Beden bir lamekândır – Elend Aydın
Kendi tuzağına tutulmuş avcı
çıkamaz içinin tetiğinden
avı değilbaşını beklediği
içinin zembereğinde kendi, bilmediği
Varoluşun doğasında da bir “avlanmışlık” olayı var sanki. Zira zamandan ve bedenden bir kafese kapatılıyoruz, kaçış yok… Beden hem daracık sınırlarımızı oluşturur hem de ait olduğumuz zamanın sınırlarıyla elele vererek sınırsız mahpusluğumuzu işaret eder sürekli. Ne kalp ağrısından kaçabiliriz ne parmak uçlarımıza batan dikenin sızısından. Kıskıvrak oradayız işte; bizim olan, bizim olmayan varoluşun yabancı fanusu bedende! Bir grip virüsüyle de devirebilir bizi yere, bir fobiyle de. Ama sürekli faal, sürekli işbaşındadır. Uyurkenki hatalarımızı bile affetmez, olmadık kramplar ve sızılarla canlandırır. Kaçış yok ya. Dönüp dolaşıp ayaklarımızın bizi götürmeyeceği, ellerimizin ulaşamayacağı yerlere ve şeylere tutuluruz. Beden bir lamekândır* aslında bu anlamda. Hiçbir yere gidemediğimiz için hiçbir yerde, burada bile değilizdir, bedenin sınırlarında zincirlenmiş olsak da…
Tam bu noktada belli ki girişteki şiir devreye giriyor ve bir “avcıya” dönüşüyoruz. Ama ava giden hep avlandığı için orada da çakılı kalıyoruz, sinsi tuzağımızın dibinde! Öte yandan, insanın kendine karşı avcı olması, ruh-beden, birey-toplum olgularını düalist bazda ele almasındandır belki de; av ve avcı meselesine gelince de hep vurmak istediği bir ben’in peşinde olur gözükara bir şekilde.
“Çıkmak için kapatıldığın / ette açık ruhta saklı dolambaç” da diyor şair. Tam burada şiddetli bir bahar yağmuru başladı ve düşüncelerim yağmur damlalarının bedenine kapılıp gitti, kapılıp yağdı, kapılıp yok oldu. Her şeyin beden ve ruhu varsa, insanınkine böyle haddinden fazla odaklanmak ipin ucunu kaçırtmıyor mu biraz? Evrenin her bedeni “av, avcı ve dolambaç” sahibiyse varoluşu bu şiddette bir sıkıntıyla ele almamak lazım belki de. Yağmur damlaları demin vardılar ama şimdi yoklar mesela. Onlarla demin hemhal olan düşüncelerimle birlikte ben de yokum aslında. An itibariyle sürreel bir olaya dönüşen yağmurla birlikte bedenin de sürreel bağlamları var bence. Bundandır ki hep aynı hissiyat frekansında kalmaz ve böyle bir yazı çıkarır ortaya, yani; Samsavari bir varoluş kasvetiyle sürünerek başlayan cümleler, yağmurda demlenen son Mayıs çiçeklerinin güleçliğiyle son bulur. “Av ve avcı” barışır, “dolambaç” fenerli mısralarla aydınlanır. İnsan ne kendine ne de başkalarına “av” olamaz olmamalı. 25 Haziran sabahı bu anlamda da önemlidir değil mi?
Yağmura karışmış fikirlerle elveda!