Pazar günü Amedspor, Bursa deplasmanındaydı. İkinci Lig Beyaz Grup’ta şampiyonluğa oynayan Amedspor maçı için, Bursa tribünleri hınca hınç dolmuştu. Daha önceki Bursa maçlarını birkaç yüz kişi izlerken, söz konusu Amedspor olunca, neden tribünlere 40 bin kişi gelmişti? Bu 40 bin kişinin neden geldiğini maç öncesinden itibaren, gösterdikleri barbarlıkla öğrenmiş olduk. Peki, bu barbarlığın kökeninde ne yatıyor? Genelde sporun, özelde futbolun tarihsel arka planını bilmeden yapılacak her yorum eksik kalır. O halde başlayalım…
Faşizmin mantığı ve sporla ilişkisi
Kapitalizmin çözülmeye başladığı, ekonominin çöktüğü, sosyalizmin zafere yaklaştığı ülkelerde, kapitalizmin gayri meşru çocuğu olan faşizmin devreye girdiğini tarih birçok örnekle bize gösterdi. Devreye giren faşizmi, iktidara taşıyan güç ise kapitalist sermaye oldu. İtalya, Almanya, İspanya, Portekiz, Yunanistan ve Türkiye’de iktidara gelen faşistler arasında büyük benzerlikler vardır. Hayatı boyunca bir çavuş olmaya çalışan, onu elde edemeyince bu sefer beşinci sınıf bir ressamlığa soyunan sünepe bir adamı Adolf Hitler yapanlar, Spartakist devrimi engellemeye çalışan Alman sermayesiydi. Üstelik bunların arasında Yahudi iş insanları da vardı. Faşizm, tarihin geçmiş şaşaalı dönemine vurgu yapar ve o günleri yeniden yaşatma sözü verir. Mussolini, Büyük Roma İmparatorluğu’nu yeniden kurma sözü verirdi. Hitler ise 3. Reich’ı yeniden dünya sahnesine çıkarma vaadinde bulunurdu. Türkiye’de de sürekli bir Osmanlı İmparatorluğu vurgusu olduğunu hatırlatalım. Faşizm gösterişten ve güçten beslenir. Toplumun tüm kesimlerini devletin kölesi haline getirir. Devlet adına büyük binalar inşa eder. Mussolini 1937’de Roma’da dünyanın en büyük sinema stüdyosunu kurdu. Hitler hakeza yönetmenlere özel görevler verdi. Amaç faşizmin yenilmez olduğuna dair propaganda filmleri çekmekti. Leni Riefenstahl’ın ‘İradenin Zaferi’ belgeseli bu amaçla ortaya çıkmıştı.
Faşizm, üstün ırk temeli üzerinde kendini var eder. Sağlıklı ve sporda başarılı gençler, üstün ırk teorisine zemin sağlaması açısından önemlidir. Elbette sporun geniş kitlelerce takip ediliyor olması, sportif başarıyı, faşizmin başarısı olarak lanse etmelerine olanak sağlar. Dedik ya faşizm, kapitalizmin gayri meşru çocuğudur. Hitler, iktidarını kurumsallaştırmasına, muhalif olanlara karşı sürek avı başlatmasına rağmen, 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nın Almanya’da yapılmasına ses çıkarılmadı. Hitler oyunlar boyunca stadyum stadyum dolaşıp, yarışmaları izledi. Büyük demokrat lider imajı çizmeye çalıştı. Madalya alan bütün Alman sporcular Nazi selamına durdu. Hitler’in üstün ırk karizmasını, uzun atlamada Alman sporcu Long’u geçen Jesse Owens’ın şampiyonluğu bozdu. Yine de Alman faşizmi, büyük bir propaganda yapma şansını muazzam kullandı. Oyunlar bittikten sonra Alman misafirperverliği ve organizasyonu ziyaretçilerden övgü aldı. New York Times’ı takip eden birçok gazete, oyunların Almanları “ulusların arasına geri” döndürdüğünü ve onları “yeniden daha insancıl” yaptığını belirtti. Hatta bazıları bu barışçıl aranın devam edeceğine dair umutlanma sebebi buldu. Sadece William Shirer gibi birkaç muhabir Berlin gösterisinin sadece ırkçı ve baskıcı şiddet rejimini saklayan bir görüntü olduğunu anladı.
Bu arada Seelenbinder’i de hatırlatma fayda var. Seelenbinder, Olimpiyatlar’da Almanya adına yarışan bir güreşçiydi. Alman Komünist partisi üyesiydi. Nazilerin bundan haberi yoktu. Amacı, oyunlara gelen yabancı sporculara, partisinin hazırladığı ve faşizmin Almanya’da yaptığı vahşeti anlatan broşürleri ulaştırmaktı. Olimpiyat dördüncüsü olan Seelenbinder bunda da başarılı oldu. Ne var ki bir süre sonra deşifre olacak ve 1944’de kurşuna dizilecekti. İspanya’da Franco’nun Real Madrid futbol takımını, vahşetini perdelemek için nasıl kullandığı üzerine yazılmış onlarca kitap var. Keza Portekiz’de Salazar’ın ‘futbol, fiesta, fatima’ ile ülkeyi 36 yıl yönettiğine dair yine bir sürü yayın mevcut.
Türkiye’de faşizm futbola hep egemen oldu
Türkiye’de futbol dünyanın her yerinde olduğu gibi egemenlerin elinde araçsallaştırıldı. Özellikle iç savaşın büyümesi ile birlikte Türk milliyetçiliğini yükseltmek adına her maç bir imkân olarak kullanıldı. Diyarbakırspor devlet destekli bir proje olarak güçlendirildi. Amaç, Kürtlerin politikleşen gençlerinin enerjisini, stadyumlarda boşaltmasını sağlamaktı. Buna rağmen yıllarca gittiği her deplasmanda ırkçılığa maruz kaldı. Kürtlerin mücadelesine paralel olarak, Diyarbakırspor’a bir öfke geliştirildi. Diyarbakırspor maçlarında atılan ‘PKK dışarı’ sloganı, tam da maçlarda İstiklal Marşı’nın okunmaya başladığı döneme denk düşer. Kürtlerin dışlanmasından, sırf isminin başında Diyarbakır olmasından dolayı, Diyarbakırspor da payına düşeni almış oluyordu. Hani derler ya Türk milliyetçiliği kucaklayıcıdır. İspanya’da A. Bilbao, Basklılarla o kadar özdeş olmasına rağmen Madrid’de oynadığı maçlarda bile hiçbir zaman ırkçı sloganlara maruz kalmadı. Türklerin milliyetçiliği böyle kucaklayıcı oluyor demek ki. Ulusal liglerde, ulusal marşın okunması yeryüzünde sadece Türkiye’de uygulanmaktadır. Bunun amacı, Kürtleri terörize etmektir.
Kürtlerin cevabı ne olmalı?
Yıllar önce ‘Kürtlerin Athletic Bilbao gibi bir takımı olsun mu?’ diye bir yazı yazmıştım. Çünkü sportif anlamda Kürtlerin kendileri ile aidiyet bağı oluşturacak bir futbol takımları yoktu. Bu yazı ciddi bir ilgi görmüştü. Birkaç devam yazısı daha yazmıştım. O zaman Diyarbakır Belediyesi’nin DİSKİ Spor adında bir takımı vardı. Tartışmayı bunun üzerinden yürüttüm. Diyarbakır’da spor konferanslarına önayak oldu bu yazılar. Yazdığım yazıların birinin girişinde bu açığı: “Kürtler, ulusal sembollerini bir araya getireceği, futbolun egemenler tarafından farklı şekilde kullanılmasını boşa çıkaracağı bir organizasyona gitmeli. Yıllarca Diyarbakırspor’u devlet vesayetinden kurtaramayan Diyarbakırlılar, sonunda Diyarbakırspor’dan uzaklaştılar. Esasında Diyarbakırspor, Diyarbakırlılar dışındaki hiçbir Kürdün algı dünyasında bir karşılık yaratamadı. Aidiyet bağı önemlidir. Özellikle futbolda birçok insan, tuttuğu takımın diğer taraftarları ile bir bağ oluşturabiliyor. Oysa sistem bütün ağırlığı ile bu mekanizmanın tam göbeğinde. Böyle bir takım, Kürtler arasında sosyal bir birliktelik yaratacağı gibi, eksik kalan bir noktayı, aidiyet bağını da oluşturacaktır. Bu tartışmanın ilkel milliyetçi bir boyutu yok, Kürtlerin desteklediği bir takımın olması milliyetçilik olarak algılanıyorsa, sözün bittiği nokta olur bu. Bir başka anlamda da, futbolun centilmenlik, dostluk yönünü de açığa çıkarıp, örnek bir takım oluşturabiliriz. Muhtemelen, deplasmanlarda atılacak ırkçı sloganlara karşılık, içerideki maçlarda barış sloganları ile yanıt verebiliriz” cümleleri ile tanımlamıştım.
Aklın yolu bir. DİSKİ Spor isim değişikliğine gitti ve Amedspor adını aldı. Ardından da olanlar oldu. Tam da yukarıda yazdığım saptamalar aynen gerçekleşti. Kürtlerde Amedspor sevgisi oluşmaya başladı, buna paralel Amedspor gittiği her deplasmanda ırkçı saldırılara maruz kaldı. Bazen konaklayacak otel dahi bulamadı.
Kürtler ne yapmalı sorusuna yanıt olarak, A. Bilbao’yu örnek gösterirken; “Moral değerleri canlı tutmak, toplumsal hafızaya ‘birliktelik’ kavramını yerleştirmek, her alanı kullanmanın artık bir zorunluluk olduğunu belirtmek için kâhin olmaya gerek yok. Bütün dünyada en büyük kitlesel moral değer şu an için futbol. Kürtler de futbol izliyor, takım tutuyor, maç sonuçları üzerine kıraathanelerde sohbet ediyor, tuttuğu takımın haberini okumak için spor gazeteleri alıyor. Bütün bu tablonun tek eksik ayağı, futbolu seven geniş kitlelerin uygun bir takım etrafında mobilize edilememesi. Bu alan bir şekilde mutlaka doldurulmalı. Kürtlerle aidiyet bağı oluşturacak bir futbol takımı yaratılmalıdır” demiştim. Bunun için Amedspor önemlidir.
Amedspor’a yaşatılan şiddete, yedi yıl önceki bir yazıda değinmiştim. O gün yaşatılanlardan bugüne bir şey değişmemiş: “Bugün Amedspor’un yarattığı sinerji ve tartışma ortamını görünce, yol kat ettiğimizi görüyorum. Peki, Türkiye böyle bir takıma hazır mı? Bilbao İspanya Liginde hiçbir deplasmanda ırkçı tezahüratlarla karşılanmıyor. İş Türkiye olunca değil Amedspor, bölgeden Batı’ya maça giden bütün takımlar küfürlerle, taşlarla karşılanıyorlar. Amedspor bir kupa maçına çıkıyor, gol atan rakip takımın oyuncusu Kürtlerin olduğu tribüne gelip asker selamı çakıyor (askerliğini de yapmamış). Bursa maçına çıkıyor Amedspor, tribünler savaşa hazırlanmış halde bekliyor. Milliyetçi, ırkçı sloganlar gırla. Oysa kendi takımlarında üç Türkiyeli oyuncu dışında hepsi yabancı (Yıllar önceki bir Bursaspor-Amedspor maçını kastetmişim)”
Dün oynanan maç bir devam filmi adeta (çünkü faşizmde süreklilik esastır). Amedspor ise halkların kardeşliği mozaiği. Üstelik maça Kürt seyirci de almıyorlar (Bu yasak dokuz yıldır devam ediyor. Futbol tarihinde eşi benzeri yok). Amedspor rakibini yeniyor, önce devreye polis, sonra federasyon giriyor. Sonuca sevinen Kürtlere gaz sıkılıyor. Baştan sona siyasi bir organizasyon olan Futbol Federasyonu, Amedspor’un sahasını Fenerbahçe maçı için seyirciye yasaklıyor. Olur ya Kürtler ‘Barış’ der, ‘Çocuklar ölmesin’ der. Derse de rakip Fenerbahçe olduğu için bütün Türkiye duyar. Ceza gerekçesi ise komik: İ. Başakşehir maçında seyirciler ‘Çocuklar ölmesin, maça gelsin’ demişler. Bu ideolojik slogan oluyor. 90’lardan bu yana Kürtlere her maçta ana avrat küfredilirken, hiç kimseye bir ceza kesmediniz. Bizatihi maçlardan önce milli marş okunma geleneğini, Kürtlere bir gözdağı olarak gelenekselleştirdiniz.
Yetmedi. ‘Aleviyim, Kürdüm, çocuklarımız öldürülüyor, barış olsun’ dediği için Deniz Naki’ye de 12 maç ceza verdiniz. Gerekçe yine aynı: İdeolojik demeç. Bu ülkede kurt kafası, rabia işareti yapan futbolcuları çok gördük. Savaşı kışkırtan demeçler veren futbolcular el üzerinde tutuldu. Siyahi Zokora’ya ırkçı sözler söyleyen Emre’nin sırtı okşandı. Reis Fatih Terim bir maç sonrası ‘Beni bir yabancı hele hele bir Sırp hoca hiç eleştiremez’ dediğinde, ‘aferin’ çekildi. Hiçbiri ideolojik sayılmadı. Ama barış demek, hele Kürt ve Alevi bir futbolcu söylüyorsa, kelle uçurulmalı yaklaşımını hemen devreye soktunuz.
Türkiye böyle bir takıma hazır değil. Kürt sorununun çözülmediği, Kürtlerin kolektif haklarına kavuşmadığı bir ortamda, Kürtleri futbol üzerinden bütünleştiren bir organizasyona elbette saldıracaklardır. Tribünde, 90’lı yılların faili meçhul simgesi Toros otomobilinin pankartının açılması, Yeşil kodlu JİTEM’ci katil Mahmut Yıldırım’a ait posterlerin gözümüze sokulması, futbol üzerinden Kürtlere verilen bir mesajdır. Hala Kürtleri öldürerek, asit kuyularına atarak yok edeceklerini düşünüyorlar. Bu yüzden adının Kürtçe olduğu bir futbol takımına dahi tahammül edemiyorlar. Demek ki Amedspor’un kuruluş mantığı çok doğru. O halde doğru yolda devam etmeli. Amedspor değişmeyecek. Amedspor’a ve doğal olarak Kürtlerin futbolla yeni kurduğu aidiyet bağına Türkiye saygı duymayı öğrenecek. Faşizm ötekinden haz etmez. Türkiye’de adı Kürtçe olan bir takımdan haz etmedikleri gibi. Amedspor tribünlerinde ‘barış olsun’ dendikçe, TFF ideolojik propaganda suçu icat edip puan siliyordu, para cezası kesiyordu. Vaz mı geçeceğiz? Bu daha başlangıç. Athletic Bilbao örneği bize çok şey anlatıyor. Yolun başındayız. Top sürmeye devam…
Doğan Durgun kimdir?
İzmir 9 Eylül Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Şiir ve denemeleri çeşitli dergilerde yayınlandı. Uzun yıllar Özgür Gündem gazetesinde köşe yazarlığı yaptı, Sanat ve Hayat Dergisi, Esmer gibi edebiyat-sanat dergilerinin yazar kadrosunda yer aldı. Kolektif kitaplara yazıları ile katkıda bulundu. İnsan Hakları Derneği’nde yöneticilik yaptı. Mali müşavir, bağımsız denetçi olarak çalıştı.