Ana SayfaYazarlarKemal Taylan AbatanYasal terör – Kemal Taylan Abatan

Yasal terör – Kemal Taylan Abatan


Kemal Taylan Abatan


Türkiye’de bir “cezasızlık” hali yaşanıyor. Bu cezasızlık hali, devleti arkasına alan veya devletin görevlisi olan kimi kişilerce yürütülüyor. Devletin ve yönetenlerin çıkarlarını koruma adına gerçekleştirilen bu durum, en yüksek ölçekte devleti yöneten yönetici elitin çıkarlarına hizmet ettiği gibi, aşağıda, en ufak ölçütte bu çıkarın takibatını yapan kişilerin de iktidardan düşen kırıntılardan faydalanarak varlıklarını sürdürmelerine sebep oluyor. Böylece bir silsile halinde ilerliyor.

Cezasızlık üzerine çokça çalışmalar yapıldı, raporlar yayınlandı. Özellikle insan hakları alanında çalışmalar yürüten sivil toplum kuruluşlarının bu konu üzerine yapmış olduğu değerli çalışmalar mevcut. Ancak hukuk mevzuatından yola çıkılarak yapılan bu çalışmalar, cezasızlığın sosyo-politik ve psikolojik boyutunu çoğunlukla es geçmiş gibi görünüyor. Cezasızlık konusunda, cezasızlığın belirli bir grubun çıkarına olacak biçimde uygulandığında hemfikirsek eğer, buna daha geniş bir perspektiften bakmak da kaçınılmaz olacak. Ancak bu tür bir çalışmanın muhakkak ki geniş bir şekilde yürütülmesi gerekir. Bunu, burada yapmak niyetinde değilim, ancak bir giriş şeklinde, tartışmaya açılan bir yol ortaya konulabilir.

Cezasızlık durumunun özellikle milliyetçiliğin yükseltildiği dönemlerde, yani devletin yeniden organize olduğu, bir anlamda yeniden kurulduğu dönemlerde, milliyetçilikle paralel olarak yükseltildiği görülmektedir. Bunun açısından elimizdeki örnek, Türkiye’nin erken cumhuriyet dönemi olarak tanımlayacağımız 1908’le başlayıp 1930’larda doruk noktasına ulaşan dönemde yaşananlardır. Bu demek değildir ki sonrasında hiçbir şey olmamıştır. Ancak bu dönem bir yeniden kuruluş dönemidir. Yeni bir anayasa, yeni bir kanun sistemi kurulmalıdır, ki devlet yeniden organize olabilsin. Bu sürecin toplum sözleşmesinin hammaddesini Türklük oluşturmuştur. Bir yaşam, bir siyaset, bir kültür biçimi olarak, yani bir insan tipinin özü olarak Türklük olabildiğince köpürtülmüştür. Türk olmayanın ana vatan üzerinde herhangi bir hakkının olamayacağına varan düşünceler ortaya konulmuştur. Tabii bu sadece söylemde kalmamıştır; pratik olarak da gerçekleşmiştir. Yirminci yüzyılın ilk yarısında, Ön Asya’da yaşayan Hristiyan topluluklara ve sonrasında Kürtlere karşı girişilen soykırım, bu düşüncenin pratiğe dökülmüş biçimidir. Soykırım neticesinde, artık Osmanlı’dan, Türkiye’ye dönüşen Ön Asya, Hristiyan topluluklardan arındırıldığı gibi, Hristiyan toplulukların malları da Türkleştirilmiş ve genç cumhuriyetin sermayesi haline getirilmiştir. Bu süreçte yaşanan hukuksuzluklar (ortada yeniden organize olan bir hukuk olduğu için tâbi olunan bir hukuk kaldığı söylenebilirse tabii) göstermelik mahkemelerde mahkum edilmiş olsa bile, suçu organize eden sorumlular herhangi bir cezaya çarptırılmamıştır. Yani, sonrasında organize olan devlet ve hukuk açısından da Türklüğü ikame edenler, koruyucu bir zırhla güvence altına alınmıştır.

Yasal terörizmin, milliyetçiliğin yükseltildiği, yani devletin yeniden organize olduğu dönemlerde bu derece yükseltilmesinin sebebi ise bir anlamda hem devleti organize ederken işlenen suçların, dağıtılan çıkarların üstünün örtülmesi hem de bu organize olma haline karşı gelişen muhalefetin baskı ve güç yoluyla bastırılmaya çalışılmasıdır.

İktidara yakın olanın üstün olduğu, ötekilerin ancak hizmetkâr olabileceği anlayış, kurumsal bir şekilde devlet politikası haline getirilerek “yasal terörizm”[1] şeklini almıştır. Yasal terörizmin, milliyetçiliğin yükseltildiği, yani devletin yeniden organize olduğu dönemlerde bu derece yükseltilmesinin sebebi ise bir anlamda hem devleti organize ederken işlenen suçların, dağıtılan çıkarların üstünün örtülmesi hem de bu organize olma haline karşı gelişen muhalefetin baskı ve güç yoluyla bastırılmaya çalışılmasıdır. Aynı zamanda, yasal terörizmin uygulanabilmesi için anayasalarca güvence altına alınan kimi haklar sağlamış olması gerekmektedir. Bunu Türkiye açısından düşüneceksek eğer, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasası’nın ilk üç maddesinde Türklüğün, Türk olmanın ve Türk ulus-devletine tâbiyetin niteliğinin belirlenmiş olmasıyla açıklanabilmektedir. Dördüncü bir madde ise bu üç maddenin kat’i suretle değiştirilemeyeceği ilkesine dayanmakta, ilk üç maddeyi bir zırh gibi korumaktadır. Dolayısıyla yasal terörizm, özellikle son yıllarda Türkiye’de sıkça tartışılan “polis devleti” veya “güvenlik konsepti” gibi kavramlarla birbirini dışlamayan, ancak yasa zırhıyla birlikte birbiriyle bağlar kurulabilecek biçimde düşünülmesi gereken bir kavramdır. Cumhurbaşkanlığı Sistemi çerçevesinde devletin yeniden organize oluşu gerçekleşirken, devletin koruyucusu görevi verilen asker-polis gibi güvenlik mekanizmalarına yaşam hakkının ihlaline varan uygulamalar yaptıkları takdirde cezasızlık zırhı verilmektedir. Bunda yargının rolü ise su götürmez bir gerçektir. Yaşam hakkının ihlaline varan uygulamalara başvuran güvenlik mekanizmaları bizzat yargı tarafından korunmaktadır. Diğer yandan yargı, güvence altına aldığı kolluk gücüne, devlete tehdit olarak gördüğü kişileri tutuklama, işkence yapma gibi haklar tanımaktadır. Bu haklar, gücünü oluşturulan yasalardan alan kişilere, yasal şiddet imkanı vermektedir. Dolayısıyla kolluk gücü denilen güvenlik unsurları, “kendini ve devleti koruma” adı altında şüpheli gördükleri kimselerin yaşam hakkını elinden alan uygulamalara başvururken, bunun sonrasında ise “cezasızlık” durumuyla birlikte bu eylemi olağanlaştırarak teşvik etme imkanı tanımaktadır. Bunu da anayasanın verdiği yetkiye dayanarak, hammaddesi Türklük olan sosyal, iktisadi ve siyasi çerçeveye uygun bir biçimde gerçekleştirmektedir. Kamu, kamusal alan ve kamuoyu buna göre şekillenmektedir.

Devlet bunu uygularken, kendisine karşı gelişebilecek muhalefeti güç ve baskı yoluyla, yani psikolojik şiddet boyutuyla da baskı altına almaktadır. Yasal bir biçimde güvence altına alınan şiddet, kendisine karşı gelişebilecek muhalefetin herhangi bir biçimde organize olma halini yürüten zümreye karşı bir tehdit geliştirme ihtimali olanın sindirilmesini amaçlamaktadır. Bir anlamda, devleti yeniden organize eden zümrenin önündeki engelleri kaldırır ve açtığı alanda “birlik ve beraberliği sağlayanın” herhangi bir zorlukla karşılaşmadan ilerlemesini yine devletin zor ve yargı aygıtlarıyla güvence altına almaktadır.

Yasal terörizm, devlet tarafından tehdit olarak görülen gruplara yönelik, kolluk gücüne kitlesel olarak tutuklama[2], işkence yapma[3] ve hatta öldürme hakkını vermektedir.[4] Bu tip eylemlere yönelik protesto gösterilerinin, grev eylemlerinin veya daha geniş çaplı toplantıların ve mitinglerin güç kullanılarak dağıtılmasını, engellenmesini hukuktan güç alarak sağlamaktadır.[5] Bu güç kullanımı esnasında tutuklanan veya çeşitli çıkar vaatleriyle kendi tarafına çekilen, ajanlaştırılan, muhbirleştirilen insanlar psikolojik baskı, işkenceyle veya gönüllü bir biçimde yalancı tanıklığa yönlendirilmektedir.[6] Zorla alınan bilgiler, bir başka kişinin haklarının elinden alınması aşamasında kullanılmaktadır. Yakalanan, işkence gören, fişlenen insanlar şiddet yoluyla sindirildikten sonra, baskıyı uygulayan kişiler merkezi kanunlarla güvence altına alınmaktadır. Bu güvence, kötü muamelede bulunanı cezasızlıkla koruduğu gibi, bir başkası açısından da teşvik edici olmaktadır. Aynı zamanda yasal terörizm gerçekleşirken, bir muamele biçiminde belirli gruplara yönelik psikolojik ve toplumsal işkence şeklini alabilmektedir. Devlete tehdit olarak görülen grupların üyesi olarak tanımlanan insanlar, keyfi bir şekilde hapishanelere konularak, uzun süreli olarak onur kırıcı muamelelere maruz kalabilmektedir.[7] Tutuklu bulunan kişiler, tek başına hücrelere kapatılarak tecride uğramaktadır. Fiziksel ve ruhsal davranış bozuklukları doğuran kötü muamelelere maruz kalmaktadır.[8]

Yasal terörün uygulanış biçiminin başta yaşam hakkı olmak üzere, sosyal, ekonomik ve siyasi hakların bütününe dönük bir saldırı olmakla birlikte, muameleye uğrayan kişinin yaşamsal tüm olanaklarına yönelik bir saldırı olduğunu vurgulamak gerekir.

Yasal terörizm, Türkiye’de bir döneme damga vurmuş, 15 Temmuz Darbesi sonrası anayasanın ilk üç maddesi hariç (hatta devamında gelecek uygulamalar bu üç maddeyi ikame edecek bir biçimde) askıya alınmasının KHK’ler döneminde yaşanan ve toplumun neredeyse her alanına yayılan trajik örneklere de sebep olmuştur. Kamu, yeni bir anayasa ve yönetim biçimiyle yeniden organize edilmiştir. Kamusal alan, bu yeniden organize halini gerçekleştiren zümreden olanlar lehine yeniden düzenlenmiştir. Kamuoyuna dönük olarak, yeniden organize halini gerçekleştiren zümrenin önünde engel olmama, devletin olağanüstü bir süreçten geçtiğini telkin etme, devletin bekasının her şeyden üstün olduğunu vurgulama ve buna engel olabilecek kimselerin her türlü sosyal alanda izole edilmesine varan telkinlerle birlikte psikolojik şiddet boyutunda gerçekleştirilmiştir. Kişilerin toplumsal mücadele alanlarında bir araya gelmelerini engelleyen, ortaya çıkan şiddeti protesto hakkını elinden almaktadır. Temel insan hakları başta olmak üzere sosyal, ekonomik ve siyasi hakların askıya alınmasına karşı girişilebilecek kitlesel tepkilerin, grevlerin, protesto biçimlerinin tamamen terörize edilerek yok edilmesini amaçlamaktadır. Bunu da yine, ihtiyaca göre hızlıca hazırlanan ve yürürlüğe konulan kanun metinlerine dayanarak yapmaktadır.

Tüm bunlardan hareketle, yasal terörün uygulanış biçiminin başta yaşam hakkı olmak üzere, sosyal, ekonomik ve siyasi hakların bütününe dönük bir saldırı olmakla birlikte, muameleye uğrayan kişinin yaşamsal tüm olanaklarına yönelik bir saldırı olduğunu vurgulamak gerekir. Bir insanın, devletin yeniden organize olma hali gerçekleşirken, yöneticilerin elde ettikleri ve yandaşlarına dağıttığı çıkarların korunması adına tüm haklarından mahrum bırakılması, o insanın değil, muamelede bulunanın, yani saldıranın onurunu zedeler. Her ne kadar, muameleye uğrayan kişi bundan etkilense de bu böyledir. Yaşam hakkı elinden alınan bir kişinin kendini savunması kaçınılmaz bir biçimde ortaya çıkar. Ekonomik olarak açlığa mahkum edilen kişinin başvuracağı yöntemler hırsızlıkla tanımlanamaz. Yaşama dair her türlü işi düzenleyen eylem olarak politikadan alıkonulan bir kişinin, bu hakkını geri almak için verdiği mücadele “terör” olarak açıklanamaz. Olsa olsa, onu yaşamdan koparma hamlesinde bulunanın uyguladığı, herkesin ortak mülkü olan kamudan aldığı güçle gerçekleştirdiği eylemler terör olarak tanımlanabilir.


[1]  H. Odera Oruka, “Yasal Terörizm ve İnsan Hakları”, İnsan Haklarının Felsefi Temelleri, Haz. İoanna Kuçuradi, s. 191
[2] “HDP’li vekillere ev baskınıyla gözaltı”, https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/180331-hdp-li-vekillere-ev-baskiniyla-gozalti
[3] “Hastane raporuyla doğrulandı: Helikopterden atıldılar”, http://mezopotamyaajansi24.com/search/content/view/110025
[4] “28 Aralık 2011’de Roboski’de neler yaşandı?”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-42501681
[5] “8 Mart eylemlerinde kadınlara polis saldırısı!”, https://ilerihaber.org/icerik/8-mart-eylemlerinde-kadinlara-polis-saldirisi-82578.html
[6] “Adaletin kör noktası: ‘Delil yoksa gizli tanık var”, https://www.dw.com/tr/adaletin-k%C3%B6r-noktas%C4%B1-delil-yoksa-gizli-tan%C4%B1k-var/a-52783892
[7] “İki engelli oğlu olan ve gizli tanık beyanıyla tutuklanan Elif Kısa’nın durumu meclis gündeminde ”, https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-50926904
[8] “Önce İnsan Hayatı: Ceza ve Tutukevlerinde Tecrit Uygulamaları Durdurulsun”, https://www.ihd.org.tr/ce-san-hayati-ceza-ve-tutukevlerde-tecr-uygulamalari-durdurulsun/

PAYLAŞ:
    WhatsApp'da Paylaş!   Telegram'da Paylaş!     Yazdır   E-Posta Gönder

Önceki Haber
ESP'ye dönük operasyon: Eşbaşkan Tümüklü dahil 19 gözaltı
Sonraki Haber
Kuzey Kıbrıs'ta Halkın Partisi koalisyondan çekildi, hükümet düştü