Esasında bu yazımda, iç siyaset çerçevesinde seçim ittifakları hakkındaki gözlemlerimi okuyucuyla paylaşacaktım. Ancak gerek işgal altındaki topraklarda gerekse Arap çoğunluğun yerleşik bulunduğu Doğu Kudüs çevresindeki şiddet olayları aniden tırmanışa geçince, bu acil sorunu ele alma gereğini duydum.
Geçen yazımda, Filistin’de yeni bir direniş ve intifada benzeri kitlesel kalkışma provası yapıldığına dair bilgi verip değerlendirme yapmıştım. Bir anlamda bu yazı, bir öncekinin tamamlayıcısı gibidir. Olup bitenlere birlikte bakalım:
İşgalci ile işgal edilip tahakküm altına alınan taraflar arasında ihtilaf, çekişme ve çatışma çıkması, silahlı vuruşma yaşanması her zaman ihtimal dâhilindedir. Bölgede, İsrail ordusunun günlük baskı ve şiddetine ilaveten Filistinlilerin mülklerini ikinci kez işgal edip kendilerine çiftlik, villa, toplu konut, site ve uydu kent inşa etmek için teşvik edilen fanatik istilacı Yahudi yerleşimcilerin zorbalıkları da söz konusudur.
Köktendinci Siyonist şeriatçılar, bütün bu zorbalıklara ilaveten Mescidi Aksa ve çevresinin Müslümanların değil aslında kendi atalarının tarihi mekânı ve Süleyman Peygamber’in tapınağı (mabedi) olduğu iddiasıyla bu kutsal mekânı istila ve işgal etmek için sürekli uğraşıyorlar.
İsrail’in en köktendinci, aşırı Siyonist ve ırkçı şahsiyeti olarak tanımlanan Milli Güvenlik Bakanı İtamar Ben-Gvir’in davranışında da bunun son örneğini gördük.
“Ziyaret kışkırtıcı olur, din çatışmasına döner!” uyarılarına rağmen, Yahudilerin “Tapınak Tepesi” diye tanımladıkları Harem-i Şerif’e (Müslümanlarca kutsal sayılan Mescidi Aksa ile Kubbet’ül Sahra’nın yer aldığı geniş alan) kendi deyimiyle “baskın” düzenleyen Ben Gvir, Hamas örgütüne göre “gerginliğin fitilini ateşleyen” kişi, Filistin Yönetimi’nin tanımıyla da “görülmemiş provokatör!” rolünü oynamakta ısrarcı oldu.
Bu münasebetle belirtmekte ve bir yanlışı düzeltmekte yarar var:
Medyadaki bazı Türkçü-İslamcılar, Ben Gvir için “İsrail Kürdü” sıfatını kullanıyorlar ki, Türkiye’de etnik kışkırtıcılığı ve fanatik milliyetçiliği körükleyen bir iftiradır bu. Onun ailesi dâhil Irak Kürdistan bölgesinden giden (1970’lerdeki Türk iktidarının izin vermesiyle İsrail’in Türkiye hava sahasını kullanarak ülkesine götürdüğü) Yahudilerin yüzde yüze yakını, Barzani bölgesinde yaşadıkları için Kürtlerle arası iyi olan ve Kürtçe konuşup yörenin örf, âdet, gelenek ve giyim kuşamlarını benimsemiş kimseler olmalarına rağmen etnik bakımdan Kürt değiller.
Bu bakımdan ara sıra basında da çıkan “İsrail Kürtleri-Yahudi Kürtler” tanımı kesinlikle yanlıştır. Türkçü-İslamcı kesimler açısından ise bu tanımlama bir taşla iki kuş vurma (hem fanatik Müslümanlarca nefret edilen Yahudi İsraillileri, hem de Türk-İslam önyargısından ötürü sevilmeyip dışlanan Kürtleri özdeşleştirip tam bir nefret öğesi haline getirmek) gibi bir taşra dinbazlığı ve hilebazlığıdır. Nitekim Türk-İslamcı yazarlardan biri, “Molla Mustafa Barzani’nin, dolayısıyla Barzangillerin gerçekte Yahudi asıllı olduklarını…” iddia edip sözüm ona bir-iki belgeyi yayınlamıştı.
Doğrudur: Barzani ve müttefik aşiretleri, kendi himayelerinde yaşayan Yahudileri hem koruyup kollamış, hem de Arap milliyetçisi Irak iktidarlarına karşı onlara yer yurt temin etmişlerdir. Ancak bu, oradaki Yahudilerin Kürt olduğu anlamına hiç gelmez. Kaldı ki Yahudi veya başka bir etnik kökenden olmak da ahlaki ve insani açından ayıp olmasa gerektir.
Asıl konumuza dönerek, ırkçı Bakan Ben Gvir’in kışkırtıcı baskın ziyaretinden sonraki gelişmeleri kısaca özetleyelim:
İsrail kolluk kuvvetlerinin 26 Ocak’ta işgal altındaki Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin Mülteci Kampı’na düzenlediği baskında biri 60 yaşındaki kadın olmak üzere 10 Filistinli öldürüldü. Buna misilleme yapan bir Filistin eylemci de Filistinli Arapların çoğunlukla yaşadığı Doğu Kudüs’te, yasa dışı Yahudi yerleşim birimindeki bir sinagogu silahla rastgele taradı. 7 İsrailli öldü.
İşgal altındaki Doğu Kudüs’ün Silvan Mahallesi’nde 28 Ocak 2023 Cumartesi günü 13 yaşında bir Filistinlinin düzenlediği silahlı saldırıda ise biri ağır iki İsrailli yaralandı. Bunun üzerine bölgede şiddet tırmandı. Fanatik Yahudi yerleşimciler Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki Filistinlilere, mülklerine ve araçlarına saldırdılar. Ocak ayı boyunca İsrail ordusu ve Yahudi yerleşimcilerin saldırıları sonucu aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 35 Filistinli öldürüldü.
Filistin Sağlık Bakanlığı şu açıklamayı yaptı: “2023 Ocak ayı, 2015’ten bu yana işgal altındaki Batı Şeria’da yaşanan en kanlı ay olmuştur. Filistinlilerin özellikle vücutlarının üst kısmı ve başları hedef alınmıştır.”
Şiddetin tırmanması ve Filistin fedai eylemlerinin giderek artması üzerine Başbakan Benyamin Netanyahu Filistin halkına adeta savaş ilan etti. Bir yandan Gazze bölgesi havadan (uçak veya füzelerle) bombalanmakta, diğer yandan İsrail askerleri Batı Şeria’da (özellikle Cenin ve Nablus yörelerinde) sürekli operasyonlar düzenlemektedir. Bu baskınlar sırasında çok sayıda Filistinli tutuklanmakta yahut çatışmada öldürülüp yaralanmaktadır.
Diğer yandan İsrail, eylemci fedai ve aktivistlerin ailelerini tutuklayıp kimilerini sürgüne göndermektedir. Nitekim sinagoga eylem düzenleyen Filistinli katledilirken, akrabalarından 42 kişi de gözaltına alınıp sorgulandı ve haklarında sürgün kararı çıktı. Keza bu ve benzeri silahlı eylemlere katılanların ailelerinin oturduğu evler ya dinamitle yahut buldozerle toptan imha edilmektedir.
Örnek vermek gerekirse; Filistinli militan Hayri Alqam, eyleminin ardından takip edilip öldürüldükten sonra, Netanyahu’nun talimatıyla, oturduğu ev de boşaltılıp kapısına kilit vuruldu, ailesi dışarı atıldı. Filistinlileri toplu cezalandırmaya yönelik bu türden tedbirler, Arap kadın yazar Emel Şehada tarafından “Netanyahu’nun savaş kararları” olarak nitelendirildi.
Filistin resmi istatistiklerine göre; İsrail’de 29 kadın mahkûm, 150 çocuk ve yaklaşık 850 idari tutuklu dâhil olmak üzere yaklaşık 4 bin 700 tutuklu ve mahkûm vardır.
Yakın zamanda İsrail Knesset (Parlamento) Genel Kurulu, 89 milletvekili ve sekiz muhalefet üyesinin desteğiyle Filistin Yönetimi’nden mali yardım alan her Filistinli mahkûmun vatandaşlığını veya ikametini iptal eden yasa tasarılarını onaylamıştır. Uygulanmak istenen toplu cezalardan biri de budur.
Tasarıları, “Irkçı ve uluslararası hukuka aykırı” bulan Filistin Dışişleri Bakanlığı, bu tedbirin “Farklı bir toplu cezalandırma biçimi olduğunu ve gerginliği tehlikeli bir şekilde tırmandırdığını” vurgulamıştır.
Şiddet ve direniş sürecindeki tırmanış sürerken, yaklaşık iki hafta önce İsrail ve Filistin’e giderek yetkililerle görüşen ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, taraflara şu uyarıyı yaptı:
“İki taraf da kısa vadede ateşe benzin dökecek, uzun vadedeyse iki devletli çözüm vizyonunu baltalayacak adımlardan kaçınmalıdır. Bu arada yasadışı Yahudi yerleşim alanlarının genişletilmesine yönelik adımlar, gerginliği tırmandıran bir başka olgudur. Dolayısıyla bölgede artan şiddetin yatışması için tek taraflı girişimlerden uzak durulmalıdır. Buna rağmen karşıt taraflardan gerginliğin düşürülmesine ilişkin yapıcı öneriler de gelmektedir. Somut adımlar için görüşmeler sürecektir.”
Yedi İsraillinin öldürülmesiyle sonuçlanan sinagog eylemi, hem dünya hem de Arap ülkelerinde şaşkınlık yarattı. Doğu Kudüs’teki Müslümanlarca kutsal sayılan mekânların vesayetini ve vekilliğini üstlenmiş olan Ürdün Krallığı, başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bazı Arap ülkelerinin yaptığı gibi, bu eylemi “saldırı” diye niteleyip kınadı.
Ürdün’ün kınama açıklamasının satır aralarında birkaç şey gözlemlenebiliyor:
Bir: Ürdün genelde fedai direnişi kapsamındaki silahlı veya silahsız eylemleri kınamaz. Çünkü ülke nüfusunun yarıdan fazlası Filistin kökenlidir ve oradaki muhalif partilerin çoğu Filistin davasına sempati duyarlar.
İki: Muhtemelen sinagog gibi bir ibadethaneye yapılan saldırının savunulması veya bu hususta sessiz kalınması, başta ABD olmak üzere batılı ülkelerle derin ilişkileri olan Ürdün’ü zor durumda bırakabilir.
Üç: Mescidi Aksa’nın vasisi olan Ürdün, Doğu Kudüs’te kanunsuzluk ve asayişsizliğin egemen olmasının o yöredeki din çatışmasını tırmandıracağını, bunun da Filistin ve İsrail’e komşu olan Ürdün’de büyük bir kaos ve istikrarsızlığa neden olacağını bilmektedir.
Dört: Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin’de yaşananlar nedeniyle kendini “ateş çemberinde” hisseden Ürdün yönetimi, ülkesine yönelik muhtemel bir tertip ve komplo düzenlendiği ihtimaline göre hareket etmektedir.
Somut bir örnekten yola çıkalım: Sinagog saldırısını gerçekleştiren Hayri Alqam hakkında tahkikat yapan Ürdün istihbaratı, bu eylemcinin, çevresinde pek tanınmayan ve aktif olmayan biri olduğunu tespit ederek, “Acaba başka gizli bir el veya örgüt (cihatçı militan hareket) tarafından eğitilip meydana salınmış, bir “Yalnız Kurt mudur?” sorusuna cevap arıyor.
Ürdün siyaset kulislerine göre; ABD, Avrupa ve kimi Arap yöneticileri Ürdünlü üst düzey yetkililerle yaptıkları temasları sırasında şu soruyu sıkça gündeme getirmekteler: “Mevcut Filistin Yönetimi ile Emniyet-İstihbarat Kurumu’nun baskılar karşısında devre dışı kalması durumunda, acaba Filistin’deki güvenlik ve siyasi boşluğu hangi güçler doldurabilirler?” (https://www.raialyoum.com/, 28 Ocak 2023, Ray El Yom gazetesi)
Muhtemel gelişmelerden biri de; İsrail’de birbirinden nefret eden zıt kutuplar arasındaki iç çatışmaların giderek artan dozudur. 1948 yılından beri İsrail yurttaşı sayılan Filistinlilerin sert muhalif tutumlarını da buna eklersek, olası bir iç savaş potansiyelinden bile bahsedilebilir. İsrailli karşıt taraflar birbirlerini boğazlamaya kalkarken, ikisi arasında kurban edilecek tarafın Filistinliler olacağı da gözden kaçmamalıdır. (https://www.alquds.co.uk/, 23 Kasım 2022, El Quds El Arabi)
Ürdünlülerin aklına gelenler çetrefilli olmasına ve komployu andırmasına rağmen bölgedeki devlet oyunları ile işgale karşı direnişin yol açacağı gelişmeler ise henüz belirgin bir tespite elverişli görünmüyor.
Faik Bulut kimdir?
1980’lerden bu yana gazetecilik yapmaktadır. Çeşitli gazete ve dergilerde çalıştı. Ortadoğu’daki meseleler üzerinde analizleriyle tanınıyor. Aynı konularda yazılmış 36 kitabı mevcut. Serbest gazeteci olarak köşe yazıları yazmaktadır.