Ana SayfaYazarlarDoğan Durgun Ateş altında gazetecilik yapanlar…

 Ateş altında gazetecilik yapanlar…


Doğan Durgun


Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde hareketlenen matbuat, saraydaki padişahın burnunun büyüklüğü ile ilgili bir imada dahi bulunamazdı. Cumhuriyet’in ilanı ile birlikte bu bakış açısı pek değişmedi. İktidarlar medyadan, vatana ve millete hizmet eden bir yayın yapmalarını isterdi. Medya ise iktidarlara hizmet eden bir yayın yapardı. Zaten iktidarların, vatan-millet kavramından kastettiği tam da buydu. Türk medyası her zaman istikrarlı bir çizgide durdu. Bu çizgiyi en iyi Marko Paşa fıkrası anlatır. Bir gün Marko Paşa’ya sormuşlar; “Sizin için sürekli parti değiştirir diyorlar, ne diyorsunuz?” Marko Paşa yanıt verir; “Tövbe, iftira atıyorlar. Ben ezelden beri hep tek bir partiyi tuttum. O parti, iktidar partisidir.” Türk medyası da kim iktidar olduysa, hemen yayın çizgisini o partinin çıkarlarına göre güncellemede pek mahirdi. Yani hep iktidarın medyası oldular. Karşılığında da ihaleler alıp, köşeyi döndüler. Zaten bahsettiğimiz medyanın bütün patronları, gazetecilik dışında mutlaka akçeli işlerle uğraştılar.

AKP döneminde iktidarın güdümündeki gazeteler çoğu zaman aynı manşetle çıkıyor.

Günümüzde değişen bir şey yok. 2002’de AKP’yi görmeyenler, bugün bir AKP bültenine dönüşmüşler. Onun için uluslararası saygınlığı olan bir tane TV ya da gazete yok, olmadı da. Dünyada elbette bizdeki gazetelere, televizyonlara benzeyen yayın organları var. Bunlara genelde demokrasinin hiç olmadığı ülkelerde daha sık rastlanılır. Belli bir demokrasi kültürüne sahip ülkelerde, iktidarla haşır neşir olan medya kuruluşları da bulunur. Ne var ki, bu tür kuruluşların gazetelerinde, televizyonlarında asparagas haberlere pek rastlanılmaz. Çünkü okuyucusu veya izleyicisi hesap sorar. Bu nedenle belli bir saygınlığı hep korurlar. Asparagas haberler, daha çok ciddiye alınmayan, lümpen okuyucu kitlesine hitap eden bulvar gazetelerinde rastlanılır. Bizdeki sözüm ona ciddi gazetelerde, her gün onlarca haber, yorum, analiz gerçeğin izinden koparılarak verilir. Amaç gerçeğe ulaşmak değil, gerçeği ters yüz etmektir. TRT’nin, AA’nın düştüğü durum komedi olmaktan öteye geçmiştir. Bu iki kurum, halkın parası ile finanse ediliyorlar. Trol olarak bilinen isimler bile artık bu kurumlarda üst düzey pozisyona gelebiliyorlar. Özel televizyonlarda basın etiği üzerine racon kesen sünepelerin, mafya tetikçilerinin ayakçıları olduğu gerçeği tüm çıplaklığı ile ortaya dökülüyor. Sorsan hepsi devlet-millet için hizmet ediyordur. Yani siz, ‘her şey iktidar için’ olarak okuyun. Kendini muhalif olarak tanımlayan Sözcü, Cumhuriyet, Karar, KRT, Halk TV gibi gazete ve televizyonlar ise son tahlilde ‘devlet politikası’ diye kodlanmış yayın politikalarının gönüllü esiri oluyorlar.

1983 yapımı Under Fire (Ateş Altında) filminden bir sahne.

Eski gazetecilerden Hasan Cemal birkaç yıl önce, Kürt gazetecilerinin durumunu anlatmak için “Onlar ateş altında gazetecilik yapıyorlar” demişti. Benim de aklıma Roger Spottiswoode’in 1983 yaptığı Ateş Altında (Under Fire) filmi geldi. Nick Nolte, Gene Hackman, Ed Harris, Jean Louis Trintignant gibi kalburüstü oyuncuların oynadığı film, bizi 1979’un Nikaragua’sına götürür. Diktatör Somoza’ya karşı Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin (FSLN) başlattığı isyanın son dönemlerindeyiz. Dünyanın birçok yerinden gazeteciler Nikaragua’ya gelmektedir. Bunların arasında farklı kuruluşlara çalışan üç gazeteci de vardır. Bir yandan Somoza’nın yaptığı katliamları, diğer yandan halkın mücadelesini gazetecilerin gözüyle görürüz. Büyükelçiliklerinde ya da diktatör Somoza’nın başkanlık sarayında oturup, enforme edilen şeyleri haber diye geçmezler. Dağları, ovaları aşarlar. Çatışma bölgelerine girerler. İki taraflı hak ihlallerini resmederler. Sivil infazları haberleştirirler. Gazeteciliğin gerçek amacı işte tam da budur. Okuyucusuna, izleyicisine hakikati ulaştırmaktır.  Bunun istisnaları az da olsa vardır. Film son bölümde bu istisnayı masaya yatırır. Binlerce insanın ölümünü engellemek için bir soru ortaya bırakır. Ayrıntısına girmeyeyim, izleyecekler olabilir.

Sedat Yılmaz’ın yönettiği 2010 yapımı Press, Kürt gazetecilerin 1990’lı yıllarda yaşadıkları baskılara odaklanıyor.

Kürt medyasında çalışanlar da aynen Ateş Altında filmindeki gibi gazetecilik yapmaya çalıştılar. Dağları, ovaları aşıp haber yaptılar. Bütün imkansızlıklar içinde, gerçeğin peşinde koştular. Öldürüldüler, sakat kaldılar, mahpuslara düştüler, sürgün hayatı yaşamak zorunda kaldılar, yarı aç yarı tok yaşadılar. Ama hiçbir zaman heyecanlarını kaybetmediler. Yazılı Kürt medyasının okulu ise Özgür Gündem’di. 30 Mayıs 1992’de yayın hayatına başlayan Özgür Gündem Gazetesi’nin yazarları, muhabirleri, dağıtımcıları öldürüldü, büroları bombalandı.  Meraklısı, Diyarbakır ofisinde yaşananlar için Sedat Yılmaz’ın Press filmine bakabilir.

Şimdi işin özüne geleyim. Yıllar önce Millî Görüş geleneğinden gelen bir arkadaşım Özgür Gündem’in tirajını sormuş, verdiğim yanıt karşısında şaşırmıştı. Aynı anda dünyanın her yerinde eylem yapabilecek kadar mobilize olan bir halkın gazetesi nasıl bu kadar az satar diye bana sormuştu.

Özgür Gündem’in yerini bir nebze şimdi Yeni Yaşam dolduruyor. Birkaç aydır da tabloid gazete formatına bürünmüş durumda. Yerel bir gazete gibi duruyor. Bu durumu kimse dert etmiyor sanırım. Hiçbir yerde sesini duyuramayan, resmi ambargo yiyen bir parti olarak HDP, kurumsal olarak Yeni Yaşam’a sahip çıkmalı. Zor koşullarda gazeteyi bin bir güçlükle çıkarmaya çalışan arkadaşların emeklerine yazık. Kişisel fikrim bu şekilde çıkacaksa, dijital olarak çıksın ve kâğıda veda etsin. Gündem yaratacak gücünüz yoksa, gazete olma vasfını da kaybediyorsunuz. Gündem yaratabilmek için daha iyi koşullar ve imkanlar olmalı gazete emekçileri için. Özgür Gündem ve o gelenekten gelen gazeteler son otuz yılda ciddi haberler yaptılar, gündem yarattılar ve bir o kadar da ciddi bedel ödediler. Bu yüzden Yeni Yaşam büyütülmeli, genişletilmeli, haber ağı güçlendirilmeli.

24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı malumunuz. Bu yazı da biraz bu günün anlam ve önemine istinaden yazıldı. Tabi her şey bir ironi hali almakta bu ülkede. Şimdi yazının sonunu, yazının başı ile birleştireyim. Bildiğiniz gibi Osmanlı’da çıkan gazeteleri ‘sansür memurları’ kontrol eder, denetler ve yayına öyle izin çıkardı. 24 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet ilanından sonra, bu uygulamaya son verildi. Buna da sansür uygulamasının kaldırılması olarak bakılıp, Gazeteciler ve Basın Bayramı olarak kutlanmakta. Yıllardır olur olmaz herkes bu günü kutlar ve beni her yıl uzun ve acı bir gülme tutar.

 




Önceki Haber
Fed faiz kararını açıkladı
Sonraki Haber
ABD'den Suriyeli Kürt siyasetçi Hevrin Halef'i öldüren Ahrar el Şarkiye örgütüne yaptırım