Adana, deprem bölgelerine gönderilen yardımların ve yaralıların tedavisinin yapıldığı merkez haline getirildi.
Yaralılar araçlar, minibüsler, ambulanslar ve kimi zaman da helikopterlerle Adana’daki hastanelere getiriliyor.
En yoğun hastanelerin başında ise Adana Şehir Hastanesi geliyor. Hastanenin önü yaralı ve yaralı yakınlarını bekleyen depremzedelerle dolu.
Hastanede sıra beklerken konuştuğum Hatay’ın bir köyünden geldiğini söyleyen yaralı depremzede, sarsıntı sırasında evinden kendi imkanlarıyla çıktığını anlatıyor. Yakınlarının bir kısmının hala enkaz altında olduğunu ve artık onların sağlığına dair umudunun azaldığını paylaşıyor.
Antakya’dan gelen başka bir kadın ise omurgası kırılan ve sedyede yatan 14 yaşındaki kızı ve deprem anında merdivenlerden düşen küçük çocuğuyla, tedavi sırası bekliyor. Ablasının yaşamını yitirdiğini, yeğenlerinin ise hala enkazda olduğunu anlatırken gözleri doluyor ve “Onları oradan çıkaracak kimse yoktu” diyor.
Yaralı kızını depremden 4 saat sonra kendi imkanlarıyla çıkardıklarını söyleyen Hataylı bir kadın da ameliyathanenin önünde çocuğundan gelecek haberi bekliyor. “Ölüyorsun kurtuluyorsun ama gözlerini açıyorsun ölmemişin ama üzerinde duvarlar var ve yardım eden yok en kötüsü bu” diyor. Hala enkaz altında çok insan olduğunu belirten kadın, “Sesleri duyup yardım edememek nasıl bir duygu anlatamam” ifadelerini kullanıyor.
Yine Hatay’dan gelen bir yaralı ve yine aynı hikaye… Başka hayatlar aynı hikayelere bağlanıyor. Hemen hemen hepsi profesyonel bir kurtarma ekibinin yokluğuna sitem ediyor. Enkazdan kendi ve yakınlarının yardımıyla çıkan insanlar, yaralı olarak çıkabildikleri için kendilerini ‘şanslı’ hissediyor. Yakınları ve sayısız insan hala enkaz altındayken yaralarından bahsetmekten çekindiklerini söylüyorlar.
Gönüllü olarak yaralılara yardım etmek için gelen Adanalı bir kadın ise kendi evlerinin de depremde evinin hasar gördüğünü söylüyor. Ama durumlarının iyi olduğunu ve bir şeyler yapabilmek için hastaneye koştuğunu anlatıyor.
Hastanenin önünde halkın topladığı gıda ve çocuk bezi yardımlarını, Kızılay gönüllüleri ve yardım ekipleri, ihtiyacı olanlara dağıtıyor. Gönüllü olarak kente gelen sağlıkçılar ise hastanedeki meslektaşlarının yönlendirmeleri doğrultusunda yaralılara koşuyor.
Hastanede enkaz altından çıkarılan çok sayıda bebek ve çocuk da var. Birçoğunun ailesi ya hayatını kaybetmiş ya da henüz kimlikleri tespit edilemiyor. Kimliği belirsiz yaralı ve cenazeler için hastanede bir birim kurulduğunu belirtiyor bir görevli. Bu kişilerin akıbetini öğrenmek için birime gittiğimizde ise hiçbir şekilde bilgi veremeyeceklerini söylüyorlar.
Ancak gönüllüler, bebekler için süt anneler arandığı ve pek çoğunun uzun süre enkaz altında kaldığı için hipotermi geçirdiği bilgisini veriyor.
Sağlıkçılar ve görevliler, yaralıların sayısına dair veriler ve bilgiler için başhekimliğe yönlendirme yapıyor. Ancak başhekimliğin kapısından girmek dahi mümkün olmuyor. Güvenlik görevlileri, talebimi sorup ardından Sağlık Bakanlığı’nın kesin emri olduğunu ve gazetecilerle hiçbir verinin paylaşılamayacağını söylüyor: “Valla sizin de emeğinize sağlık ama bakanlığın kesin emri var, içeri alamam.”
Kapı duvar olan başhekimlikten yeniden acil servise yol aldığımda bu kez molaya çıkan hemşirelerin yanına gidiyorum. Ancak onlar da bilgi veremeyeceklerini belirterek şunu söylüyorlar: “Veri paylaşımı yasak ama zaten o kadar çok yaralı geliyor ki şuan bir sayı versek bile birazdan değişir. Hepimiz canla başla çalışıyoruz, biz de günlerdir buradayız.”
Depremde yaralanan mülteciler ise Arapça bilen çevirmenler yardımıyla durumlarını anlatmaya çalışıyorlar. Özellikle çok sayıda genç gönüllü olarak çevirmenlik yapmak için hastaneye geldiğini söylüyor.
Hastanedeki akış hiç azalmıyor, giden ambulansın yerini hemen yenisi alıyor, tüm yataklar dolu, insanlar yakınlarından haber alabilmek için kapıların önünde kuyruk oluşturuyor.
Yaralılar ise kendilerini pek de ‘kurtulmuş’ olarak görmüyor. Akılları hala saatlerdir dondurucu soğukta enkazın altında olup yardım bekleyen veya yaşamını yitiren insanlarda…