ortadoğu’dan askeri olarak çekilmesi en fazla İsrail’in canını sıkıyor. Nitekim bu günlerde İsrail ile yeni ABD yönetimi arasında soğuk rüzgarlar esiyor. Tel Aviv nükleer anlaşmaya dönme niyetinde olan Washington’u caydırmak için heyet üstüne heyet gönderiyor. İki taraf ABD-İsrail stratejik müttefikliğine sık vurgu yapsa da işlerin eskiden farklı yürüyeceği kesine yakın. Askeri gücünü azaltan ABD, İsrail’in güvenliğini silahla sağlamayacağına göre konuyu nükleer anlaşmanın çerçevesine oturtmaya çalışacak. Bu da ABD ve İran arasında ilişkilerin göreceli bir süre için yumuşak güç temelinde yürümesi anlamına gelebilir.

ABD’nin pozisyonuna göre Türkiye-İran ilişkileri de taktik ittifaktan stratejik ihtilafa dönme sürecine girecek. Türkiye’nin son yıllarda gemi azıya alan Arap ve Kürt coğrafyalarına dönük yayılmacı politikaları iki ülkeyi daha fazla karşı karşıya getirecektir. Türkiye’nin yayılmacılığından Kürt ve Araplar kadar rahatsız olan İran’ın açıktan ses çıkarmamasının tek sebebi ABD ile rekabetinde Ankara’yı nötr bırakmaktı. ABD faktörü zayıflayınca Irak ve Suriye’de rekabet kızışacaktır. Türkiye’nin buradaki nüfuz ve gücünün sınırlandırılması İran’ın önceliği haline gelecektir. İran tarihine biraz aşina olan Tahran’ın güvenlik çizgisinin Musul’dan başladığını bilir. Son aylarda İran paramiliter örgütlenmesi olan Haşdi Şabi’nin Şengal ve Musul’daki hareketleri, zaman zaman Türk üssünün bulunduğu Başika’yı roketlerle test etmesi bu tarihsel gerçekliğin şimdilik tezahürü.

İran, Ortadoğu sathına Şia mezhepçiliği üzerinde ideolojik olarak nüfuz etmiş bir güç. Irak ve Suriye için bu daha fazla böyle. Bu ülkelerden çıkarılması bir yana nüfuzunun zayıflatılması ve gücünün sınırlandırılması bile oldukça zor bir husus. Daha önceleri toplumsal ve siyasal olarak Kürtler ve Arapların; diplomatik ve askeri olarak ABD ve İsrail’in desteğiyle caydırıcı bir denge oluşturuyordu. Ancak Arap halk ayaklanmalarıyla izlediği politikalarla bu denklemi kendi eliyle tuzla buz etti.

Yayılmacı politikaları Kürt ve Arap halkları ile liderliklerinde ciddi kaygı, öfke ve düşmanlıklar geliştirdi. Araplar tarihi düşmanlıklarını bir yana bırakarak İsrail ile normalleşme sürecine girdi. İslami yakınlığı bir yana bırakarak Hristiyan olan Greklerle Türk karşıtlığına binaen Doğu Akdeniz’de askeri ve ekonomik anlaşmalar yaptı. Kürtler ve Araplar da Türk yayılmacılığına karşı giderek daha fazla yakın ilişki geliştiriyorlar. Diplomasi feraseti ve fırsatçılığıyla bilinen İran’ın Dışişleri Bakanı Cevat Zarif bu fırsatı görerek Arap ülkeleri turuna çıktı.

İran ile mazileri ve çıkarları zıt olsa da Suudi Arabistan bir süredir Tahran ile diyaloğu sürdürüyor. AKP-MHP bloğunun bir süredir Irak Federal Kürdistan Bölgesi’ne askeri operasyonlar düzenleyerek Misak-i Milli rüyasını gerçekleştirme hamlesi ve yarattığı tehlike Tahran ve Riyad arasındaki trafiği sıklaştırabilir. İçerde ve dışarıda kriz yaşayan Neo Osmancılar bu gerçeği görmüş olacaklar ki son aylarda her cepheden vites düşürerek geri adım atıyor. İçine düştüğü yalnızlığı aşmak için tüm kapıları çalıyor.

Evvela AB ve ABD’ye dayanmak için bir süre AB’ye stratejik ortaklık, reform, demokrasi gazelleri okudu. Libya ve Doğu Akdeniz’de geri adım attı. İstediği yeşil ışığı almayınca ABD ile stratejik müttefiklik ipine sarılmayı denedi. Ukrayna meselesi ve Kanal İstanbul ile Rusya karşıtı pozisyon almaya meyal olduğunun işaret fişeğini fırlattı. Ermeni Soykırımı’nın resmi olarak tanınması ve F-35 programından çıkarılmasının tebliğ edilmesiyle bu cepheden de eli boş döndü.

Son manevra olarak bir süredir Mısır, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleriyle ilişki geliştirmeye çalışıyor. Kendi eliyle bir rüya uğruna yıktığı köprüleri onarmaya çalışıyor ancak köprülerin altından çok su aktı. Uzlaşmak için her türlü tavizi vermeye hazır bir pozisyonda duruyor. Düne kadar iki ülkeye “darbeci ve katil” nidalarıyla kükreyen Erdoğan, şimdilerde el açmış durumda. İran ile tarihi mezhepsel çelişki ve çatışmalarına rağmen Zarif’i kırmızı halıyla karşılayan Araplar, Erdoğan’ın Çavuşoğlu’na randevu vermiyor. Yalvar yakar en alt düzeyde görüşme ancak alınabiliyor. İçerde sıkıştıkça sıkışan Erdoğan-Bahçeli ikilisi darbeci diye aşağıladığı Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin izniyle gerçekleşecek istihbarat birimleri arasındaki görüşmeleri dahi ‘büyük bir diplomatik başarı’ olarak allaya pullaya sunuyor.

Güya İstanbul İhvan merkezi haline getirilerek Kahire ve Riyad’a alternatif yapılacaktı. Mısır’a ne kadar ciddi olduğunu göstermek için Arap ülkelerinin iç işlerine nüfuz etme projesinin objesi olan İhvan-ı Müslim’in yayın organlarını tırpanlıyor. Kuklaya çevrilen birkaç İhvan liderini teslim etmesiyle tabloyu tamamlayacağını düşünen Neo Osmanlıcı sakil akla Mısır ültimatom niteliğindeki on maddelik bildiriliyle ayar verdi. Libya’dan Suriye ve Irak’a kadar Arap topraklarından elini ayağını çekmesini istedi.

Suudi Arabistan ile de vaziyet pek perişan. Cemal Kaşıkçı dosyası üzerinden Suudileri sıkıştırma politikalarından eser kalmadı. Erdoğan, siftah babından Kaşıkçı meselesinden vazgeçtiğini ilan ederek yana yakıla görüşmenin yollarını arıyor. Tam görüşme müjdesi kamuoyuna faş edilirken Suudiler ülkelerinde eğitim veren 8 Türk okulunun kapatılmasını karara bağladı. Türk mallarına yönelik iki yıla yakındır süren ambargo aynen devam ediyor. Ümmetin Sultanlığına soyunmanın yolu çıkmaz sokakta sonlanmış vaziyette. İçeride ve dışarıda iflas eden İttihatçı siyaset nefessiz kaldıkça Kürtlere saldırıyor.

Arap coğrafyasındaki yayılmacılıktan vazgeçmenin karşılığında Kürt coğrafyasındaki yayılmacılığına karşı sessiz kalınmasını istiyor. Başına gelen bunca musibetin asıl sebebinin Kürtlere karşı verdiği savaştan kaynaklandığından bihaber. Bu savaşı verdiği sürece içerideki krizinin derinleşeceği ve gücü, kudreti ne olursa olsun Ortadoğu’nun despotik devletlerine dahi el açar durumdan kurtulmayacağı; iki eli Kürt’ün yakasında olduğu sürece ensesine inen sillelerin azalmayacağının farkında değil.

Varını yoğunu Kürt savaşına yatıran Erdoğan-Bahçeli iktidarının Neo Osmanlıcı stratejisi de söylem ve eylemi de tespih taneleri gibi dağılmış vaziyette. Sağa sola aman dilemelerini Kürt coğrafyasına sefer düzenleyerek perdeleme şimdilik elde kalan tek politika. Bu da başarılı olduğundan değil. Aksine çaresizlikten. Dışarıda yarattığı yükün yanı sıra içerde de iktidarı günden güne eritiyor. İktidarın ekonomik krizden kaynaklı biriken toplumun öfkesini dindirmek için “belki işe yarar” umuduyla kullandığı, “Savaşta leblebi kullanmıyoruz” söyleminin gerçeklik payı olsa da artık yatağa aç giren kitleleri zerk ettiği bu milliyetçi şırıngayla uyutamıyor. Önünde bulunan tek çıkar yol olan Kürtlerle barışmayı da artık başaramayacak kadar perspektifsiz ve dahi çaresiz. Zeytin dalı uzattığı ülkelerin bazılarından Kürtlere karşı savaşından sessizliğini temin edebilir ancak bunun tavizi oldukça fazla olacaktır. Başka bir ifadeyle gideri ederinden çok fazla olacak.

Hasılı Biden’ın dümene geçmesiyle Erdoğan için ABD’nin Ortadoğu’daki pozisyonuna dayanarak Washington’a naz, dünyaya ahkam kesme süreci bitti. Bundandır elde zeytin dalı kapı kapı dolaşıyor. Aynı anda hem dünyanın en otoriter ülkesi Çin’den aşı, en despotik ülkesi Suudi Arabistan’dan ambargo restini yerken, ABD ve AB ülkelerinden soykırım ve otoriterlik notalarını alıyor. Yıllardır didinip engellenen Ermeni soykırımının tanınmasına karşı cılız bir ses dahi çıkaramıyor. Biden dış dosyaları açtıkça Ortadoğu ve dünya siyasetinden yeni sarsıntılar olacak. Birçok ülke bu sallantıdan etkilense de en fazla Erdoğan-Bahçeli iktidarı sarsılacaktır.


* İstanbul Üniversitesi’nin İletişim Fakültesi’nde gazetecilik ve Fen Edebiyatı Fakültesi’nde ise Hititoloji okudu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1999’da başladığı gazetecilik çalışmalarında Azadiya Welat, Özgür Gündem ve Dicle Haber Ajansı’nda dış politika, kültür ve dil, siyaset üzerine yazı ve analizleri yayımlandı. 2016’dan bu yana Gazete Karınca’da düzenli yazıları yayımlanmaktadır.



Önceki Haber
Ortadoğu susuzluktan kavruluyor: İran isyan noktasında
Sonraki Haber
HDP’den sınır ötesi operasyon tepkisi: Tek yol diyalog