Ana SayfaGüncelİstanbul’a ihanet etmek

İstanbul’a ihanet etmek


Hasan Mübarek


Her 29 Mayıs’ta ülkenin gündemi “İstanbul’un fethi” kutlamaları oluyor. Öncelikle lafı dolandırmadan direkt söylemekte fayda var. Fetih değil işgaldir. İmparatorluklar kendilerine kutsal, ulvi hedefler yaratır, tebaa veya yönettikleri halkları buna inandırır, din otoriteleri ve kurumlarını önlerine katarlar; topraklarını genişletmek, hükümranlıklarını pekiştirmek için seferler düzenlerler. Konstantinopolis kentinin İstanbul olması bundandır. Bu hakikat dışındaki bütün söylemler ne akılcı, ne de inandırıcıdır. Bol ajitasyon yüklü hamaset, bir yanıyla da bıktırıcı bir tekrardır.

Peki 568 yıldır Türklerin yönetiminde olan, Osmanlı ve Türkiye cumhuriyetinin;

  • En büyük nüfusa sahip, farklı kültür, inanç, halkların yaşadığı,
  • En çok üretim yapılan, sermaye ve finans kenti olan,
  • Üç tarafı denizlerle çevrili, boğazı, halici (Altın boynuz), dereleri, ormanları olan,
  • Tarihi olarak büyük medeniyetlere ve uygarlıklara mekan olmuş, neresini kazarsanız altından tarih fışkıran.
  • Kıtalar arası bağlantısı, nadide boğazı, kenti çevreleyen surları, kaleleri, tarihi mekanları, kemerleri, her iki yakasıyla dünyanın metropol kentlerinden biridir İstanbul.

Hamaset ve milli ajitasyonu bir kenarı bırakalım ve İstanbul’un mevcut hali nedir, 568 yıl sonra ortaya çıkarılan eseri tarif edelim.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı verilerine göre İstanbul’da kişi başına 7.57 metrekare yeşil alan düşüyor. Bu oran Kuzey Ormanları dahil edilerek hesaplanmış. Oysa kent içinde kişi başına 1 metrekare bile düşmüyor. Ne oldu güzelim ormanlara, doğa ve çevre katliamını kim yaptı?

İstanbul il sınırı içinde doğal olarak yetişen 270 bitki türü “Türkiye’nin Tehlike Altındaki Nadir ve Endemik Bitkiler Listesi”nde yer alır. Bunlar arasında 40 türün dünya üzerindeki en zengin popülasyonlarının İstanbul’da bulunduğu belirlenmiştir.” Maalesef bunların 25 türü tamamen yok olmuştur. Sebep ne? Sorumlu kim?

Hayvan türleri açısından da durum aynıdır, onlarca tür soykırıma uğramıştır.

İstanbul’da toplam 473,5 kilometre uzunluğunda 67 dere bulunuyor. 49 yaşındayım, çocukluğumda bu derelerin bazılarında yüzdüm, balık tuttum. Şu an bırakın dere varlığını, dere yataklarına binalar inşa edildi. Nerede dereler, kim verecek hesabını?

İstanbul’un belediye sınırları içindeki nüfusu 1955’te 1 milyon 268 bin 771, 1960’ta 1 milyon 466 bin 535, 1965’te 1 milyon 742 bin 978, 1970’te 2 milyon 132 bin 407, 1975’te 2 milyon 547 bin 364 ve 1980’de 2 milyon 772 bin 708 olarak tespit edilmiştir. Son sayımla 16 milyon, kayıtsız nüfus ile tahmini 20 milyondur.

Bu büyüme kimin ve hangi politikanın sonucudur?

Daha önemli soru; 20 milyon nüfus içinde kentin kadim halkları ve kültürlerine ne oldu? Cenevizli, Rum, Ermeni, Yahudi, Çingene nüfus toplam içinde yüzde kaçtır? Bu halklar nereye ve neden gitmişler? Mal varlıkları nasıl el değiştirmiş, değiştirmeyene (son dönem popüler kavramla sorayım) nasıl çökülmüş, kimler çökmüş?

Bilinen 300 bin yıl tarih içinde 3 bin yıl insan yerleşimi ve yaşamı vardır. Kenti yaratan, kurucu halkların inanç mekanlarının durumu nedir? Tarihi mekanlar ve kalıntıların korunması, onarılması,  açısından karneye kaç puan verilir sizce? İstanbul emsali kentlerle karşılaştırıldığında ortaya çıkan eksiler kimin hanesine yazılır?

1980’lere kadar kent içinde Marmara’da denize giriliyordu. Son 30-40 yıl içinde bırak girilmeyi, yüzüne bakılamıyor, yüzeyini salyaların kapattığı Marmara denizi can çekişiyor, deniz yaşamı açısından bakılırsa birçok deniz bitkisi ve balık türü sizlere ömür. Bu doğa ve canlı kırımının sorumluları kimler? Bu faturayı kime keseceğiz?

Dünyanın en güzel, namı Altın Boynuz olan Haliç girintisi nasıl bu hale geldi?

Tarım açısından kendi kendine yeten ender kentlerden biriyken, Corona günlerinde açlık korkusuyla marketler önünde kıtlık fotoğrafları veren bir hale nasıl gelindi? Tarım alanları, yeşil, orman alanları imara açılarak güzelim kentin yağmasına kimler imza attı, kimler nemalandı?

Kentin araç trafiği, uçan kuş trafiği, insanların göç trafiği felç durumda. Düzensizlik düzen olmuş durumda. Her türlü trafik felç olmuş durumdayken. Uyuşturucu trafiği, kara para trafiği aksamadan akıyor, devam ediyor. İstanbul’un, uyuşturucu dağıtımı ve kullanımı açısından (işin ehli olan mafyalar bile) dünya birincisi olduğu söyleniyor.

Mafya, çete, insan kaçakçılığı, her türlü bahis, kumar, fuhuş, kaçakçılığın merkezi İstanbul olmuş, neden? Sorumlusu kim?

Büyük bir deprem beklentisi var, kentin önemli bir bölümü ciddi risk altında. En azından 40 yıldır öncelikli konu ve sorun olmasına karşın neden doğru dürüst bir çalışma yok. Toplanan milyarlarca deprem vergisi nereye gitti? Neden kentin alt yapısı ve riskli binalarına kullanılmadı? Kentin yıkılması mı bekleniyor?

İstanbul kentini boydan boya yaracak Kanal İstanbul projesi  kente ihanet değil de nedir? Bu projeye imza atanlar ve savunanlar yarınların yok edicileri değil midir? Kanal güzergahında bulunan, Yarım Burgaz, Kayabaşı’ndaki insanlığın ilk yerleşim alanları olan mağaralar ve tarihi mekanları yok etmek, insanlığın izlerini betona ve suya gömmek hangi aklın, vicdanın ürünüdür?

Kent yaşamında toplum sağlığı ve ihtiyaçları açısından bakılınca. Çocuk oyun alanları, spor ve yeşil alanlar, kreş, orta, lise, üniversite okul sayısı ve öğretim kalitesi, hastane sayısı, yaşlı bakım evleri, kadın sığınma, kadının kent içindeki yaşam alanları ve üretimi içindeki yeri, farklı kültür ve inançlara yaklaşım gibi önemli hususlar ve konularda durum nedir sorusuna verilecek cevap, çok vahim! Kim yaptı peki, bu felaketin sorumluları kimler? Hangi zihniyet?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Dikey yapılanmayla kentin siluetini bozduk, her yeri betonlaştırdık, İstanbul’a ihanet ettik” dedi. Bu ihaneti neden durdurmuyorsunuz peki?

Ayrıntıya girecek olursak buradan kitap çıkar. Sonuç olarak şunu söylemekte fayda var. İstanbul ölümü bekleyen, hastalığına çare olmayan hasta durumunda.

568 yıldır böbürlenerek anlattığın hikayenin sonu şudur; Yaşam standartları açısından değerlendirildiğinde 50 kent arasına 40’ıncı sıraya gerilemiş. Gençler işsiz. Çocuklar evlere hapis. Kadınlar güvencesiz. Sünni İslam inancı dışında kalan inançlar neredeyse yok edilmiş, dışlanmış. Hayvanların yaşam alanları bitirilmiş. İmar durumu, kent yerleşimi ve trafiği tam anlamıyla keşmekeş ve felç. Kent tam anlamıyla güvenlikçi zihniyetin kelepçesine girmiş, üstü açık bir mahpushane olmuş. Yerel yönetimler ticarethane gibi çalışan rant merkezleri olmuş. İstanbul halkı kentin yönetimine dahil edilmediği gibi, itirazları ve hassasiyetleri de dikkate alınmıyor.

Bir Fransız plancı der ki; ‘Türkler İstanbul’u 1453 yılında fethetti ama hala yerleşemedi.’ İstanbul’da yaşayanlar bu sözün ne kadar doğru olduğunu bilirler. Bu gerçeğin, Türklerin göçebe topluluk olmasından, yerleşik kültüre çok sonraları geçmiş olmasıyla direkt ilgisi vardır. Oysa Mezopotamya, Anadolu, Rumeli halkları Neolitik (yerleşik) toplumlardır ve yerleşim birikim ve deneyimleri vardır.

Bu topluluklar ve halkların yok edilmesi, kentin hafızası ve ruhunun yok olmasına, kimliksizleşmesine vesile olmuştur. İstanbul beton yığını haline gelmiş, her şeyin istiflendiği bir karmaşadır. Devletin kutsal olmadığı, kutsalları yok eden bir mekanizma olduğu gerçeği en iyi İstanbul’dan görülür.

Kısacası İstanbul nefes alamıyor. Konstantinopolis’i işgal ettin, ele geçirdin de… Ne hale getirdin, sonuçtan memnun musun?

Ne diyelim, amiyane deyimle “olan oldu”. Vedat Türkali’yi sevgiyle anarak, İstanbul şiirinden bir bölümle bitirmek istiyorum.

 

Salkım salkım tan yelleri estiğinde

Mavi patiskaları yırtan gemilerinle

Uzaktan seni düşünürüm İstanbul

Binbir direkli Halicinde akşam

Adalarında bahar

Süleymaniyende güneş

Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

 

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde

Bakışlarımda akşam karanlığın

Kulaklarımda sesin İstanbul

 

Ve uzaklardan

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde

Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul




Önceki Haber
Romanya 30 mülteciyi zorla Türkiye’ye göndermek istendi
Sonraki Haber
Mevcut en güncel haber.