Ana SayfaYazarlarAbdulmelik Ş. BekirTrump’tan Mondi’ye dinci-milliyetçi-sağcı trendin trajik çözülüşü

Trump’tan Mondi’ye dinci-milliyetçi-sağcı trendin trajik çözülüşü


Abdulmelik Ş. Bekir*


Klasik dünya sisteminin yaşadığı ve bir türlü aşamadığı yapısal sorunlarının yarattığı kriz, hegemonik güçler arasındaki dengeyi giderek artan bir oranda sallıyor. Krizin aşılması için birçok söylem ve proje geliştirildi ama hiçbiri tutmadı. Sistemin ekonomik nizamını düzenleyen Dünya Ticaret Örgütü’nün verilerine göre sistemdeki borç miktarı 300 trilyon dolara yakın. Bunun anlamı sistem borç batağında ve çarklar dönmüyor. Sistemin karakteri gereği borç yükü işçi, emekçi ve yoksulların sırtında kalıyor. Hem kıtalar ve ülkeler arası gelir dağılımı hem de teker teker ülkelerin sınıfsal kesimleri arasındaki gelir dağılımındaki adaletsizlik makası kapanacak gibi değil.

Yoksulluk, yoksunluk, adaletsizlik gibi sistemin yapısal sorunlarının sonucu olan krizlerin yarattığı öfkeden kaynaklı mütemadiyen askeri darbeler, halk isyanları ve ayaklanmalarının gelişmediği kıta, ülke kalmadı. Her biri büyük insani kayıplar ve siyasal, sosyal tahribatlar ardından bıraktı, bırakıyor. Halk ayaklanmalarının temel çıkmazı alternatif bir çözüme ve çözüme öncülük edecek örgütlü güçlere sahip olmamasıdır. Dolayısıyla toplumsal direniş ve ayaklanmalar iktidarların değiştirilmesiyle sınırlı kalıyor. Çark aynı kaldığından başa gelen iktidar da kısa sürede diğerini aratır hale geliyor. Bu kısır döngü içinde alternatifsiz ve öncüsüz kitleler ise her 15-20 yılda bir ayaklanmak zorunda kalıyor.

Sol, sosyalist ideolojinin reel sosyalizmin çöküşü ardından kendini yeniden örgütlememesi yüzünden kapitalist sistemin oyunu kapalı devre oynamasına neden oluyor. Sistem içi hangi dinci, milliyetçi, sağcı güç iktidarı kaybederse etsin yerine gelen aynı zihniyet kodlarına sahip olduğundan sistemin kendisi baki kalmış oluyor. Oysa yaşanan toplumsal hareketler ve halk ayaklanmalarının temel taleplerine bakıldığında eşitlik, özgürlük, hak ve adalet gibi sol, sosyalist taleplerdir. Mevcut sisteme karşı ve sistemin yapısal sorunlarına işaret ediyor.

Son 10 yıllık süre içinde yaşanan iktidar değişimleri de genellikle sağ liberal iktidarların yerini dinci, milliyetçi sağ iktidarlara bırakmasıydı. Sağ liberal iktidarların yaşadığı çözümsüzlükten bıkan kitleler alternatifsizlikten aşırı dinci, milliyetçi sağ iktidarlara yöneldi. Adeta yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak gibi.

Aşırı sağcı iktidarlar dünya çapında adeta bir trend haline geldi. Hindistan’da Narendra Mondi, Brezilya’da Jair Bolsonaro, İngiltere’de Boris Johnson, ABD’de Donald Trump, İsrail’de Binyamin Netanyahu, Türkiye’de AKP-MHP gibi lider ve iktidarlar alternatifsiz, öncüsüz kitlelerin değişim talebini kendi dinci milliyetçi ajandaları ve iktidarları için ustaca manipüle ederek kullanmayı başardılar. Hepsinin ortak özelliği geçmişin nostaljisi üzerinden milliyetçiliği kullanarak halkları yayılmacı politikalarına payanda etmesidir. Ülke kaynaklarını yoğun milliyetçi, dinci hamasetle otoriter bir iktidar inşa etmek, geçmişin nostaljisi ve kişisel hırsları uğruna girdikleri savaşlara harcadılar. Savaşın yükünü hem insani hem mali olarak kendini iktidara taşıyan yoksul kesimler ile işçi, emekçilerin sırtına yükleyen bu iktidarların uzun süre iktidarda kalmaları mümkün değildi.

Ulusal ve uluslararası reel politik gerçeklerden ziyade geçmiş hülyaların peşinden koştukları için ülkeleri ve halkları karpuz gibi ortadan ikiye böldüler. Ülkeler kısa sürede kendini siyasi, toplumsal ve ekonomik krizlerin içinde boğulurken buldu. Nitekim gerek daha önce iktidara gelmiş olsunlar gerekse son on yılda bir trend olarak iktidara gelmiş olsunlar dinci, milliyetçi sağ iktidarların bulunduğu ülkelerin tamamı çoklu krizlerle cebelleşmekte. Sağ liberal aklın yamalarla krizleri idare ederek ayakta tuttuğu kapitalist sistemin dikişlerini attırdılar.

Dinci, milliyetçi sağ siyaset trendine en son katılan ve ilk ayrılan lider kuşkusuz Donald Trump oldu. Adeta bir saman alevi gibi tutuşup söndü. Temel tezi ABD’yi tekrar büyük yapmaktı. Kurumları devre dışı bırakarak ABD sistemini felç etmesi çok sürmedi. Dışarıda mülteciler üzerinden içeride siyahlar üzerinden düşmanlık, kin ve nefret tohumları ekti. Her sıkıştığında milliyetçiliğe ve dinciliğe sığındı. Uzun süre pandemiyle dalga geçti. İktidarının bir yılına denk gelen pandemi sürecinde ABD’de salgına yakalanan ve yaşamını yitirenlerin sayısı dünya genelinde ölenlerin yarısına yakınını oluşturdu.

ABD halkları fecaati erken gördü ve kurumsallaşmadan iktidardan düşürdü. ABD’nin başında olması hasebiyle dünyadaki diktatörler için sağlam bir dayanak noktasıydı. Faşist düzenin mihenk taşı olabilirdi. Şimdi dört yıl gibi kısa sürede bulaştığı yolsuzluk ve ırkçılıktan yargılanmak üzere başı mahkemelerle dertte. Biden’ın otoriter rejimlere soğuk davranması ve demokrasi vurgusu da benzer şekilde dinci milliyetçi iktidarları zorluyor.

Bu trendin acısını en derin yaşayan ülkelerden biri Hindistan oldu. Mondi iktidara gelir gelmez dinci ve milliyetçi defterleri açtı. Dışarıda Çin ve Pakistan ile Keşmir üzerinden gerginliği artırırken, içerde Müslüman toplumlara adeta savaş açtı. Savaş bütçesi astronomik düzeyde artırıldı. Rüşvet, rant ve talan çarkı adeta patlak verdi. Yoksulluk ve yoksunluk hızla arttı. Ekonomi kötüye gittikçe Mondi, Müslüman camilerini yıkarak yerine Budist tapınakları inşa etti.

Dünyayı saran salgın kapıyı çalınca kara gün için halka yardımda kullanılacak bir metelik kasada yoktu. İşler iyice çığırından çıktı. Şu an dünyada pandemiden en fazla etkilenen ülke durumunda. Günde üç bin ile dört bin insan yaşamını yitiriyor. İnsanlara en ufak bir yardım edilmeden yasaklar ilan edildi. Sağcı, dinci ve milliyetçi Mondi toplumda hızla destek kaybetti. İki hafta önce yapılan seçimlerde kendisini altı yıl önce iktidara getiren eyaletlerde adeta sandığa gömüldü. Kalan eyaletlerde seçimlerin yapılmasıyla dinci ve milliyetçi bir otoriter daha tarihin çöplüğüne atılmış olacak gibi.

Brezilya’nın aşırı sağcı lideri Jair Bolsonaro’nun iktidara gelişi de Mondi’den farklı değil. Zihniyeti aynı olunca emelleri de aynı oldu. Mütemmim cüzü olan önceki sağ liberal iktidarların yarattığı sorunları milliyetçi vaatlerle aşacağını iddia ederek iktidara geldi. Otoriter ve baskıcı uygulamalarla kendisine muhalif herkesi bastırma yoluna gitti. Toplumsal kutuplaşmayı, nefret ve kini hiç olmadığı kadar derinleştirdi. Zaten kriz halinde olan ülkeyi infilak düzeyine getirmeyi başardı. Pandemi başarısızlığında Mondi ile yarışıyor. Pandemiyle uzun süre dalga geçti. Basiretsizliği yüzünde dünya çapında pandemi nedeniyle en fazla insanın öldüğü ülkelerin başında geliyor Brezilya. Radikal, milliyetçi bir kesimin dışında halkın desteğini tamamıyla kaybetti. Kabinesi istifalarla adeta kevgire dönüşmüş vaziyette. Yapılan anketlere göre ilk seçimde hezimet yaşaması neredeyse kesin. Üç gündür Brezilya halkları adeta ayaklandı. Milyonlarca insan Bolsonaro’nun istifasını istiyor. Sağcı, dinci, milliyetçi bir diktatörün daha iktidardan indirilmesi an meselesi.

Boris Johnson ile Netanyahu’nun durumunu özetlemeye gerek yok. Zira aynı cümleleri tekrar etmek zorunda kalacağız. Zikir, fikir ve eylem birliği şaşmaz bir şekilde aynı. Johnson’ın ilk denemesinde parlamentoyu fesih anlamına gelen hamlesi ciddi tepkiyle karşılaştı. Tabiri caizse maskesi erken düştü. Kurum ve kurallar geçerliliğini koruduğu için Johnson şimdilik çok fazla açılma alanı bulamıyor. Yakın müttefiki Trump’ın gidişiyle eli kolu bağlandı. Şimdilik sesi soluğu çok çıkmıyor.

Netanyahu da Johnson gibi Trump’ın gidişiyle önemli bir dayanağını yitirdi. Dinci ve milliyetçilik üzerinde yürüttüğü politikalar ülkeyi krizlerden krizlere savuruyor. İki yıl içinde dört defa seçime gitmek zorunda kaldı. Ancak tek başına iktidar olmayı başaramadı. Son olarak Gazze’ye yönelik operasyonlarla yeni bir merhaleye geçti. Bir hafta önce hükümeti kuramayacağını İsrail Cumhurbaşkanlığına duyurdu. Muhalefet hükümet kurmayı başarırsa Netanyahu’nun dönemi de kapanmış olacak. Hakkında birçok yolsuzluk dosyası var ve yargılanarak cezaevine girmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Sağ dincilik üzerinden iktidara gelen ve son yıllarda aslına rücu edercesine milliyetçilik dozajını arttıran Erdoğan’ın ideolojik kodlarını her gün yaşayarak görüyoruz. Mottosu aynı. Ecdat söylemi, yayılmacı politikalar. Tek adam sistemini kurma arayışı ve bunun için biat etmeyen herkese karşı yargı ve kulluk marifetiyle baskı uygulamaları. Rant, yolsuzluk ve talanın normal hale gelmesi. Bunların perdelenmesi için Libya’dan Dağlık Karabağ’a, Suriye’den Irak’a kadar süren savaş. Krizin saklanması için kurum ve kuralların kevgire çevrilmesi. Mondi ve Bolsonaro gibi herhangi bir yardımda bulunmadan insanları evlere kapatması. Son olarak Sedat Peker ifşaatlarının ortalığa saçtığı mafya ve çetelerle ortak işlenen insanlık karşıtı suçlar.

Türkiye’deki dinci ve milliyetçi sağ siyasetin de sonuna gelindi. Artık krizden çıkması mümkün değil. Normal bir seçimde ayakta kalamayacağı kesine yakın. Güç ve şiddet kullanarak iktidarda kalma çabası da kendisi için felaket, halklar için ise telafisi mümkün olmayan zararlarla sonuçlanabilir.

Hasılı bir trend olarak yükselişe geçen dinci-milliyetçi-sağ siyasetler kısa sürede tıkandı. Sistemsel krizin sonucu olarak açığa çıkan trend sistemin en pespaye ucu olduğundan başka bir sonuç vermesi de mümkün değildi. Kurum ve kuralları oturmuş ülkelerde bu akımlar kısa sürede sonlanırken, otoriter ülkelerde biraz daha uzun sürmeleri mümkün. Ancak sorunları sürekli derinleştirdikleri için kalıcı olmaları eşyanın tabiatına aykırı.

Trump’ın iktidardan düşüşü bu iktidarların elini oldukça zayıflattı. Ancak burada önemli olan husus giden bu zihniyetin yerine neyin geleceğidir. Tam da burada önemli olan sistem içi güçlerin kapalı devre oyununun dışına çıkan bir alternatifin ortaya çıkıp çıkmayacağıdır. Bir daha dinci, milliyetçi sağ iktidarın yerini ulusalcı, liberal sağ siyasetin alarak döngüyü devam ettirmesi halklar açısından çok bir şey değiştirmez. Belki kimi mücadele olanaklarını yaratır ancak aynı krizin kısa süre sonra daha ağır olarak halkların önüne konulması anlamına gelir.

Türkiye açısından da Cumhur İttifakı’nın yerine aynı şerbetten içmiş ve aynı zihniyet kodlarına sahip olan Millet İttifakı’nın gelmesi halklar, emekçiler, işçiler ve yoksullar için çözüm olmaz. Çözüm ulus devletçi zihniyete alternatif demokratik bir alternatif ve seçenek sunan bir ittifakın yaratılması. Böyle bir alternatifle kapalı devre süren sağ, dinci, milliyetçi iktidarlar ile mütemmim cüzü olan ulusalcı, liberal sağ siyaset döngüsü kırılabilir.

Hangi ülkede olursa olsun böylesi bir ittifakın ve alternatifin ortaya çıkması dünya çapında halklara model ve umut olacaktır. Başka bir dünyayı mümkün kılacaktır. İktidarın zayıflığı, kırılganlığı, içeride yaşadığı krizler ve dışarıda yaşadığı tecrit hali göz önüne alınınca Türkiye’de halkların birlikteliği yeni bir dünyayı mümkün kılmaya ziyadesiyle uygun.


* İstanbul Üniversitesi’nin İletişim Fakültesi’nde gazetecilik ve Fen Edebiyatı Fakültesi’nde ise Hititoloji okudu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde yüksek lisans yaptı. 1999’da başladığı gazetecilik çalışmalarında Azadiya Welat, Özgür Gündem ve Dicle Haber Ajansı’nda dış politika, kültür ve dil, siyaset üzerine yazı ve analizleri yayımlandı. 2016’dan bu yana Gazete Karınca’da düzenli yazıları yayımlanmaktadır.



Önceki Haber
Bilim Kurulu aşı gündemiyle toplanıyor
Sonraki Haber
Mevcut en güncel haber.