17 Ağustos 1999 depreminde şehirler yıkılmış, binlerce insan göçük altında, herkes şaşkın üzgün ve öfkeliydi. Herkes tek bir soru soruyordu: NEREDE BU DEVLET? Etrafımıza bakınıyor, sağımızı solumuzu yokluyor, bulamıyorduk.
Yıllardır her an herkesin hayatında olan 28 Şubat kararlarını kararlılıkla uygulayan, kimin nasıl giyineceğine, kimin nasıl sakal uzatacağına dahi karar veren o heyula ortadan kaybolmuş, hepimiz çırılçıplak ortada kalmıştık. Yakınlarımız enkaz altındaydı ve biz toplum olarak sahipsizdik.
Zamanın muhalif gazetelerinden biri olan Yeni Şafak, mevzuyu çok net ortaya koyan 8 sütuna manşet ile DEVLET ENKAZ ALTINDA KALDI demişti.
1999 şartlarında henüz AKP doğmamış, görece canlı bir sivil toplum hayatı var o zamanlar…
Etrafında devleti göremeyen halk ilk şaşkınlığı üzerinden attıktan hemen sonra işe koyulmuş, arama kurtarma için var olan AKUT büyüyüp her yere el uzatmış, diğer yardım faaliyetleri de yine kent/ilçe ve mahalle dayanışmaları ile yürütülmüş, toplum olarak kendi yaralarımızı kendimiz sarmıştık. Çok canımız acımıştı ama devlet olmasa da, bazı işlerin çok daha iyi yürüdüğünü görmüştük.
Aslında Yunan Filozof Heraklit 2500 yıl önce söylemişti, ‘aynı nehirde iki kez yıkanılmaz’ diye ama biz toplum olarak maalesef 24 yıl sonra, 6 Şubat sabahı aynı soru ile uyandık, ‘NEREDE BU DEVLET’ diye…
Kadıköy Süreyya Sineması’nın önünde açıklama yapmaya gelen 3 muhalif kadın için 500 çevik kuvvet polisi gücü ile hazır ve nazır olan devlet, biz ölür, yakınlarımız enkaz altında kalırken yine ortadan kayboldu.
99 depremi döneminin muhalif gazetesi, 2023’ün yarı resmi yayın organı Yeni Şafak, 7 Şubat’ta ’10 İLDE OHAL’ sürmanşeti ile çıktı. Yeni Şafak bu manşetle çıktı ama biz biliyoruz ki, 6 Şubat’ta devlet enkaz altında kaldı. Sadece muktedirler değişti ama devlet yine aynı devlet ve hiç bir zaman da böyle anlar için var olmamıştı zaten.
Devlet dediğimiz aygıt üzerine bugüne kadar binlerce sayfalık bir külliyat oluşmuştur herhalde; Düşünürler, siyasetçiler, aylaklar bu aygıta dair tartışmalarla ‘mükemmel yönetim nedir’e yanıt aramışlardır.
Sokrat’ın ‘Bilge Kral’ından, Aristo’nun ‘Erkek Devlet’ine, Hobbes’in Leviathan’a çağrısından, Rousseou’nun toplum sözleşmesi ile Karl Marks’ın ‘Birikmiş Sermayenin Örgütü’ teorisine ve “Niye devlet var ki abi” diyen Bakunin’e kadar binlerce yıldır tartışıp duruyoruz. Tartışmaya da devam edeceğiz amma velakin Türkiye toplumu olarak 24 sene içinde iki defa, iktidarda kim olursa olsun insanı yaşatmak için var olan bir aygıt olmadığını çok acı bir şekilde anlamış olduk.
99 yıkımı ve 2000 ekonomik krizinden sonra çöken devlet, AKP diye bir kader planı ile geri dönüp tüm ikna aygıtlarını devreye sokarak, Avrupa Birliği yol haritaları ile yeni bir hegemonya inşa etti… 2013 Gezi isyanı ile devlete kaybettiği alanı geri kazanmak isteyen toplum, devletin tüm zor aygıtları devreye sokularak isyan bastırılırken, daha sonra gelen 15 Temmuz darbesi ve referandum süreçleri ile Hobbes’in deyişiyle Leviathan’a çağrı yapıldı ve ‘Bilge Kral’ liderliğinde yeni bir rejim inşa edildi.
Bu rejim de tıpkı 99 depreminde iktidarda olan rejim gibi, kimin neyi giyip, giyemeyeceğinden, kimin belediyede çöpçü olup olamayacağına kadar, toplum üzerinde bir hegemonik güç kurmuşken, 6 Şubat sabahı gelen felaket ile hep birlikte uyandık ki Kral çıplak…
Ancak Kralın çıplak olması, devletin kaybettiği alanları geri kazanmaya çalışmayacağı anlamına gelmemektedir. Bir taraftan OHAL ilan edilirken, öteki taraftan yeni bir kader planı olarak, ‘Restorasyoncu Güçler’i yedekte beklettiğini unutmamak gerekir. işte bu noktada esasen toplumsal doğamızda var olan ve kendi türümüze ve doğamıza karşı sorumluluk duygusu ile başlayan dayanışma ağlarını kalıcı hale getirmek, toplumsal muhalefetin önünde bir görev olarak durmaktadır.
Kalıcı Demokratik bir sivil toplum ağının oluşmasının, hem OHAL uygulamalarını boşa düşüreceği gibi muhtemel restorasyoncu bir iktidara karşı da toplumsal öz savunma sağlayacağını unutmamız gerekir. 99 depremi, gezi isyanı ve öz yönetim direnişlerinin tecrübesi ile Türkiye demokratik muhalefetinin bu konuda yeterinde tecrübe biriktirdiği kanısındayım.
99 depreminde 20 yaşında bir üniversite öğrencisi olarak elimden geldiğince destek olduğum bu dayanışma ağlarının benzerinin 24 yıl sonra bir anda tekrar ortaya çıktığını üniversite öğrencileri ile birlikte yardım kolilerini hazırlarken, o gençlerin gözünde gördüm. Bu kendi türümüze ve doğamıza karşı var olan sorumluluk duygusu tam da çağımızın bilgelerinden birinin dediği gibi demokratik toplumun, toplumun doğasındaki varlığına işaret etmektedir.
Canımız acıyor, alandayız, insanları yaşatmak, bir parça ekmek, bir kap yemek taşımak için elimizden geleni yapıyoruz ama unutmayalım ki, bu kriz anları aynı zamanda siyasal/toplumsal güçler ile iktidarcı, devletçi güçler arasında bir alan mücadelesidir. Dayanışmayı kalıcı bir toplumsal kazanıma çevirmek bizlerin elinde. Devlet enkazın altında ama toplum dimdik ayakta.