İSKİ verilerine göre İstanbul’daki barajların doluluk oranı yüzde 30’un biraz üstünde. Barajlardaki su seviyesinin yüzde 30’un altına düşmesinin halk sağlığı açısından sorunlara neden olacağını söyleyen Dr. Ahmet Soysal, “Halk sağlığını korumak için içme suyu olarak verilen sulara biyolojik açıdan güvenli olup olmadığına dair incelemeler yapılmalı” dedi.
İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan barajların doluluk oranları yağışların azalmasıyla alarm veriyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) verilerine göre, 17 Ocak 2023 itibariyle barajların genel doluluk oranı yüzde 30,82 düzeyine indi.
Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube Başkanı Selahattin Beyaz ve Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Ahmet Soysal, İstanbul barajlarındaki doluluk oranının azalmasıyla birlikte Melen Havzası’ndan su teminini ve barajlardan çekilecek suyun halk sağlığına etkilerini Gazete Karınca’ya değerlendirdi.
‘Melen Barajı geri dönüşü olmayan bir projedir’
Beyaz, İSKİ verilerine göre İstanbul’da bulunan barajların doluluk oranının geçen yıl Ocak ayında yüzde 55 iken bu yıl yapılan ölçümde yüzde 30’a kadar gerilediğinin altını çizerek, “Kuraklığın etkisi, uzun süre yağışların olmaması bu sonucu ortaya çıkarmıştır” diye vurguladı.
Beyaz, İstanbul’un su ihtiyacının kentte bulunan havzalar ve İstanbul’a 190 kilometre uzaklıktaki Melen Havzası’ndan temin edilen suyla karşılandığını ifade etti:
Melen Barajı, geri dönüşü olmayan aynı zamanda alternatifi oluşturulmamış bir su projesidir. Kentin su havzalarından toplanan yağmur suları Ömerli, Büyükçekmece, Terkos, Sazlıdere gibi barajlarda toplanmakta ve su arıtma sistemlerinde arıtılarak şebekeye verilmektedir. Kent içinde havzalarda toplanan yağmur suları miktarı yetersiz olduğu için Melen Havzası’ndan temin edilen su aynı şekilde su arıtma sistemlerinde arıtılarak şebekeye verilmektedir.
İstanbul’daki barajlar aynı zamanda su depolama amaçlı kullanılabildiği için hiç yağmur yağmasa bile Melen’den su temin edildiği sürece kentin susuz kalmasının söz konusu olmayacağını söyleyen Beyaz, “Ancak 190 kilometre uzaklıktaki Düzce’den İstanbul’a iletilen suyun bedeli enerji kullanımından dolayı yüksek olmaktadır” dedi.
‘İstanbul, 190 km uzaklıktaki başka bir kentin suyuna muhtaç’
Havzasının yüzde 80’i Düzce il sınırları içinde bulunan Melen Barajı’nın tamamlanmasının bir sorunlar yumağına döndüğünü söyleyen Beyaz, “Beş yılda bitirileceği tahmin edilen Melen Barajı’nın aktif kullanımının en iyi olasılıkla 2030 yılından önce olmayacağı anlaşılmaktadır. Melen Barajı’na dayalı su sistemi İstanbul için akıbeti öngörülemeyen bir projeye dönüşmüştür” ifadelerini kullandı.
“İstanbul’un su havzalarını yapılaşmaya açan sermaye, İstanbul halkının su ihtiyacını, 190 km uzaklıktaki başka bir kentin sularına muhtaç bırakarak çözmek istemiştir” diyen ÇMO İstanbul Şube Başkanı Selahattin Beyaz, Melen Barajı’nın akıbeti belirsiz bir sürece dönüştüğünü ve temel yaşam ihtiyacı olan suyun yüksek maliyetinin halka yüklendiğini vurguladı.
‘Türkiye’nin içme suyu barajlarında su seviyesi düşük’
Sadece İstanbul’da değil, Türkiye’nin hemen her tarafında yağış azlığından kaynaklı su sorunu yaşandığını ifade eden Dr. Ahmet Soysal, barajlardaki su seviyesinin düşük olmasının risklerine dair şunları söyledi:
Barajlarda su seviyeleri yüzde 30’un altına düşerse ve daha derinden su çekilip şebekelere verilmek zorunda kalınırsa, bu suyun içinde yıllardan beri yerçekimi etkisi ile baraj dibine çöken çamur, balçık, ağır metaller, kimyasal kirleticiler veyahut yeraltı biyolojik kirleticileri de bulunabilecektir. Türkiye’nin hemen hemen her tarafında birinci kalite suya yönelik biyolojik arıtım yapılıyor. Ama barajın altından ne kadar çok su çekerseniz kimyasal etkenlerle ve ağır metallerle karşılaşma şansınız o kadar artar.
Dipten yapılacak su çekimlerinin halk sağlığını olumsuz etkileyeceğine işaret eden Soysal, “Tabii ki barajlardaki su seviyesinin yüzde 30’ların altına düşmesi halk sağlığı açısından bir risk” diyerek diğer tehlikelere de dikkat çekti:
Bir başka risk de şu: Sonuç olarak biyolojik arıtım sistemlerinde belli oranda kloru yükselterek bakteri ve virüslere karşı bir güvence sağlayabilirsiniz, ama sonuç olarak dibe girip çamur, tortu, çökmüş ağır metal ve kimyasallar gibi şeyleri çekiyorsanız bunu şu an elimizdeki içme suyu arıtım sistemiyle görmemiz ve temizlememiz mümkün değil. Su seviyesi düştüğü sürece sisteme halk sağlığını bozacak atıklar karışacaktır.
Biyolojik ajanların dışında kimyasal tehditlerin karışması da mümkün olabilir. Bu da halk sağlığı açısından içme suyunda yaşadığımız sorunları büyütecektir. Kullandığımız su, biyolojik olarak kirliyse gastrointestinal (sindirim sistemi) hastalıklar gibi hastalıklara yol açar. Ama sonuç olarak dipten ağır metalleri ya da başka kimyasalları, plastikleri, nano plastikleri, mikro plastikleri çekersek bunlar insan vücuduna girdikten sonra insan vücudu tarafından dışarı atılamayan, bu nedenle de değişik sağlık tablolarına neden olan ajanlar organ kanserlerine kadar birçok hastalığa sebep olabilir.
Ağır metallerin çoğunun Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından insanlar için kanserojen olarak işaretlendiğini belirten Soysal, “Yağışlar düştüğü vakit, eğer yeraltı sularından içme suyu veriyorsanız o bölgedeki jeolojik yapıda da örneğin arsenik varsa böyle bir su vermiş olursunuz. Bunların hepsi çok ciddi sorunlar. Halk sağlığını korumak için içme suyu olarak verilen sulara biyolojik açıdan güvenli olup olmadığına dair incelemeler yapılmalı” diye konuştu.