İstanbul, Mardin, Muş, Kars, Iğdır, Ağrı ve Bingöl gibi bölgelerde gezerken bizzat duyup gördüklerimden ve seçim sonuçlarını analiz etmeye çalışan bazı dostlarımla yaptığım sohbetlerden anlayabildiğim kadarıyla HDP’nin Kürt ağırlıklı kimi taraftarları arasında “öfke, kızgınlık, bezginlik, karamsarlık ve umutsuzluk” gibi tepkiler görülüyor.
Oysa hayal kırıklığına kapılmanın, darılıp uzaklaşmanın, küsüp oy vermekten vaz geçmenin hiç zamanı değil. İkinci turda tek çare, inadına ve daha kararlı bir şekilde sandığa gidip oy vermektir. Tersi yapılacak olursa “zalimden, ezenden, sömürenden, belalıdan” kurtulmak yerine ona hizmet edilmiş olunur.
Kaleme aldığım bu makalenin, seçimdeki oy dağılımının kimi sebeplerine ışık tutacağını umuyorum.
Seçimin ilk turu sona erdi ama henüz her şey bitmedi. Birinci turda milletvekili seçimleri için hazırlanan sandıklardaki oy sayımı ve tasnifi sırasında bilhassa Yeşil Sol Parti’ye çok haksızlık yapıldı. Bu partinin oyları, başta MHP-AKP ve HÜDA PAR olmak üzere onun müttefikleri olan Türk-İslamcı partiler ile az da olsa muhalif saflardaki bazı sosyalist partilerin (Sol Parti, Halkın Kurtuluşu Partisi gibi) hesabına yazdırıldı. Başından beri tasarlanmış olan böyle bir seçim planı neticesinde MHP yüzde 10 oranına kavuşturuldu; HÜDA PAR dört milletvekili çıkardı ve ATA İttifakı cumhurbaşkanı adayı Türkçü-Turancı Sinan Oğan yüzde 5 üzerinde oy aldı.
Başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’nın aymazlığı, duyarsızlığı, gevşekliği, tedbirsizliği ve devlet gücüyle çalışan AKP-MHP iktidarı ile bu iktidarla özdeşleşmiş bazı devlet kurumları sayesinde yukarıda bahsettiğim seçim sonuçlarıyla oynama planı kolayca uygulanabildi. Seçim ve ötesine ilişkin HDP’nin doyurucu bir stratejisinin olmaması, yakın ve uzak öngörülerde bulunmasını önlemiş olmalı ki “Ankara merkezli kulisler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim öncesinde çok rahat olduğundan bahsediyorlar. Acaba Erdoğan’ın cebinde yeni sürprizler mi var?” yolundaki soruma Eş Genel Başkan Prof. Mithat Sancar, şu cevabı vermişti: “Erdoğan değil şapkadan tavşan çıkarmak, tavşandan şapka çıkarsa bile kimse ona aldırmaz ve halk yaptıklarına kanmaz!”
Doğrusu moral ve iman tazeleme kabilinden verilen böyle bir cevap beni tatmin etmediği gibi şaşırtmıştı da. Oysa Erdoğan’ın kötü sürpriz sayılabilecek seçim hamlelerinden büyük bir kısmı muhalefeti başarısız kılmaya yönelik taktiklerdi. Ancak kitleler nezdinde olumlu karşılanan sürprizleri de oldu. Mesela EYT ve genelde emeklilere tanınan yeni maddi imkânlar ve asgari ücretin yükseltilmesi ile depremzedelere yönelik bazı yardımlar… Ekonomik sıkıntılardan ötürü günü kurtarmaya bakan yoksul kesimler, oy tercihini genel anlamıyla Erdoğan’dan yana kullandılar.
Yunanca ‘politika’ kelimesi hayatı anlayıp tartışmak demektir. Bu manada politika yapılamamıştır. Bu açıdan bakıldığında Millet İttifakı ile Emek ve Özgürlük İttifakı’nın süreci iyi okuyup yeterli bir seçim stratejisi, planlaması ve örüntüsü yaptığı söylenemez. Rakibini küçümsemek bir yana, onu iyi tanıyamadıkları gibi kendilerini de iyi tanıyamamış görünüyorlar. Yurtsever bir dostumun deyimiyle onlar: “Beklentilerini pratiğe dökemediler, yerelci olamadılar. Ayaklar yere basmadığı için de karşı dengeyi kuramadılar…”
Öte yandan Anayasa Mahkemesi’nde açılan dava neticesinde resmen seçim sahnesinden çekilen, aslında bir anlamda kanun kuvvetiyle siyaset meydanı dışına çıkarılan HDP, Yeşil Sol Parti (YSP) adı altında seçime katılmak zorunda kaldı. Bunun sahadaki anlamı şudur: Birkaç yıldan bu yana devam eden operasyonlar nedeniyle yaklaşık 11 bin HDP kadrosu hapiste tutsaktır. Bir o kadar HDP’li politikacı, kadro, üye veya taraftarı hakkında yargı davaları sürmektedir. Dolayısıyla HDP’nin Kürt il ve ilçelerindeki şube yöneticileri sayıca çok azalmıştır; kalanların halka ilişkileri kuşatılıp kopartılmıştır veya onlar halktan kopacak kadar bürokratik bir hantallık içine düşmüştür. Ayrıca haklarını da teslim etmek lazım; tam da seçim arifesinde sandığa sahip çıkabilecek pek çok avukat ve gönüllü taraftarları gözaltına alınmıştır.
Biraz da seçim öncesi ve sürecinde yapılan hatalara değinmeliyim: HDP’nin daha önceden hazırlanmış bir seçim strateji yoktu. Hâlbuki daha önceki seçimlerde bu partinin seçim politikası ve stratejisini içeren yaklaşık 90 sayfalık bir kitapçığı vardı. Ayrıca 30-40 sayfalık seçim şemasında her ilde ne kadar oy alındığına dair çizelge ve grafikler yer alıyordu. Bu çizelgeler, üç farklı seçimde hangi bölgede ne kadar oy alındığını gösteriyordu. Bu sefer böyle bir kitapçık/broşüre rastlayamadım.
Dolayısıyla da merkezi seçim komisyonu, neredeyse hafızasız bir şekilde kendi kafasına ve mizacına (bir anlamda kafa kol ilişkilerine) göre aday belirlemesi yaptı. Eğilim yoklamalarını içeren ve yerelden merkeze gönderilen raporlar, büyük ölçüde okunmadı; okunanlar ise dikkate alınmadı. Bu da neredeyse geleneksel bir hal alan yanlış aday belirlemelerine yol açtı. Her il özelinde bu hususta baş gösteren itiraz, tartışma ve rahatsızlıklar yerel gibi gözükse de Türkiye geneli ve bilhassa Kürt illerinde bu durum yaygın bir eğilime dönüştü.
İktidar partisi-devlet aygıtının HDP’nin oylarını büyük ölçüde azaltmaya yönelik oy kaydırmaları ile geçersiz oyların çokluğuna yönelik hamleleri parti yönetimince belki fark edilmişti ama boyutu kestirilip gerekli karşı tedbirler alınamadı. Kuşkusuz her yönüyle kuşatılmış olan HDP-YSP, tek başına bu oyunlarla başa çıkamazdı. Ancak dirsek temasında olduğu CHP, DEVA, SAADET ve GELECEK gibi partilerle sandık görevlileri-müşahitleri ve hatta aday gösterme sırasında koordinasyon-ortak planlama-işbirliği ciddi biçimde ele alınabilirdi.
Mesela Iğdır’da aday gösterilen CHP adayına giden Millet İttifakı oy toplamı 13 bin dolayındaydı. Kazanamayacağı belli olan bu aday için CHP yönetimiyle ortaklaşa bir formül bulunabilseydi, YSP 2 milletvekili kazanabilir, 1 milletvekili AKP’ye gitmezdi.
1 milyon 39 bin olarak belirlenen geçersiz oyların yüksek olmasının nedenlerinden biri de bilhassa Yeşil Sol Parti (YSP) seçmeninin iyice bilgilendirilmemiş olmasıydı. BİR OY YEŞİL SOL PARTİ, BİR OY KILIÇDAROĞLU İÇİN şiarıyla sandığa giden Kürt seçmen ne yazık ki Kılıçdaroğlu’na oy verirken, aynı zamanda CHP’ye de EVET mührünü bastı. Benzer biçimde Yeşil Sol adından sadece SOL kelimesi aklında kalan seçmen, Batman gibi bölgelerde bile Sol Parti’ye oy verdi.
Geçen yıl Doğu Masası eski sorumlusu CHP milletvekili Oğuz Kaan Salıcı’yı uyarmıştım: “Hazıra konmayın! Doğudaki HDP seçmenini kendinize çekmek için uğraşmanın bir anlamı yok. Zira Millet İttifakı ile HDP oylarının hepsi de muhalefet havuzundadır. Aynı havuzun bir yerinden diğer yerine su aktarmak kazanç sayılmaz. İş odur ki siz AKP saflarındaki Kürtleri yanınıza alabilesiniz…”
Görebildiğim kadarıyla Kahramanmaraş milletvekili Ali Öztunç bu öneriye uydu. Oylarının kaynağını tam bilmesem de muhalif oyları 35 binden yaklaşık 100 bine çıkarmayı başardı. Maalesef CHP’lilerin çoğu uyarılarıma kulak asmadılar; bencilce davranarak Kars, Iğdır, Ağrı, Van, Bingöl, Gaziantep, Urfa ve Diyarbakır gibi yerlerde umdukları iki milletvekili yerine Kars, Van, Urfa, Diyarbakır’dan birer milletvekili çıkardılar, diğer yerlerde kaybettiler.
Ayrıca HDP yönetiminin Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklaması, kendi tabanını oluşturan Kürt seçmende şöyle bir algı yarattı: “Artık bir ve beraber sayılırız. Sadece gönlümüz değil, kapımız da Kılıçdaroğlu’na açıktır.” CHP, kendisi için yarım açılan kapıdan evin içine girerek hem muhalefet hem de YSP milletvekili sayısının azalmasında önemli bir rol oynadı. Şöyle ki: Kılıçdaroğlu ile Millet İttifakı’nın iktidar olacağını sanan bazı HPD taraftarları; “Çocuklarımı işe alır, bizlere ihale ve kredi verir” diyerek CHP’ye yöneldiler.
HDP eski milletvekili Ali Kenanoğlu, Adıyaman özelinde milletvekili olabilmek için lazım olan 3500 oyun niçin alınamadığını açıklarken yukarıda anlatılanlara benzer tespitlerde bulunmuştu video kayıtlı konuşmasında. Benzer bir anlatımı Gaziantepli bir emekli öğretmen arkadaşımdan da duydum.
Benzer bir tespiti TİP’in ayrı listede aday göstermesiyle ilgili de yapabiliriz. Ancak bütün kabahati bu partiye yüklemek insafsızlık ve sorumsuzluk olur. Kaldı ki TİP, yaklaşık 1 milyon oy alarak sosyalist tanımlı partileri geçmesini bildi. Bu tür partilere sadece HDP ve Kürtleri hedefe koyarak kitle partisi olunamayacağını da gösterdi. Sözgelimi Kemal Okuyan, TRT’nin seçim kuralı gereği TKP’ye ayırdığı yarım saatlik konuşmada neredeyse hitabının tamamını HDP’yi hedefleyen eleştirilere ayırmıştı.
Operasyonlar, yasaklar ve davalar yüzünden yeterli, bilinçli ve faal kadroları çok azalan HDP’nin taşradaki yöneticilerinin halkla ilişkileri kopmuştur. Saha gözlemleri bu olguyu kanıtlıyor.
Doğrudur: Gerek yasal parti mensubu bazı şahsiyetlerle siyasetçilerin, gerekse silahlı hareketin kimi sorumlularının olur olmaz tarzda konuşmaları; “anti-Kürt kampanyanın” AKP tarafından planlanmasını kolaylaştırdı. Bilhassa CHP saflarındaki ulusal sol ve Kemalistler aracılığıyla HDP’nin hedefe konulduğu, “Kürtlere yönelik şoven, ırkçı, Turancı” furya Türk toplumunda neredeyse meşru hale getirildi. “Terörle bağlantılı!” denilerek Kürtlere olmadık hakaretlerde bulunuldu.
Kürtlere yönelik aşağılamalar devam ettikçe de “Kürt-İslamcı, Türkçü-Turancı” dalga yükselişe geçti. Sinan Oğan ile Ümit Özdağ’ın siyaset sahnesinde ön plana çıkması hem AKP hem de CHP yetkilileriyle pazarlık yaparak kendi şartlarını kabul ettirmeleri de bunu gösteriyor.
Kanımca dağdakilerin seçim sürecinde Kemal Kılıçdaroğlu’nu işaret ederek yorum yapmaları yanlıştır, önemli bir taktik hatasıdır. Bunun yerine ya hiç konuşmamaları yahut en azından “Halkımız demokrasi ve özgürlüklerden yana olan tarafı biliyor” demeleri gerekirdi. Çünkü YSP ve HDP’li kadrolar zaten tutumlarını açıkça söylüyorlardı ki bu söylemler Kürt hareketi içindeki herkes adına dile getiriliyordu. Olumlu örnek olması bakımından aktarıyorum: Rojava Özerk Yönetimi Yürütme Konseyi’nin Eş Başkanı olarak görev yapan İlham Ehmed, “Bizler, demokrasi ve özgürlüklerden yana olanın kazanmasını temenni ediyoruz” mealinde gayet diplomatik bir dil kullanmıştı.
Eksiklikler, yanlış ve kusurlar da göz önüne alındığında, “Türk-İslamcı ve Türkçü Turancı” kesimin eline koz vermemek adına şöyle bir soru aklıma geliyor: “Emek ve Özgürlük İttifakı, ilk turda Kılıçdaroğlu’nu desteklemek yerine bağımsız bir aday çıkarsaydı; onca töhmet yağmuru, yıpratma savaşına hedef olmaktan kurtulabilir miydi? Seçmenini kimseye kaptırmadan ikinci turdaki desteğiyle daha güçlü olabilir miydi?”
Onca eleştiriden sonra başa dönüp tekrarlayacağım: Yukarıdaki yanlış ve kusurların muhasebesini yapıp basit düzenlemeler yerine köklü yapılanmalar elzem hale gelmiştir. Sözünü ettiğim yapılanma planı, sadece ikinci turda azami gayret sarf edip kitleyi seferber ederek sandıkta Kılıçdaroğlu’nun kazanmasını sağlamak için değildir. Aynı zamanda Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde Kürtler dâhil Türkiye’deki halklar için genel hak ve özgürlüklerle demokrasi programının uygulanması maksadıyla kitlesel baskı yaratılmasına yönelik bir plan olmalıdır. R.T. Erdoğan’ın kazanması halinde gelmiş geçmiş en ırkçı, gerici, baskıcı, saldırgan ve yok edici bir nitelik kazanan Cumhur İttifakı’nın iktidarı alarak Türkiye’nin yarısına yakın kitleyi bastırıp tasfiye etmesinin önüne geçmek için de yeniden yapılanma şarttır.
Evet, yukarıda da değindim: HDP’nin Kürt ağırlıklı kimi taraftarları arasında “öfke, kızgınlık, bezginlik, karamsarlık ve umutsuzluk” belirtileri var. YSP’nin bu karamsarlığı gidermek ve ikinci turda şu yahut bu şekilde fire vermiş olan seçmenleri sandığa götürmek için ikna ve gayret faaliyeti içinde olduğunu biliyorum. Bu noktada umutsuz, kararsız ve dargın seçmenin yeniden düşünüp sandığa gitmesi için birkaç sözüm olacak:
* Havaalanında uçağa binilmesi için anons yapılırken “Yolculara son çağrımızdır!” denilir. Eğer zamanında binmezseniz uçağı kaçırmış olacaksınız ve varmak istediğiniz menzile; “mesela evinize, ailenize, dostlarınıza” kavuşamayacaksınız demektir bu. Seçimin ikinci turu bizler için tam da böyledir. Eğer oy kullanmazsanız, çok özlediğiniz ve yıllar boyunca uğruna mücadele ettiğiniz doğuştan kazanılmış (anadilimiz olan Kürtçe gibi) haklar ile talep ettiğiniz siyasi ve demokratik hakları da (kendi geleceğini belirleme, demokrasi, özgürlükler, siyasi ve kültürel faaliyetler) elden kaçırmış olacaksınız.
* Denilebilir ki baksanıza Kılıçdaroğlu da demokratik hak ve özgürlükleri bir tarafa bırakıp Türk milliyetçiliği yapıyor; “teröre lanet” başlığı altında üstü kapalı biçimde Kürtleri görmezden geliyor ve demokratik haklarını yok sayıyor. İyi güzel de karşıdaki alternatif kimdir? Başta Erdoğan-Bahçeli ikilisi olmak üzere Cumhur İttifakı, gelmiş geçmiş en inkârcı, baskıcı ve imhacı zihniyetin temsilcilerini bir araya getirmiştir. İktidarı almaları halinde bu ittifak mensupları Kürtleri inkâr etmekle kalmayacak, Sinan Oğan’ın da aklıyla onları siyaset sahnesinden silmeye çalışacaktır.
* Görülmektedir ki bir tarafta “Kürt kardeşim var ama Kürt meselesi yok!” diyerek HDP ve diğer Kürt parti ve kuruluşlarını kapatan, Kürtçe yazıp söyleyenleri cezalandıran, bu arada toplumu bölmek suretiyle (bölgede kurulan AKP destekli bazı dernekler, yapılanmalar ve HÜDA PAR aracılığıyla) kendi “Kürdünü yaratıp öteki Kürdü gömmeye” gayret eden bir cumhurbaşkanı var. Diğer yanda Turancı-milliyetçi ve muhafazakâr oyları kazanabilmek maksadıyla Türkçülük yapan, “milli naralar atan” bir Kılıçdaroğlu var. Yani AKP iktidarı gibi, hakkını arayan Kürdün boğazını elleriyle sıkarak boğmak üzere olan ve kılıcı çekip, davasına sahip çıkan Kürdün boynuna dayayan bir iktidar var karşınızda. Ancak milliyetçi naralar atan Kılıçdaroğlu’nun böyle yapacağı kesin olmadığı gibi “Ben Kürt meselesini Meclis’te çözmeye bakarım” diyebiliyor. Samimi olmasa bile, kendisi en azından Kürdü tasfiye etmeye niyetlenmediği gibi Kürtçenin geliştirilmesinden de yanadır.
* Kılıçdaroğlu kazandığında genel anlamda demokrasi, hak ve özgürlüklere ağırlık verecektir. Biz solcular ve Kürtler için değil, ülke ile Millet İttifakı’nın çıkarları ve liberal burjuvazinin gelişmesi açısından böyle yapacaktır. Ekonomik krizden kurtulmanın bir yolu da budur. Bu plan gereğince şimdiye kadar siyasileşmiş olan ve AKP iktidarının istekleri doğrultusunda hüküm veren yargı değiştirilecektir. Yargının değişmesi HDP kadrolarına ilaveten diğer sol, demokrat, liberal muhalifler ile gazetecilerin hapisten çıkması anlamına gelir. Emniyet ve askeri bürokrasinin değişmesi ise operasyon, tutuklama, dava açma ve diğer baskı yöntemlerinin azalması demektir.
* Cumhur İttifakı kazanırsa, zaten kısılan sesimiz ve kapatılan ağzımız daha fazla kapanacaktır. En ufak bir eleştiri ve itiraz, tutuklanıp mahkûm edilmeye varan bir baskı süreciyle sonuçlanacaktır. Kılıçdaroğlu’nun kazanması halinde hiç olmazsa hemen her konuda tartışma ortamı doğabilecektir. Alevi ve Kürt meselesi gibi siyasi-sosyal konular ile ekonomik sorunlar da buna dâhildir. Özetle söz ve faaliyet hakları için denemeye değer bir oylama için sandığa gitmek şarttır.
* Anadolu’nun başlıca unsurlarını oluşturan Türkler, Kürtler, Lazlar, Rumlar, Ermeniler, Çerkesler, Süryaniler, Araplar ve ismini sayamadığım diğer topluluklar baba ocaklarında barış içinde bir arada yaşarken; AKP’nin fırsatçı ve yanlış politikaları neticesinde Türkiye’ye gelmeleri teşvik edilen hatta bizzat getirtilen yaklaşık 7 milyon sığınmacının, ülkedeki huzursuzluğun birinci değil ama üçüncü dereceden bir sebebi olduğu bilinmektedir.
AKP sermayedar grubu ile ona yakın büyük şirketlerin Afganistanlı, Suriyeli, Orta Asyalı, Afrikalı sığınmacıları ucuz işgücü olarak kullanması, hem onların vahşice sömürülmesine hem de işsizliğin çok yaygın olduğu ülkede emekçilerin haklarının yenilmesine yol açmaktadır. Sığınmacıların küçümsenmeyecek sayıdaki bir bölümünün silahlı eğitim alması (Mesela Afganistan’da Amerikan ordusu saflarında milis idiler, Suriye’dekiler ise gerek IŞİD, gerek El Nusra gerekse Suriye Milli Ordusu saflarında cihatçı olarak silahlı çatışmalara girdiler ve girmekteler) Türkiye’nin milli güvenliğini, istikrarını tehdit etmektedir.
* Sığınmacılar arasında çeteleşme ve kiralık katillik yükselen bir eğilim halini almıştır. Bu tür yapılanmalar mevcut kutuplaşmada iktidar lehine tetikçi güç olarak kullanılmaya elverişli hale gelmiştir. İlk turda Erdoğan’ın sığınmacı oylarının da katkısıyla birinci olması, yeni göçleri teşvik edici bir rol oynamıştır. Karadenizli kendi bölgesinde, Orta Anadolu’daki bulunduğu topraklarda, Kürtler kendi coğrafyasında rahat ve huzur görmek istiyorlarsa, Kılıçdaroğlu lehine oy kullanmalıdır. Çünkü esas “beka meselesi” Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olmasında ve AKP-MHP-HÜDA PAR ittifakının iktidarı kazanmasında değildir. Tam tersine, “beka meselesi” maceracı ve militarist amaçlar uğruna sığınmacıların bu ülkenin insanlarını birbirine düşürmesindedir.
* Duydum ki bazı HDP’li Kürt seçmenler “Alevi” diye Kılıçdaroğlu’na oy vermemişler. Onlara İslam tarihinden iki örnek vereceğim:
Şafii mezhebinin kurucu önderi İmam Şafii ile Hanefiliğin kurucusu İmam Ebu Hanife’nin Hz. Ali ve Ehlibeyt’e sevgileri vardı. Her ikisi de Kerbelâ olayından ötürü acı ve üzüntü duymuştu. Ayrıca her ikisi de dönemin Emevi oğullarının zulmüne itiraz etmekle yetinmeyip, dönemin halifelerinin verdikleri yanlış fermanlara da karşı çıktıkları için kırbaç ve hapis cezasıyla cezalandırılmışlardı. Emevilere göre: “Adaletsiz bir Müslüman’ın hükümdar olması Allah’ın hikmetidir; ne kadar haksız ve zalim olsa bile bu ilahi kadere razı olunmalıdır!”
Buna karşılık her iki mezhep önderinin fikri şöyle özetlenebilir: “Evet, kaderimiz Allah’ın buyruğudur. Ancak Allah bize düşünmemiz, iyi ile kötüyü birbirinden ayırmamız için akıl vermiştir. Eğer hükümdar kötüyse, adaletsizlik ve haksızlık yapıyorsa; böylesine hatalı ve zalim bir Müslüman hükümdarın yerine icabında daha adaletli ve halkını düşünen Müslüman olmayan bir hükümdarı seçmek veya onun idaresindeki bir devletin himayesinde yaşamak daha iyidir.”
Emevilerin bir kolu olan Mervaniler zamanında Irak ve Hicaz valisi olan Haccac-ı Zalim (Haccac Bin Yusuf El Sekafî), yöneticilik döneminde Hz. Ali taraftarlarının hak mücadelesine karşı tedbirler almış; Müslüman cemaatin din ve dünya meselelerini konuştuğu bir platform işlevi gören camilere, Ehlibeyt yandaşlarını sokmamış; iktidara muhalif olan herkesi kovmuştu.
Unutmamak lazım: Çok dindar biri görünen ve çok sayıda medrese açmış olan Selçuklu Başveziri Şafii meşrepli Nizamülmülk, “kendine muhalif olan bazı Sünni mensuplarını it postu üzerinde namaz kılmaya zorlamak suretiyle manevi eziyet” ediyordu.
Dindar Kürtlerin, her iki mezhep kurucusunun yukarıdaki ifadelerini iyi anlayıp niçin sandığa gidip Kılıçdaroğlu lehine oy kullanması gerektiğini anlaması umuduyla iki örnek verdim. Muhalif olmaları nedeniyle Kürt dindarlarının günün birinde camilere alınıp alınmayacağı bile kuşkuludur bence.
Son bir konu daha: Süleyman Demirel’in evladı gibi sevdiği ve eski Hürriyet gazetesinde ekonomi yazıları yazmış olan Meriç Köyatası, geçen günlerdeki bir söyleşisinde seçimde alınan sonuçları analiz ederek, “Kılıçdaroğlu’nun kazanacağını” söyledi. Elimizdeki rakamlar da buna işaret ediyor. Yeter ki sandığa gidilip oy verilsin, oylara sahip çıkılsın. CHP ile müttefikleri daha fazla gayret göstererek seçim sistemindeki muhtemel hileleri ve oyunları önleyecek tedbirler alabilsin.
Bu konuda umutsuz olmanın gereği yoktur ve asıl mesele şudur: Kimse Kılıçdaroğlu için değil; kendi geleceği, kendi baba yurdu, kendi çocukları, kendi hakları ve özgürlükleri için oy verecektir.
Gelelim asıl soruya: Şimdiye kadar seni ezen, toplarla silahlarla karşına çıkan, bombaladığı evinden, köyünden, şehrinden ve bölgenden sürgün eden Cumhur İttifakı’ndan yana mı olacaksın? Yoksa, sözlerine kızsan ve kusurlu bulsan bile bazı vaatlerde bulunan, en azından sana yaşama hakkı tanıyıp fikrini, talebini ve davanı dile getirmene izin vereceğini bildiğin Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu’ndan yana mı olacaksın?
İyi düşünüp kararını öyle vermelisin!
Faik Bulut kimdir?
1980’lerden bu yana gazetecilik yapmaktadır. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Ortadoğu’daki meseleler üzerine analizleriyle tanınıyor. Aynı konularda yazılmış 36 kitabı mevcut. Serbest gazeteci olarak köşe yazıları yazmaktadır.