Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimlerinin yapıldığı tarih olan 14 Mayıs gününü hiç unutmayacağız. Türkiye’nin yakın tarihine önemli bir tarih olarak geçecek bu gün hiç şüphesiz, çok fazla tartışmaya, değerlendirmeye konu olacak nitelikte. 15 Mayıs sabahında huzurla uyanmayı beklerken muhalefetin umduğunu bulamaması, hayal kırıklıklarına, umutsuzluğa, karamsarlığa, değişime olan inancın sarsılmasına neden oldu.
Cumhurbaşkanının kim olacağı 28 Mayıs seçimlerine kalmış olsa da “zaten kazanan belli” hissi, insanları sandığa gidip tekrar oy kullanmaktan alıkoyuyor. Ancak gerçek olan bir şey var ki o da Meclis’in daha çok erkekleştiği, daha çok kadın düşmanı politikalarla kendisini var etmeye çalışan bir ittifakın çoğunluğu ile karşı karşıya kalmamızdır. Dolayısıyla kadın düşmanı bir ittifak ile yönetilmek istenen bir ülkede en çok da kadınları ilgilendiren bir meseledir sandığa gitmek. Bu yazı da esas olarak sandığa gidip gitmeme konusunda tereddütleri olan kadınlaradır.
Öncelikle çok yazıldı, haberlere konu oldu HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi’nin seçim beyannamesi. Daha o süreçte kadın örgütleri, kadın aktivistler, siyasi partilerin kadın temsilcileri bizleri ne gibi tehlikelerin beklediğini belirten konuşmalar, açıklamalar yapmıştı. Şimdi de Meclis’e girecek olan bu partilerin kadınlara yönelik vaatlerinin neler olduğuna dair kısa bir araştırma yaparken şunlarla karşılaştım:
Örneğin HÜDA PAR seçim vaadine “Kadının çalışma şartlarının fıtratına ve insan haysiyetine uygun hale getirilmesi” diye bir madde eklemiş. Yıllardır özgürlük ve eşitlik için mücadele eden, bu yüzden bedel ödeyen, mahpus hayatı yaşayan, kendi hayatına karar vermek istediği için en yakınındaki erkek tarafından şiddete maruz kalan, hatta öldürülen kadınlar var iken, böyle bir madde; kadınları eve kapatan, baskılayan, kontrol altında tutmak isteyen, kamusal alandan uzaklaştırmaya çalışan bir zihniyetin ürünü olduğunu ortaya koyuyor.
“Haysiyet” kavramının bilinçli bir şekilde kullanılmış olması bize şunu göstermekte. Kadın çalışma yaşamında “haysiyetine uygun bir davranış” sergilemez ise kadına söz hakkı tanımadan işten çıkartılacak, iradesi yok sayılacak, eve kapatılacak demek. Yani toplumsal cinsiyet rollerine uymayan kadın, çalışma yaşamından men edilecek. “Bir anne kendi çocuklarına zaman ayırıp çalışmak istemiyorsa bu kapitalist çarklar arasında kadını ezdirmeyelim, kadının ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır” diyor HÜDA PAR Genel Başkanı. Bu açıklama bile, “Kadın ‘fıtratına’ uygun olarak doğuracak ve çocuklarına bakacak” anlamına geliyor.
Yine HÜDA PAR Genel Başkanı bir televizyon programında “İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması için yoğun çaba sarf eden bir siyasi partiyiz” diyor. Kadına yönelik şiddete karşı kapsamlı önlemler içeren bir sözleşmeden çekilmenin altına imza atmak demek, şiddeti meşru göstermektir. Çünkü sözleşme, şiddete maruz kalan kadının failine uzaklaştırma veriyor, kadına yönelik koruma tedbirleri uyguluyor. Bu tedbirler içinde kadının istihdam edilmesi, ekonomik olarak kocasından bağımsız hale getirilmesini sağlamak da yer alıyor. Amaç kadını güçlendirmek ve yeniden toplumsal yaşama kazandırmak iken böyle bir sözleşme elbette rahatsız edecektir kadınları irade olarak görmeyen anlayışı.
Gelelim Yeniden Refah Partisi’ne… Seçim beyannamesindeki “Aile ve Sosyal Hizmetler Politikamız” başlığı altında kadınlara dair şöyle bir cümle geçiyor: “Kadın rol modeller aracılığıyla ahlak, iffet, merhamet, fedakârlık, şefkat, asalet, üretkenlik gibi değerleri kadınlarımız arasında yaygınlaştırıp güçlendireceğiz.” Yani kendi “makbul” kadınlarını yaratmak adına canhıraş çalışacaklar. Erkek egemen sistemin izdüşümü olan “susan, konuşmayan, kahkaha atmayan, yönetmeyen”, “şefkat” adı altında duygusal sömürü propagandası aracılığıyla kadınlara “gölge” olmayı dayatan bir algıyla rol modeller inşa edecekler.
Partinin Genel Başkanı katıldığı bir programda, 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası’na dair, “İki milyon baba bu kanun yüzünden uzaklaştırılmış, bu kez cinnet geçirip evine gelip eşini ve çocuklarını öldürdü” ifadelerini kullanıyor. Bu söz bile bariz bir şekilde “erkektir, sinirlenir döver” bakış açısına tekabül ediyor. Bu bakış açısı, kadın katliamlarının nedenini erkek egemen toplum yapısına bağlamadan adli vakalar olarak görmenin bir sonucudur.
Yukarıda yazdıklarım sadece bir kısmı. AKP’nin önümüzdeki dönem, kadına yönelik şiddetle mücadelede nasıl bir politik hat çizeceği, her iki partiye Meclis’te yer vermesinden belli oluyor. Zaten kadın-erkek eşitliğine inanmayan bir iktidar ortadayken kadın cinayetlerine karşı önlem alacak bir Meclis yapısından da bahsedemeyiz. Peki AKP, neden kadın düşmanlarının Meclise girmesini sağladı?
Bunun çok farklı siyasi nedenleri elbette vardır. Ancak ben kadınları nasıl bir Meclisin bekleyeceği düşüncesiyle yazıyorum bu yazıyı. Bir kere AKP, yaratmak istediği kadın tipolojisini bu iki parti üzerinden yapmaya çalışacak. Kendisinin söyleyemediği cinsiyetçi, kadın düşmanı sözleri bunlara söylettirecek ve böylece kadınları sürekli bu şahıslarla oyalayacak. Kadınların, kendi iktidarını sarstığının, kadın hareketinin en büyük muhalif güç olduğunun farkında. Muhafazakar erkek egemen baskın bir toplumda, erkeklere konfor alanı sağlamak için kadınların kontrol altına alması gerektiğini biliyor. Kadınları baskı altına almaya çalışan bir toplum inşası üzerinden yol haritalarını belirleyecekler. Uzun mücadeleler sonucu kazanılmış haklarımızı elbette üç beş erkeğe teslim edecek değiliz. Biz kadınların mücadelesi elbette bitmeyecek; ancak bu tehlikelerin farkında olarak sandığa gidip oyumuzu kullanmak en çok da bizim için önemli.
Zuhal Atlan kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Çeşitli medya yayın organlarında, Mezopotamya Ajansı’nda ve KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı’nda muhabir, haber şefi, editör olarak çalıştı. Kadınların hak mücadelesine ilişkin çalışıyor.