Rusya’nın son işgal hamlesi ve muhtemel sonuçları

Rusya’nın son işgal hamlesi ve muhtemel sonuçları

Abdulmelik Ş. Bekir

Rusya, Kırımla birlikte Ukrayna topraklarının dörtte birini ilhak etmiş oldu. Rusya’nın bu düzeyde gemi azıya alması beklenen bir durum değildi. ABD son bir aydır sürekli Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğine dair iddiası gerçek oldu. İddiaları reddeden Rusya ise böylece dünya kamuoyunun aklıyla dalga geçtiğini göstermiş oldu. Adına amacına zıt olarak, “Barış Koruma Gücü” adı altında bölgeye asker gönderilmesi apaçık bir işgaldir. Rusya günümüzün belki de en “biricik” diktatörlüğüdür. Bu yönüyle ne kendi kamuoyu ne de dünya kamuoyunu önemseyen Rusya’nın işgal hamlesinin birçok sonucu olacaktır.

Kısaca taraflar açısından doğurduğu ve doğurması muhtemel sonuçlara bakmakta fayda var. Öncelikle işin mağduru olan Ukrayna’ya etkilerine bakalım;

ABD’nin içre olduğu Batı’nın Ukrayna için savaşmayacağı anlaşıldı. Bu husus zaten son diplomatik görüşmelerde Ukrayna’ya iletilmişti. Putin’e işgal izni veren faktör de buydu. Kimi ekonomik, askeri ekipman ve teknik desteği olsa da Ukrayna bu savaşta tek başınadır. Rusya karşısında her yönüyle zayıftır.

NATO üyeliği bilinmeyen bir bahara kaldı. Ancak NATO kendi müttefiklerinin güvenliği için Batı Ukrayna’ya daha fazla nüfuz edecektir. Rusya NATO gerginliği daha yakın bir tehlike haline gelecektir. Tüm bunlar Ukrayna topraklarında yaşanacaktır. Ukrayna artık dünyanın kronik savaş alanlarından biri ve emperyal güçlerin stratejik güç mücadelesini sahasıdır.

ABD ve diğer NATO ülkelerinin Rusya’ya karşı bazı ekonomik yaptırımları olsa da Kırımla birlikte yitirilen ülke topraklarının üçte birini geri getirmeye yetmeyecektir. Yenilginin getireceği sosyopsikolojik birçok sorunla karşılaşacaktır. Birçok iç siyasi sorunla boğuşacaktır.

Ülkenin geri kalanının işgal edilme tehlikesi ve kaybedilen toprağın kazanılması için ekonomik kaynakların önemli bir kısmı askeri yatırımlara harcanacaktır. Savaşın, yenilginin ve askeri harcamaların getireceği yükle birlikte ülke ekonomik sorunlar, halklar ise sancılı bir sürece girmiştir.

İlhak edilen bölgelerdeki halklar arasında düşmanlıklar, çatışmalar ve bunlara bağlı göçler yaşanacaktır. Her savaşın yarattığı ve halklar için sonuçları on yıllar süren trajik ve travmatik bir süreç başlamıştır.

Şimdilik kazanan durumunda olan Rusya açısından bakıldığında;

İlhakla görünende kazanan taraf olmuştur. Putin Anayasa’da garantilediği iktidarını işgal üzerinden yürütülecek milliyetçilikle birlikte bir süre için toplum nezdinde de garantiledi. Gürcistan ve Ermenistan’dan sonra Batı’ya yakınlaşan çeperindeki ülkelere son işgalle unutulmaz bir gözdağı verdi. Yarattığı algıyı kullanarak eski Sovvyet ülkeleri başta olmak üzere müttefikleri üzerindeki nüfuzunu arttıracaktır. Topraklarının genişlemesiyle birlikte Karadeniz ve Balkanlar başta olmak üzere kimi askeri kazanımlar da elde etti.

İşgalin yarattığı kısa vadeli avantajlara karşın kısa ve uzun vadede karşılaşacağı önemli dezavantajlar da var. Batı ve Batı’nın nüfuz ettiği ülkelerle ciddi bir diplomatik ve siyasi tecritle ekonomik yaptırımlarla karşılaşacak. İlk etapta işgale karşılık gelmezse de yoksulluk ve yoksunluk içinde olma durumu gözetildiğinde azımsanmayacak bir bedel ödeyecektir.

Rusya halkı zaten diktatörlük rejimi altında belli bir düzeyde yoksulluğa alıştırılmış durumda. Bu yoksulluğu daha da derinleşecektir. Ancak ekonomik, siyasi ve diplomatik sorunları toprak kazanma üzerinden geliştireceği milliyetçilik söylemiyle bir süre geçiştirebilir.

Yer altı zenginliklerinin ihraç adresi olan Batı’dan yönünü kendisine benzer diktarörlükle yönetilen ülkelere dönecektir. Ancak bu ülkelere karşı eli mahkum olduğundan aynı zamanda eli daha zayıf olacak. Ayrıca hali hazırda ilişkide olduğu ve yönünü döneceği ülkelerin çoğunun zaten Rusya’nın yer altı zenginliklerine ihtiyaç duymayacağı düzeyde enerji kaynaklarına sahip.

Diplomatik, siyasi ve ekonomik tecridi aşmak için Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika’da askeri olarak bulunmaya daha fazla ihtiyaç duyacaktır. ABD ve Batı’dan savaşı göze alacak bir politika gelişmedikçe bu stratejiyi sürdürecektir.

İçine girdiği çıkmazları çevresindeki ülkelere yönelik yeni ilhaklarla sürdürebilir. Baskı rejimini sürdürmenin en önemli gereklerinden biri sürekli dış tehlikeler ve düşmanlar üretmekten geçer. Putin ve Rusya’sı bu konuda oldukça mahir.

“Cumhuriyet” olarak tanıdığı ülkeleri peyderpey Moskova’ya bağlayacak. Bu iki yeni cumhuriyetle birlikte federasyon çatısı altında bulunan onlarca özerk cumhuriyet ve bölgenin yetkileri giderek kısıtlanacaktır. Nitekim 2016 yılından itibaren Anayasa’da yapılan değişikliklerle diğer halkların birçok hakları tırpanlanarak merkeze devredildi.

Rusya’nın mevcut despotik yönetimi ve uyguladığı ilhak ve işgal politikalarının uzun vadede Rusya halklarına vaat ettiği tek şey daha fazla yoksulluk, yoksunluk, çatışma, huzursuzluk, baskı ve anti demokratik uygulamalardır. Kısa süreli milliyetçi hezeyanlar bittikten sonra emperyal politikaların halklara değil despotik elitlere kazandırdığını en iyi Rus halkı anlayacaktır.

Transatlantik bloğu açısından neticeleri;

ABD ve Avrupa ülkeleri Rusya’ya karşı kimi ekonomik, siyasi ve diplomatik yaptırımlara gidecek. Ancak bunun mevcut olan denklemi değiştirmesi ya da bazı dengeler yaratma olasılığı oldukça düşük. Göründüğü kadarıyla Rusya’nın sert hamlesini karşılayacak birlik ve kararlılıktan yoksunlar. Kimi yaptırımlarla işi geçiştirerek bundan sonrasına odaklanacakları anlaşılıyor.

ABD ve Avrupa ülkelerinin askeri ve politik caydırıcılığı daha fazla sorgulanır hale gelecektir. Zaten uzun süredir kaygılı olan müttefikleri üzerindeki nüfuzları silikleşmeye devam edecektir. Doğu Avrupa’daki ülkeler coğrafi yakınlık ve çaresizlikten dolayı Avrupa’ya yakınlaşmaya devam etse de, Orta Asya, Orta Doğu ve dünyanın kalanındaki ülkeler artık ABD ve Avrupa’nın önde gelen ülkelerinin müttefikliğini kılı kırk yararak değerlendirecekler. İlişki geliştirirken daha temkinli davranmak zorunda kalacaklar.

NATO bir üst levele geçmezse kısa süre içinde konsolide olsa da uzun vadede içine girdiği zayıflama süreci derinleşecektir. Bunun yerine başını Fransa’nın çektiği Avrupa gücü bir opsiyon olarak daha fazla tartışılacak.

Rusya’nın Batı ile jeostratejik mücadele alanlarında yaşadığı süreçler ve açığa deneyimler Çin ile yaşanan rekabet ve gerginliklerde örnek teşkil edecektir. Bu yönüyle Çin’in de Tayvan başta olmak üzere çeperindeki ülkelere karşı benzer adımlar atması muhtemeldir.

Bir süredir ABD imparatorluğunun ve müttefiki Avrupa ülkelerinin gerilediğine ilişkin teori ve tartışmalar Gürcistan, Ukrayna, Afganistan, Irak, Libya, Belarus, Kazakistan ve Ermenistan gibi somut örnekler üzerinden tartışılacaktır. Bu örnekler gözetildiğinde de, evet ABD ve Avrupa müttefikleri tahmin edilenden daha hızlı bir prestij ve nüfuz kaybı yaşıyor.

Dünya genelinde ABD ve Avrupa’nın prestij kaybettiği algısına kapılan müttefiklerinin yaşadığı kaygılar Rusya ve Çin gibi emperyal devletler tarafından hem kışkırtılacak, hem kullanmaya çalışacaktır.

Bu bağlamda NATO üyesi olan Türkiye için de Putin’in hamlesinin kimi neticeleri olacaktır. Rusya’nın Türkiye’ye yaklaşımı Batı ile yaşayacağı siyasi ve diplomatik tecride göre belirlenecektir. Tecrit arttıkça Türkiye ile ilişkilere daha fazla ihtiyaç duyacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin işgale tepki göstermesini belli bir düzeye kadar görmezden gelecektir. Bir süredir NATO ile Türkiye arasındaki stratejik hedeflerde yaşanan makası iyi kullandı. Bunu sürdürmek isteyecektir.

Bu durum Türkiye’nin yeni zorluklarla karşılaşması anlamına gelir. Belli bir düzeyde hem ABD-Batı ile hem de Rusya ile ilişkileri sürdürmek her ne kadar Ankara açısından iyi bir tercih olsa da tarafların talepleri farklı olacak. Ankara’nın yaptığı tercihlere bağlı olarak elde edeceği avantajlar ve karşılaşacağı dezavantajlar var.

Türkiye’nin çıkarları Orta Asya, Balkanlarda ve Orta Doğu başta olmak üzere birçok noktada Rusya’yla ayrışıyor. Yani NATO ile yaşadığı anlaşmazlıklardan çok daha fazladır. ABD ve Batı ile yaşadığı temel sorun Kürt meselesi ve demokratik teamüllere ilişkin menfi tutumudur. Oysa Rusya ile Suriye, Ermenistan, Azerbaycan başta olmak üzere Türki cumhuriyetlere yönelik politikalarda zıt hedef ve stratejilere sahipler.

Diğer önemli bir konu Karadeniz olmaktadır. Kırım ve Donbas bölgesinin ilhakıyla Rusya’nın Karadeniz üzerindeki nüfuzu ciddi anlamda arttı. Bu ileride deniz yetki alanlarının yeniden değerlendirmesi ve Karadeniz’de Rusya’nın denetim alanının artmasını beraberinde getirecektir. Bu da Türkiye açısından ileriye dönük birçok sorun ve tehlike teşkil eder.

Türkiye’nin tepkisi Rusya’nın beklediği dozajda olursa var olan ilişki sürdürülebilir. Ancak ABD ve NATO’nun bu durumda nasıl bir tepki vereceğini şimdiden kestirmek mümkün değil. Zira Türkiye’yi daha keskin taraf tutmaya zorlayabilirler. Ayrıca Kırım Türkleri hamaseti, Ukrayna’yla taze geliştirilen askeri ve ekonomik ilişkiler, Erdoğan iktidarının Rusya karşıtı bir politika sürdürmesini gerekli kılıyor. Hele ki, nerede olursa olsun Türkiye’nin hassas olduğu “siyasi ve toprak bütünlüğünün parçalanması” söz konusu olan bir olay vuku bulmuşken. Tabii bunun Suriye’ye ve Kürt meselesine yansımaları düşünülünce belki de artık Ukrayna üzerinden yürütülen İHA, SİHA ve Kırım Türkleri hamasetini unutmak daha kolay olabilir. Bekleyip göreceğiz ancak Türkiye ne yardan ne serden olma politikasını yürüterek zevahiri kurtarmaya çalışacaktır. Tabii kurtarabilirse.

Sistemsel sonuçları;

Adı konulmasa da son on yıldır giderek yoğunlaşan 3. Paylaşım Savaşı’nın kendine has bir şekilde seyredecektir. Daha önce devletler arasında yoğun bir şekilde kısa süreli devam eden paylaşım savaşlarından ziyade 3. Paylaşım Savaşı uzun vadeye yayılarak sürecektir. Savaşın dozajı tarafların güç pozisyonuna göre artıp azalması mümkündür.

Kapitalist sistemin krizinin bir sonucu olan 3. Paylaşım Savaşı her geçen yıl dünyanın yeni bölgelerini savaş sahası haline getirecektir. Sistemin karakteri gereceği kronik hale gelecek savaş sahaları halklar açısından adeta birer mezbahaya dönecektir.

Savaşın dünya sathında yaygınlaşmasına paralel olarak hegemon güçler başta olmak üzere ulus devletler askeri harcamalara daha fazla ağırlık vereceklerdir. Güvenlikçi politikalar öncelik kazanacak, halkların demokratik hakları ve özgürlükleri bu politikalar üzerinden yok edilmeye devam edecektir.

Ulus devletler daha fazla milliyetçiliğe ihtiyaç duyacak, bünyesinde bulundurdukları toplumları ziyadesiyle ayrıştıracak ve düşmanlaştıracaklardır. Diktatörlük eğilimlerin baskı ve şiddet kullanarak tahkim etme girişimlerine hız vereceklerdir.

Sistemin ekonomik ve siyasi buhranı da uygulanacak politikalar kaçınılmaz bir neticesi olarak derinleşecektir. Zengin daha zengin fakir daha fakir olacak, dünya genelinde yaşanan gelir dağılımındaki uçurum büyüyecek. En nihayetinde bunların yükünün ezilenlerine yüklenmeye çalışması kaçınılmazdır.

Tek tek hegemon güçler açısından ele alındığında birbirlerine karşı hamlelerinin bir anlamı olabilir ancak fotoğraf bütünlüklü değerlendirildiğinde kapitalist sistemin ve dişlilerinin çıkmazı da net görülebilir. Kapitalist sistemin insanlığın hiçbir sorununu çözemediği ve çözemeyeceği yaşanan ilhak ve işgallerle aşikar olmuştur.

Elbette çürümüş kapitalist sisteme, sistemin hegemon güçlerinin iktidar savaşlarına, ulus devlet aparatının milliyetçilik hezeyanlarına, diktatör ve despotlarının hırslarına halkların, ezilenlerin, emekçilerin ve işçilerin bir tutumu olacaktır. Asıl çözüm de bu tutumdan doğacaktır. 3. Paylaşım Savaşı’nın son on yılına bakıldığında Orta Doğu’dan Orta Asyaya, Afrika’dan Amerika ve Avrupa’ya kadar halkların isyanları, ayaklanmaları ve direnişleri bunu açıkça gösteriyor. Sistem ve sistemin aparatları çözümü savaşta buldukça ve bunun yükünü halkların sırtına yüklendikçe kendi mezarlarını da kazımış olacaklardır. Yaşanan süreç her yönüyle tam da bu gerçekliğe işaret etmektedir.