Muş Alparslan Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Abdullah Kıran geçtiğimiz hafta Serbestiyet sitesine “HDP Kürtlere neden ve nasıl kaybettiriyor?” başlıklı bir yazı yazdı. Bir önemi yok ama Kürdoloji alanında söz kuran, Kürt bir prof olduğunu, özellikle belirtiyorum.
Aslında yazının içeriğini okumaya gerek yoktu, başlık zaten derdini net anlatıyordu; HDP’yi Kürtler cephesinde “zarar” olarak imleyen bir durum var. Bunu AKP, ulusalcılar vs. sürekli kullanıyor. Kimya dersinde geçen tabirle normal şartlar altında, yani sıfır derece ve bir atmosferde başlığa bakan herkes yazının AKP cilası olduğunu görür…
Yazının bundan sonraki kısmı içeriğe dair olacak, merak etmeyenler için kısa özet geçeceğim.
Prof. Kıran yazısını twitter adresinde paylaşırken “HDP, İYİ Partiye yaptığı ‘şirinliğin’ 1/10’nunu AK Parti’ye yapmış olsaydı, Kürtlerin dil ve kimlik hakları konusunda iyi bir yol alırdı ve Türkiye demokrasisine büyük bir katkı sunardı” diyerek paylaşmış. Bu akıl tutulması daha nasıl ilerleyebilir derken bir insanın düşebileceği en trajik hallerin sularında her türlü kulaç atılmış. Öyle ki MHP en başarılı parti, BBP zaten daha başarılı parti imiş. Perinçek’i zaten söylemeye gerek yok. “Kürtler tüm haklarından yoksun, bunun sebebi de AKP ile işbirliğine gitmeyen HDP” diyor. Kıran’a göre kıran kırana bir mücadele etmeye hiç gerek yok! NASA’dan tutalım Muş’a kadar yapılacak ne varsa AKP ile anlaşılırsa her şey rayında gider, hiçbir sorun kalmazmış. Yazarın çıkarımlarından da anlaşılacağı üzere evren AKP ile başladı, onunla genişledi ve onunla son bulacak. Ya AKP’ye destek verirsin ya da vermezsin! İşte tüm mesele bu!
Ha, şimdi sorsan kendisi de son derece bilimsel, objektif yazdığını, sosyolojik dinamikler üzerinden okuma yaptığını, gerçeklerin de bu olduğunu söyleyecektir. Söylemekle de kalmaz, TV denince Kürt tarihinin en Kürdewar, en faydalı, en mantıklı ve etkili yayınlarını yapan, kendisinin de sürekli çıktığı TRT 6’da da bunun psiko-sosyal gerçekliğini ifade eder uzun uzun…
Yazıyı biraz açmak iyi olacaktır. Çünkü bu yazıdaki argümanlar, satır arası söylemler HDP’ye alakalı alakasız sürekli sallamanın, yüklenmenin ve özce onu günah keçisi yapmanın da donelerini içeriyor.
En sonda söylenecek şeyi de baştan belirteyim:
HDP tüm hatalarından, çelişkilerinden, doğru ve yanlışlarından büyük bir oluşumdur. Haliyle ona bolca akıl dağıtırken tarihsel girizgahını ve öncelikle utanma duygusunu kaybetmemek gerekiyor. Gerçeklerin karşısında değil yanında yer almak gerekiyor. “Başkasının adına konuşma haysiyetsizliği” denen bir şeye de hele hiç ama hiç düşmemek gerekiyor.
Kendine aydın diyen biri, birinin adına konuşan kişi değil; konuşma şartları olmayan, elinden zorla alınan kişilerin/yapıların söz kurabilecekleri alan açmakla görevli kişidir. Görevi budur…
***
Yöntem olarak yazıda vurgulanan temel bağlamlar üzerinden, kısaca şerhler düşerek gideceğim.
Abdullah Kıran demiş ki;
1- Türkiye’de hiçbir zaman tek başına iktidar olamayacak, ancak izlediği başarılı politikalar nedeniyle hemen her iktidara ortak olan parti MHP’dir. Bu anlamıyla, kanımca MHP Türkiye’nin en başarılı partisidir. Türkiye’de yüzde 1 bile seçmen desteği olmayan Büyük Birlik Partisi, Türkiye siyasetinde HDP’den daha başarılıdır. Çünkü iktidar ile anlaşarak kadrolarını kamuda her tarafa yerleştirebildiği gibi, seçmen kitlesini iktidarın nimetlerinden faydalandırarak bir arada tutabilmektedir. Doğu Perinçek’in Vatan Partisi bile bu yönüyle çok başarılıdır.
İktidar ile ilişki içinde olmanın asgari bir ahlaki-politik sorumluluğu yok mudur? Yazara göre yok. Uzlaşma ve teslimiyet arasındaki ince çizgiyi de zaten görmüyor. Önemli olan, iktidar kimse neyse onunla ilişki içinde olmak. Oysa kötünün iyisini seçmek bile kötülükten yana karar vermek oluyorken, bu ehven-i şer dayatması nedir?
Sırf HDP siyasetini eleştirmek için karşısına başarı abidesi olarak MHP-BBP-Vatan partisini koymak, sadece bir siyasal hipermetropluk değil, art niyetli bir durumdur da. Nedir mesela BBP’nin başarısı? İlkesizlik, anti toplumcu tutum başarı ise tamam, başarılıdır. MHP’nin tarihi nedir, 70’lerden günümüze nasıl bir hat izledi, MHP bu toplum için neyi tasarlıyor? Neyi savunduğu ve bunun Kürt sorunu denkleminde oturduğu boyutlar da gayet açık iken, kendinden neden bu kadar ödün vermeye ihtiyaç duyar insan? Prof’umuz açıklamasa da burada tek bir şey akla gelir: O da kişisel çıkar…
Bu anlamda iktidarı kutsuyor, onunla olmanın, yanında yer almanın iyi bir şey olduğunu sanıyor. Aslında iktidarın yanında yer almaktan anladığı ve tam adını söylemediği şey, ki yazıda esas talep ettiği durum: İtaat etmedir.
Bu anlamda politikleşme yerine benzeşme, derinleşme yerine belleksizleşme, hatırlama yerine unutmayı talep ediyor Abdullah Kıran.
Fakat yetmiyor bu! Halklar, yapılar, kurumları iktidarsız düşünemiyor. Bunu istemeyen herhangi birilerini yok sayıyor. Geriye kendinden ödün veren bir uzlaşı kalıyor. Bir halk kendinden ödün vererek neden uzlaşsın? Bam teli bu sorunun cevabındadır. Çünkü örtük şekilde koşulsuz, anlamsız bir teslimiyet isteniyor…
Zaten yazar başarı ölçüsü olarak en başta bunu koyduğuna göre HDP’nin onun lenslerinde başarılı olma şansı var mı? Yok, olamaz…
Pedagog Paulo Freire “Baskı altında olanlar, baskı yapanın imgesini içselleştirdiklerinden ve onun çizgisini onayladıklarından ötürü özgürlükten korkarlar” diyor. Burada sadece özgürlükten korkma değil, onun sorumluluğundan kaçma da vardır.
2- HDP, temsil ettiği kitlelerin siyasi taleplerini hayata geçirme anlamında Türkiye’nin en başarısız muhalefet partisidir. Zira HDP, izlediği yanlış politikalar nedeniyle, yöneticileri ve seçmen kitlesini de mağdur etmektedir. Türkiye siyasi tarihinde, iktidara ortak olma şansını elde etmiş olup, bu fırsatı elinin tersiyle itmiş yegâne parti HDP’dir. Bugün eğer hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı, bir cüzzamlıdan kaçarcasına HDP’den kaçıyorsa, bunun sebebi ağırlıklı olarak HDP’nin yanlış politikalarıdır. HDP’deki Kürtlerin, parti politikasının belirlenmesindeki payı yüzde 10 bile değildir.
Merakımdan soruyorum! Söz konusu HDP olunca sallamak bedava ve bilimsel mi oluyor? Mesela HDP’deki Kütlerin politika belirlemedeki rolü %10 imiş. Bu veri hangi analizin sonucu, nereden çıktı, kaynağı nedir? Bu veriyi başka bir parti için de yazabilir mi? HDP’lilerin de bu yüzde ondan haberdar olduğunu sanmıyorum.
HDP’nin muhalefette ne kadar başarılı olduğu soru işaretidir. Şüphesiz eksiklikleri var. Kendileri de ifade ediyor çeşitli şekillerde. Mevcut muhalefet içinde ise tek muhalefetin HDP olduğunu söylemeye gerek var mı? Bu es geçilerek, kitlesini de mağdur ettiği ifade edilmektedir. Spectrum House’un en son yaptığı bir Kürt seçmen eğilimi anketi vardı. Orada % 96 dolayında “partimin arkasındayım her koşulda” diyor. HDP’nin kitlesini mağdur ettiği tezi de temelsizdir, iktidarın algı dilidir. Çünkü kendi partisini en sert şekilde eleştiren, eleştirileri bir şekilde karşılık bulan, sonuçlarından bağımsız, tek parti de yine HDP’dir.
3- Zaten HDP yöneticileri de her fırsatta Kürt partisi değil, Türkiye partisi olduklarını söyler. Sanki Kürtlerin Türkiye’de bir partisinin olması bir kabahatmiş gibi. HDP’nin gövdesini teşkil eden Kürtlerin talepleri bellidir. Ancak HDP yönetiminin öncelikleri farklıdır. HDP’deki Kürtlerin temel talebi, Kürt meselesinin demokratik zeminde siyasi bir çözüme kavuşturulmasıdır. (…) HDP yönetimin en çok vurgu yaptığı konu, Türkiye’nin demokratikleştirilmesidir. Ancak HDP’nin seçmen kitlesi olan Kürtlerin ne Türkiye’yi ne de Ortadoğu’yu demokratikleştirme gücü yoktur. Üstelik Kürtlerin derdi iktidarları değiştirmek değil, kendi sorunlarına çözüm üretecek iktidarla uzlaşmaktır. Kürtler, ancak kendi sorunlarına çözüm bulmakla Türkiye demokrasisine katkı sunabilirler.
Türkiye’de, sadece Amed merkezli onlarca “Kürt” partisi var. İddiası ile tüzük ve programı ile resmi olan yerleri ile aktif durumdalar. Peki bu partilerin neden bir karşılığı yok? Elbette bunun tartışma yeri burası değil. Fakat soru ortada dursun, öyle devam edelim.
İkincisi, bazı kavramları, “Türkiyelileşme” gibi, konuşabilmek adına öncelikle bazı ölçüleri netleştirmek gerekiyor sanki.
Mesela HDP, “ben Kürt partisiyim” demiyor. Doğrudan bir Kürt partisi değil. HDP’yi sadece Kürt alanına sıkıştırmak, oradan söz kurmasını istemek de devlet aklının işine yarayan bir şey. Bu durumun öncesi var, tarihsel bir okuması var. Politika, yönetim ve demokrasi kavramlarının çözümlenmesi, kırk yıllık bir mücadele sonrası gelişen bir sürecin adıdır HDP.
HDP, Kürt sorunu başta olmak üzere ülkedeki temel sorunların çözüm yöntemi, farklı kimlikteki ve inançtaki halkların ve toplulukların bir arada yaşamalarını sağlayacak siyasal amaç/yönetim biçimi olarak mevcut araçları/modelleri eksik gördüğü için radikal demokrasiyi benimseyen bir çıkıştır. Halkın gerçek manada yönetime ortak olmasını talep etmektedir. HDP demokratik siyaseti inşa etmek, politikayı demokratikleştirmenin yollarını açmak için kuruldu.
Bunun yanında “Türkiyelileşme”, hakkı verilerek yapılan bir tartışma değil. Bunun altını çizmekte fayda var.
Bir özne tayini işlemi midir, bir adlandırma faaliyeti midir? Nedir? En rijit çıkarımı Kürt’ün Türk olması gibi bir propaganda var. HDP lugatında da pek kullanılan veya parti politikalarında işlevsel bir tabir değil, hiç olmadı da.
Oysa bu kavramın çerçevesi Türkiye’deki siyasetin demokratikleştirilmesi ve dönüşümüdür. Ya da bu yönlü adım atılması ve ele alınmasıdır. Kürt ve Türklerin buluşma kavşakları iyi analiz edilmelidir. Çünkü Kürt-Türk ilişkilerini çözümlemek sosyolojinin belki de en zor konusudur. Türk-Kürt ilişkilerindeki tarihsel gerçeklik, günümüzde Kürt sorununun çözümü açısından tüm derinliğiyle anlaşılmak durumundadır. Türkiye’deki siyasi dengeleri yüz yıldır belirleyen en başat konu Kürt sorunudur.
Şüphesiz tüm bunların yanında HDP’nin Kürt sorununu gerçekte bir Türkiye sorunu olduğunu göstermesi, ortaya koyması ve tüm Türkiyeli halkları bu konuda aydınlatma gibi derdi de var. Bir misyonu da budur. Bugün kadına-gençliğe-emekçi kesime ve tüm ötekilere yönelik yaşanan bu travmatik sorunların altında yatan gerçeği gün yüzüne çıkarması gerekiyor. Aynı zamanda bu durumdan faydalanan iktidar mekanizması içinde, devletin ve toplumun çeşitli kademelerinde nemalanan her türlü derin yapıyı da teşhir etmesi gerekiyor. Bunun siyasi mücadelesi ve pratik karşılığında HDP gerçek manada Kürt sorunun çözümünde, Türkiye’nin demokratikleşmesinde gerçek rolünü oynayabilir. HDP’nin görevi sadece iktidar partisinin hatalarını, yalanlarını ve anti demokratik uygulamalarını dillendirerek ve mahşeri bir hesap isteminde bulunarak bunu sonuçlandırmaya çalışmak değil. Yani HDP faaliyetlerini tek bir kanaldan yürütemez, bileşenler de bunun için var. Kolektif aklı, onun etkisi ve ayırt edici özelliğidir.
Yaşanan tüm eksiklik ve yetmezliklere rağmen HDP fikriyatının toplumda tuttuğunu devlet çok iyi bildiği için tüm gücüyle saldırıyor. Türkiye’deki tüm halklara, inançlara ve ezilenlere hitap eden bir partiyi bir bölgeye sıkıştırıp, sadece bir Kürt partisi olarak göstermeye de çalışıyor. HDP’nin başına yıllardır neler geldi anlatmaya gerek yok.
HDP, Kürt karşıtlığı ve kendi değerlerine yabancılaşma üzerine kurulmadı. HDP, Türkiye ve Kürdistan halklarının mücadele birikimleri üzerine inşa edildi. Herhangi birinin inkârı HDP fikriyatının inkârı anlamına gelecektir.
Burada bir parantez açarak, HDP’ye neden bu kadar saldırı oluyor sorusunun da cevabı verilebilir belki… Toplum ve toplumsallığı yok etmek isteyenlere karşı dur dediği için, merkezi devlet anlayışı yerine yerel yönetimlere ve onun gücünü esas aldığı için, inkar ve asimilasyona hayır dediği için, toplumsal barış dediği için, demokrasi olmadan barış olmaz dediği için, daha az devlet dediği için, farklı toplumsal, inançsal ve kültürel kesimlerin özgür iradeleri ile ortak örgütlenme zemininde buluştuğu ve geleceğin eşit özgür yaşamını kurma mücadelesini verdiği için olabilir mi? Yazar için tüm bunların hiç anlamı yok.
Böylesi bir tablo içinde “HDP yönetiminin öncelikleri farklı’” diyen Kıran, tam olarak neyi kastediyor? Onun bildiği ama tek bir HDP’linin bilmediği ne acaba?
Diğer bir önemli durum, evet Kürtlerin bir derdi de iktidarları değiştirmektir. Kürtler iktidar değiştiriyor, değiştirdiler. Bunun büyük bedelleri oluyor. Mücadeleleri ile nice iktidar göçtü. Kürtlere doğru yaklaşmayan, çözümlemeyen herkes çözülür, çözüldü. Kürtlerin derdi iktidar ile uzlaşmak değildir, onları dönüştürmektir, dönüşmüyorsa da düşürmektir. Nihai kertede de bir siyasal parti olarak yönetime talip olmaktır. Bu neden bir eksiklik olarak ele alınıyor?
4- Türkiye’nin bir demokrasi sorunu yok, Türkiye’de demokrasiyi imkânsız kılan bir Kürt sorunu vardır. Türkiye’de iktidar ve yönetimle alâkalı tüm sorunların ana kaynağı Kürt meselesidir. Kürt sorunu çözüldüğünde Türkiye’nin demokrasi sorunu da kökten çözüme kavuşacaktır. Kürtler adına siyaset yapanların Türkiye demokrasisine en büyük hizmeti, Kürt meselesinin çözümü yoluyla mümkündür.
Bu maddeyi mola olarak aldım. Yazıda, yazının geneli ile çelişen birçok yer var. Bunlar da doğru tespitler olarak karşımıza çıkıyor. Bu satırlar gibi… Yazının bir yerinde de “O halde HDP, seçmen kitlesinin meşru ve makul taleplerini çok iyi formüle ederek, şimdiden herhangi bir tarafa angaje olmadan, bu meşru ve makul talepleri hayata geçirmeye yakın iktidar adayı blok veya ittifak ile işbirliğine hazır olmalıdır” diyor Kıran. Burada da HDP’nin temel stratejisi olan 3. yolu tarif ediyor aslında. O halde hem “şimdiden herhangi bir tarafa angaje olmadan” hem de her konuda AKP’ye angaje olarak, iktidar ile uzlaşarak nasıl bir yol izlenecek, nasıl başarılı olacak HDP?
5- HDP, “Biz çözüm için her yola başvururuz. Baldıran zehrini içmekse, biz o baldıran zehrini içeriz, yeter ki bu ülkeye huzur gelsin” diyen bir muhatabın elini güçlendirmek ve iktidarını daha da pekiştirmek için var gücüyle çalışmalıydı.
Bu muhatap şu an tüm topluma baldıran zehri içiriyor. Kendi konforlu alanından söz kurulunca mı toplumsal krizler, intiharlar, kaçışlar ve kıyamet tablosu görülmüyor?
O sürecin gerçeklerinin ne olduğuna dair de şu yazıyı buraya bırakıyorum.
6- Şayet HDP, Kürt meselesinin çözümünü odak noktası olarak alıp bu eksende makul politikalar sürdürseydi, o zaman diğer partiler de bir cüzzamlıdan kaçarcasına HDP’den uzaklaşmazdı.
Gerçekten ilginç. Herkes fili tarif eder gibi HDP’nin bir yerinden tutuyor. HDP’ye getirilen eleştirilerden biri de Kürt sorununa dair harcadığı zaman! Hatta diğer partiler de bundan ötürü kaçıyor çoğu zaman. Yazara göre tersi bir durum var. Fakat buradan da çıkacak sonuç şudur: HDP’yi takip etmiyor. Ana akımdan çıkan HDP haberlerine göre HDP yorumu yapıyor.
Bunu nereden anlıyoruz? HDP’nin Kürtçe seçmeli derse destek vermediğini, anadilde eğitimin önünde engel olduğunu, Kürt dili için herhangi bir Kürdün kapısını çalmadığını iddia ediyor. Buna cevap vermek anlamsız. Bunu söylemek gerçeklerle bağdaşmıyor.
7- “Seni başkan yaptırmayacağız” gibi bir sözü, ana muhalefet partisi CHP’ye de değil de HDP’ye söyletenler, Kürt seçmenin evini yıktırdı, Türkiye demokrasisini de enkaz altında bıraktı. Oysa zavallı Kürtlerin en önemli talebi, dillerini ve kimliklerini koruyabilecek herhangi bir hükümet sistemiydi. Başkanlık veya parlamenter sistem bir yana; eğer padişahlık sistemi Kürtlere ana dilde eğitim hakkı sunuyorsa, o zaman Kürtlerin padişahlık sistemini istemeleri gerekirdi. Hem Kürtler, ana dilde eğitim hakkına sahip oldukları Osmanlı padişahlık sisteminde daha mutlu ve kişilikli bir yaşama sahip değiller miydi?
Seni başkan seçtirmeyeceğiz ve sonrasındaki gelişmeler halen tartışılıyor. Bu konunun zaman ve bağlamına dair çeşitli eleştiriler mevcut. Fakat mevzubahis durum bu alana sıkıştırılarak, her şey bu sözün sırtına atılarak anlaşılamaz, çözülemez.
Şöyle ki, Kürt sorunu dediğimiz meseleyi müesses nizam katında sadece bir dil sorununa, temel haklar sürecine indirgeyemeyiz. Çünkü Kürt sorunu “Kürtlerin anavatanlarının parçalanması ve inkârı, toplumsal gerçekliklerinin derinden bölünerek kendileri olmaktan çıkarılmaları, siyasi iradelerine ket vurulması, devletlerin inkârcı ve imhacı yöntemleri karşısında boyun eğmeye zorlanmaları, ekonomik ihtiyaçlarını gidermenin öz kimliklerinden vazgeçme aracına dönüştürülmesi, kültürel ve ideolojik varlık haline gelmelerine fırsat ve yasal statü tanınmaması, çağdaş eğitim araçları ve uygulamalarından mahrum bırakılmaları, tüm bu alanların bütünleşik uygulamalarıyla öz varlıkları ve kimliklerinin yok sayılması Kürt sorununun temelini oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle Kürt sorunu bir ulusal sorun değil, ulus olmaktan çıkarılma sorunudur.”
HDP ve onu doğuran toplumsal ihtiyaçlar bagajına hakikatle yaklaşmadan mesele anlaşılamaz. Elbette politikada esnek, ilkede katılık esas alınarak pek çok ittifak, anlaşma vs. kurulabilir. Siyaset yürütülebilir. Fakat taktiksel olanı, stratejik olan ile karıştırmamak gerekiyor. Yazarın içine düştüğü bir hata da bu!
Osmanlı İmparatorluğu döneminden başlamak üzere Cumhuriyet, Kürtlere verilen yerel özerklik ve 1921 Anayasası süreci, inkara dayalı yeni sürecin devamı olarak Şark Islahat Planı ve Kürt isyanlarına güvenlikçi çözüm, sessizlik süreci ve devamında gelen 60, 70, 80 darbeleri, 1982 Anayasası ve Kürt sorununun hepten çözümsüzlüğe itilmesi, 90’larla şiddet sarmalının dönüşü ve bir çıkış olarak 1993’ten 2013’e çözüm arayışları… Bu serencam içinde egemenin yaklaşımı, durumları nasıl ele aldığı ve yorumladığı çözümlenmedikçe “Kürtler kişilikli bir yaşama” sahip olamazlar. Bu kendini kandırmadır.
***
Yazıda daha alıntılanacak birçok yer var, tekrar olmaması açısından almıyorum.
Bu ve benzeri yazılar; özellikle belli bir sorumluluk ve mevkide olanların iştahla yazdığı yazılar Nazi dönemindeki “Gleichschaltung” tartışmalarını hatırlatıyor. Hani iktidardan yanılgılı bir pay alma uğruna “koordine olanların” durumu! Fakat daha hazini, bununla yetinmeyip o iktidara gerçekten inanmış olanların durumuydu.
Hannah Arendt “Gleichschaltung” üzerinden, “kişinin kendini güvenceye almak ya da iş bulmak için değişen iktidar politikalarına ve ortama teslim olmasını” eleştiriyordu. Ayrıca, bu terim ve içerdikleri sadece kendileri ile ilgili bir eksende kalmıyor, “Nazilerin tüm sivil, siyasi kurum ve örgütleri Nazi örgütlerine dönüştürme politikasını” da anlatıyordu. Bugün AKP’nin tüm düşünce iklimini kurumsallıklara akıtmak ve bunun için çalışmak da benzeri bir süreçtir. Çünkü hegemonik güç odur.
Yazar ve ifade ettikleri, siyasal süreç açısından “anlaşılır”dır ama kişisel süreç açısından değil. HDP’ye bu kadar rahat ithamlarda bulunmanın az da olsa etik bir çerçevesi olmalı diye düşünüyorum.
Yazının başlığındaki soruya da gelirsem, cevabı basit: Yüklediği bir sorumluluk yok, tüm aşınmanın sebebi bu…