Ekolojik yıkıma karşı mücadele eden küçük küçük çoban ateşlerini birleştirmek ve bu saldırılara karşı birlikte mücadeleyi örmek amacıyla yola çıkan kervanların altıncısı geçen hafta Çukurova’daydı. İklim Adaleti Koalisyonu gönüllüleri Cop27 ile eş zamanlı olarak Antakya’da buluştu.
Hatay’a vardığımız ilk gün aldık haberi. 14 yaşındaki mevsimlik tarım işçisi Fidan Tunç bulunmuştu. Ailesiyle birlikte Suruç’tan çalışmak üzere geldiği Erzin bahçelerinde kaybolmuş ve günler sonra meyvelerini topladığı ağaçların birinde asılı bulunmuştu cansız bedeni! Fidan’ın fotoğrafını bulup yüzündeki ifadeye bakın ve onu bir ağacın dalında düşünün lütfen…
Antakya’da sanayi atıklarıyla öldürülen Asi Nehri’nin sesi olmakla başladı yürüyüş. İki temel slogan, “Havama Suyuma Toprağıma Dokunma!” ve “İklimi Değil Sistemi Değiştir!” daha sonra gidilen her suç mahallinde bolca haykırıldı. Biz bunlara bir tane daha ekledik: “Kömür Değil Şalgam-Ölüm değil Yaşam!”
Samandağ’daki 300’e yakın kuş türüne ev sahipliği yapan Milleyha Sulak Alanı’na göz dikildiğini, kepçelerin sazlıklara ettiğini yöredeki gönüllülerden dinleyerek gördük. Aslında mevzuata göre korunma görevi mülki otoritelere verilmiş olan ama bu görevi, sadece iktidara yakın sermayenin işini kolaylaştırmak olarak anlayan devlet görevlilerinin kulaklarını çınlattık. Belki kuşlara bir fayda sağlar diye buranın, “Derhal 1. Derece Sit Alanı” ilan edilmesi gerektiğini haykırdık. Beyaz balıkçıllara el salladık…
Daha sonra Dörtyol’da yöreye has konukseverliğin örneklerini yaşayarak bir soluk aldık. Bölgeye ilk kez gelenler sanki başka bir ülkedeymiş duygusu yaşadılar önce. Ama Erzin’e vardığımızda suratımıza çarpan doğa talanı çok da uzaklarda olmadığımızı anlatmaya yetti! Dr. Sadun Bölükbaşı’nın 20 yıldır verdiği mücadeleyi, teknik detaylarla ve kimi hukuk kazanımlarıyla 4 tane daha kömürlü santral inşaatının nasıl engellenebildiğini öğrendik. Bunlar da faaliyette olsaydı, sanırım Adana ve çevresi şu anda senenin 236 gününde Türkiye’de belirtilen sınır değerin 2 katı kirli havayı bile arardı… Sadun Hocanın detaylı anlatımlarını henüz internetiniz varken “adanayatemizhava.org” sitesinden bulup izlemenizi öneririm.
Yeşil Deniz Kaplumbağalarının, doğdukları kumsallara 25 yıl sonra ergenleşince ve artık etçilliği terk edip otçul olarak dönüp yumurtlamaya çalışmaları, deniz çayırlarını tıraşlayarak gelişmelerini sağlamaları ayrı bir serüven. Bu sahile plastik üretim fabrikası kurmaya kalkanlar plajları için direnen halka “Az öte gitsinler sorun kalmaz!” demiş. Ve dilimize bir slogan daha katılıyor:
“Az öte gitmeycez!”
Bir sonraki gün Yumurtalık sahillerinde buluşmak üzere Erzin’den ayrılırken, bir mandalina ağacının bana anlattıkları ise onunla benim aramda kalsın…
Akkuyu Nükleer Santral inşaatı, ABD’ye verilen İncirlik gibi, bu kez Ruslara sunulan çok geniş bir bölgeye yayılıyor. Ve artık sadece nükleer felaketleri değil, savaşları, çatışmaları ülke topraklarına davet eden bir üs olma yolunda. Tabii ki aynı şekilde toprak hangi ülkenin sermayesine peşkeş çekildiyse sahibi oymuş gibi, devletin polisi, jandarması, halkı buralara girmekten menediyor. Uzun yokuşu yürüyerek çıkıp santralın kapısına dayanan Nükleer Karşıtı grubu İncirlik’tekiler gibi badem bıyıklı bir “güvenlikçi” karşıladı. Arkasında konuşlanmış jandarmayla, basın açıklamasının ancak dışarıda yapılabileceğini söylerken, yüzündeki sinsi tadı saklayamıyordu üstelik. O nedenle daha çok O duysun diye haykırdık:
“Nükleere inat, yaşasın hayat!”
Kervanın 3’üncü ve son günü Adana’dan Yumurtalık sahillerine “Olay Yeri İnceleme“ önlüklerimizle vardık. Gerçekten Yumurtalıktan Samandağ’a kadar bu cennet körfez tam bir suç mahalli. Sugözü ve Hunutlu kömür santralları kardeş kardeş zehir saçıyor. Devasa bacalardan çıkan dumanın kömür gibi kara değil, beyaz görülmesi ise katılan kireçtenmiş ben yeni öğrendim.
Devlet, Hunutlu-Sugözü sahilini kaplumbağalardan alıp Çin Devlet Sermayesine sunmuş. Böylesi doğal yaşamın yumurtlama, üreme alanlarının enerji yatırımlarına açılmasına izin vermeyen Bern ve Barcelona anlaşmalarında da imzası var üstelik! Gemilerle gelen ithal kömür burada elektriğe dönüştürülüp bize satılıyor. Şaka değil, her biri yılda 3 milyon ton kömür yakıyor.
Bir de ticari maliyet hesaplarına bakıldığında o kadar verimsiz ki, para da kazanamıyorlar. Aslında şu anda kapansa şirket, daha karlı bir adım atmış olacak. Ama başka ihalelerle voliler vuracağı umuduyla devam ediyor, Çin SPIC şirketi. Bir de yumurtlama alanına yaptıkları kötülüğün üzerine tüy dikmiş: İnanmayacaksınız diye fotoğraf çektik. Deniz kenarına astıkları tabelada “DENİZ KAPLUMBAĞALARINI VE DENİZ EKOLOJİSİNİ KORUYUN!” yazıyor!
Çok ilginç bir detay da, anlaşmalara aykırı olarak enerji yatırımına verilen iznin iptali için açılan davada mahkeme heyeti, başka kimseyi bulamamış da, şirketin maaşlı danışmanı (aslında bir anlamda suç ortağı) Prof. Oğuz Türkozan’dan görüş talep etmiş. Yasaların ardına dolanmalarında “bilim” de sermayenin yanında yani! Yan kaplumbağalar yan…
Yeterince içimiz kararmıştı aslında ama Adana Tabip Odası’nın halk sağlığı için yıllardır mücadele yürüttüğü çöplüğü görmek şarttı. Avrupa’dan gelen çöpleri tarım alanlarına öylece döküp, üzerini kapattıkları toprakta buğday hasadı yapmak da bizdeki Sülün Osman uyanıklığı olsa gerek. Çöpleri ham madde olarak getirdikleri iddiasındaki üçkağıtçılar o zaman neden buralara attıklarını izah edemiyor elbet.
İnsanın bu toprakların mitolojisindeki Dafne gibi peşindeki Apollondan kurtulmak için toprak anadan bağrını açıp kendini içine almasını isteyesi gelir. Toprak ana, Fidan’ı da Dafne gibi bir ağaca dönüştürüp yavaş yavaş köklerini içine alıp sarmalamıştır mutlaka. Apollon aşkına karşılık vermeyen Dafne’nin ağaca dönüşen bedenine sarıldığında, hala atan yüreği duymuştu. Fidanın yüreği de bütün mandalina ağaçlarında atacak.
Sermayenin doğaya karşı, her türlü kimyasal silahı kullanarak kepçelerle dinamitlerle ve hiçbir kuralı takmadan yürüttüğü vahşi bir savaş bu. Ağaçların, derelerin, ormanların kaplumbağaların elinde ise kendilerini savunacak hiçbir silahları yok. Onların isyanı olmak bize düşüyor…
Bahadır Altan kimdir?
Hava Harp Okulu’ndan mezun oldu. Hava Kuvvetleri, Anadolu Üniversitesi SHYO, THY ve Pegasus’ta pilotluk ve öğretmenlik yaptı. 12 Eylül döneminde üsteğmen rütbesindeyken iki kez gözetim altına alındı. THY’den sendikal çalışmaları nedeniyle işten atıldı, Gökkuşağı Hareketi adıyla sendikal bürokrasiye karşı alternatif bir model kurarak mücadele etti. Çözüm Süreci ve sonrasında barış mücadelesinde aktif rol aldı. İki dönem Barış Bloğu’nun eş sözcülüğünü yürüttü. ADAM-Der üyesi. Airkule’de havacılıkla ilgili yazılar yazdı, halen Gazete Karınca’da yazıları yayımlanmakta.