Newroz alanına yürüyerek gitmeye karar veriyoruz. Üzerimizde allı mor çiçekli geleneksel elbiseler, içimizde yeni baharı karşılayan çocuk sevinci…
Caddelerden bayram çocuklarına has heyecanla süzülüyoruz. Havada önceki günün yağışından eser yok, ama biraz soğuk. Alana yaklaştıkça şal-u şapık giyenlerinde, rengarenk çiçekli fistanlarını giyenlerinde sayısı artıyor.
Yarım saat sonra arama noktasına varıyoruz. Arama noktalarında birikmiş binlerce insan… Tıkış tıkış… Garip!.. Oysa buralarda insanlar sabahın erken saatinde kutlama alanına gelir ve saat 11‘e kadar arama noktaları iyiden iyiye seyrekleşirdi.
Kadınların olduğu arama noktasına geldiğimizde insanların hiç ilerlemediğini fark ediyoruz. “Ne oluyor” demeye varmadan yanda duran bir polis minibüsünden anonsu duyuyoruz: “Bayan grubu, öne yığılmayın, böyle olursa aramayı durduracağız, kimseyi almayacağız.”
“Zaten almıyorsunuz ki!” diyor kadınlar. Bu arada kadınlarla arama kabinleri arasında polis kalkanları ile örülü duvarı görüyoruz. Bir süre sonra kabinlerin perdelerinin nerede ise hiç açılmadığını, yer yer birinin açılıp diğerlerinin durduğunu fark ediyoruz. Yandaki beyaz polis aracı mütemadiyen anons geçiyor, yer yer azarlarcasına konuşuyor.
Birden yandan gaz fişekleri atılıyor, etraf duman! Öksürüyoruz. Bebeklerin, çocukların ve yaşlıların olduğu kalabalıkta önce hafif bir panik oluyor, kadınlar hızla sakinliyor. Bu arada birileri bayılıyor… Çocuklar, bebekler ağlıyor… Gençler slogan atıyor… Kalabalığın üçte ikisinin genç kadınlardan oluştuğunu fark ediyorum.
Gazın ardından arkamıza dizilen iki tomadan tazyikli su atılıyor kalabalığın üstüne. Hava soğuk. Çocuk ağlamaları artıyor. Sessiz ağlayan korkmuş çocuk yüzleri ta içime dokunuyor… Az sonrada plastik mermiler atılıyor. Aklıma o hengame de Mehmet Uzun’un sözleri düşüyor;
“ve bağırdı annem tam kapıdan çıkarken,
yüreğini ört insanlar soğuk, üşürsün!”
Ağlayan çocukları, tedirgin kadınları panikleyenleri teskin ederken buluyoruz kendimizi. “Erkekler barikatı yıkmış geçmiş” diyor birileri. “Bunlar bizi korkutup kaçırmak için, hiiççç bir yere gitmiyoruz,“ diyor kimileri. “Yılalım diye yapıyorlar, yılmıyoruz, gitmiyoruz!” diyor başkası. Bir kısmı da polisin provoke etmeye çalıştığını, oyuna gelmeyeceğini söylüyor.
Kararlı, hiçbir yere gitmeyen kalabalığın sayısı arttıkça artıyor. Bir ara arama noktalarının ardındaki kalabalığın en az Newroz alanındaki kadar yoğun olduğunu fark ediyoruz.
Arama noktalarının çaprazındaki boş arsada ateşler yükseliyor. İçeriye alınmayacağını düşünenler kendi Newroz ateşini yakıyor. Halay, stran sesleri geliyor. Bizim kalabalık ise slogan ve şarkılarla yer yer yönelimlere direnç gösteriyor. En çok da “Diren ha Diyarbekir diren..” şarkısı söyleniyor…
Birden önde “Kadına şiddet var” ,“kadına şiddete hayır” sloganları duyuyoruz. Sonradan öğreniyoruz ki öndeki kadınlardan birini polis itip tokatlamaya kalkmış. Kadında yanıt vermiş.
Bir yandan kalabalığı, ağlayan çocukları sakinleştirmeye çalışıyoruz, bir yandan da gözümüz arama kabininde. Yer yer duruyor aramalar. Yer yer de 9-10 kabinden ancak bir tanesi 15-20 dakika aralarla açılıyor.
“Allah aşkına bunlar kabinde ne yapıyor” diyorum. İşi espriye vuruyoruz; “Bize en beceriksiz polisler mi düştü acaba?” deyip gülüşüyoruz. “Belki de iş yavaşlatma eylemi yapıyorlar, söyleseler de eylemlerine destek versek …”
Harbiden o kabinlerde ne oluyor? Niçin eşek ölüsü ağırlığında işliyor? Orada neler yapılıyor? Bu soruların yanıtlarını kabine girdiğimizde maalesef alıyoruz!.. Yanımdaki kadın arkadaşı ile telefonda konuşuyor; “Biz daha arama noktasındayız…hee… Şu konuşup duran arabanın yanındayız…” Seslere polis minibüsünün “Bayan grubuuu…” anonsu karışıyor.
Saat 11’den bu yana süren bekleyişimiz, nihayet saat 2’ye doğru arama kabinlerine varmamızla bitiyor.
Kalkanlı barikatı geçiyorum, önüme çıkan kadın polis üstümü arıyor. Arama noktasında işler uzamasın, sorun çıkmasın diye pek çok kadın gibi yanımda çanta bile getirmiyorum.
Sonra brandalarla sıkı sıkıya çevrili bir kulübemsi yere geçiyorum. Tuhaf geliyor. Orada bulunan kadın polisin olağan arama yapacağını sanıyorum. Açıyorum kollarımı. Üstümü aradıktan sonra kadın elini yakama atıyor; elbise yakamı aşağıya çekiyor, içimi, çıplak bedenimi görmeye çalışıyor.
Tutuyorum eli; “Ne yapıyorsunuz siz?” diyorum. “Bu taciz, farkındasınız değil mi?…Beni taciz edemezsiniz!…”. Kadın polis hak veriyor ama “emir böyle” diyor.
Sabahtandır tuttuğum öfke, sinir resmen boşalıyor; “Hiçbir güç size taciz etme talimatı veremez! Hiçbir yetkili sizden yurttaşı taciz etmenizi isteyemez! Bu suç! Hiçbir amiriniz sizden suç işlemenizi isteyemez?…” diyorum. Amirini istiyorum. Bir erkek polis geliyor. “Haklısınız” deyip duruyor.
Kendimi o arama esnasında canım çocuk Kemal Kurkut’un isyan anındaki gibi hissediyorum. Hani, “Nereden bilelim canlı bomba olmadığını” deyip elle aramaya rağmen polisin, tişörtünü kaldırıp çıplak bedenini görmek istemesine dayanamayıp, tişörtünü soyup, üstü çıplak olarak koştuğu o andaki gibi.
Kızgınlığımı atamadan İkinci bir arama noktasına daha varıyorum, her şey gayet gayri insani ve gayri ahlaki!…
Newroz alanına geçiyorum. Kadınlarla konuşuyorum; her 5 kadından 3’ü göğüsleri sıkılarak, içlerine bakılarak kimi de eteği kaldırılarak arandığını söylüyor. Kadınların çoğundan ayakkabısının çıkarılması istenmiş. “Bu bir kitlesel taciz” diyorum. 1990’ların köy meydanlarına toplanan köylülere yapılanları, Cezaevlerini anımsıyorum.
Gayri ihtiyari “Newroz’u illa da doğuşundaki gibi kutlattınız ya, kendinizi Dehak, bizleri de Kawa yaptınız ya, Allah sizi bildiğiniz gibi yapsın, yaşattığınızla yaşatsın” diyorum. Amedlilerin tüm tahrikkar tutumlara, çok daha kötü durumların yaşanmasını mümkün kılan yönelimlere karşın gösterdiği olgunluğa, vakarlığa minnet duyuyorum…
Böylece devlet marifetiyle bir Newroz bayramını milyonlar direnmek zorunda kalarak, bir direniş bayramı olarak kutlamış oldu. Barış bayramı olarak kutlayacağımız zamanlar yakın umarım…. Newroza we Pîroz be!