Ana SayfaBilim ve TeknolojiBilimsel yayıncılığın Covid-19 sınavı

Bilimsel yayıncılığın Covid-19 sınavı

HABER MERKEZİ – Güncel bilimsel gelişmelere ve bilim tarihine mercek tuttuğumuz “Karınca’nın Gözünden Bilim”de bu hafta, Corona virüsünün yol açtığı Covid-19 hastalığı üzerine yapılan bilimsel çalışmaların hızı ve yayın kalitesine odaklanıyoruz.


Mehmet Ali Döke*


Covid-19 hastalığı insanlığın gündemine oturalı henüz bir yıl bile olmadı. Hastalığın ortaya çıktığı andan beri dünyanın dört bir yanındaki binlerce araştırmacı ortak bir hedefle çalışmakta; bir an önce virüsün insan sağlığına olan etkilerini dizginleyebilecek birtakım ilaçlar bulmak ve daha da önemlisi yayılımını durduracak bir aşı geliştirmek. Durumun ciddiyeti ve bilgiye duyulan gereksinimin büyüklüğü nedeniyle bilimsel çalışmalar daha önce eşi benzeri görülmemiş bir hızla ilerlemekte.

Bilimsel yayın takip edenlerin hiç bitmeyen şikâyeti olan erişim ücretleri pandemi ile yeniden gündemde. İlk aylardan itibaren bilimsel yayıncılara ulaşan ve kampanyalar yürüten araştırmacılar, üniversiteler ve kurumlar bu konuda basılan yayınların ücretsiz bir şekilde tüm dünyadan erişime açık olması gerektiğini dile getiriyorlar. Buna karşın bazı yayıncılar ayak diriyorlar ve Covid-19 yayınlarından vurgun yapmak istedikleri için ücretleri kaldırmıyorlar. Bu direnç yüzünden konuyla ilgili yayınların yüzde 20’sinden fazlası yayınlara üyelik yapmadan ya da makale başına ücret ödemeden erişilemez durumda. Bu durum en çok da ekonomik sömürüye maruz kalmış ülkelerde çalışan araştırmacı ve doktorların en güncel bilgiye erişiminin kısıtlanması demek.

Güncel yayınlara erişebilmek sorunun önemli bir kısmı olsa da sadece başlangıcını oluşturuyor. Johns Hopkins Üniversitesi Bloomberg Toplum Sağlığı Okulu’nda bulaşıcı hastalık epidemiyolojisi uzmanı Kate Grabowski’ye göre, “İnsanların basılı makaleleri baştan sona okuyup neyin önemli ve değerli olduğunu ve çalışmaların ne gibi sınırlamaları olduğunu anlayacak zamanları yok”. Kuzey Carolina Üniversitesi’nde Covid-19 üzerine araştırma yapan virolog Timothy Sheahan da yayınları takip etmekte zorlandığını söylüyor. “Yetişemiyorum” diyor Sheahan, “yetişmek mümkün değil”.

Sheahan abartıyor diye düşünebilirsiniz ama sayılara bakınca yetişmenin imkânsız olduğu apaçık ortaya çıkıyor. Covid-19 ile ilgili basılmış toplam yayın sayısı ortalama 20 haftada bir ikiye katlanıyor. An itibariyle başlığında ya da içinde “Covid-19” geçen bilimsel yayın sayısı 1 milyon 320 bin (evet, yedi haneli!). Şu anki yayın hızında bütün yayınları taramak isteyen bir araştırmacının başka hiçbir şey yapmaması halinde dakikada 4-5 yayın okuması gerekiyor.

Zamanın doğrusal ve düzenli aktığını kabul edersek, insan beyni ve biyolojisinin sınırlarını da dikkate alırsak bu kadar çok yayını takip etmenin insanlara göre bir iş olmadığını görmek zor değil. Bu noktada devreye insanlığın en yeni ‘dost’larından biri giriyor: yapay zekâ. Semantic Scholar adlı yapay zekâ destekli bilimsel yayın arama motoru 2015’te hizmete girmişti. Eldeki teknolojiyi bu duruma uyarlayan yazılımcılar, halka açık bir Covid-19 veri tabanı ortaya koydular ve bu arşiv her gün yenilenmekte. Tabii her ne kadar arama motoru halka açık olsa da makalelere erişimde karşılaşılan ödeme duvarı sorunu halen geçerli.

Semantic Scholar’ın iddiasına göre, bilimsel makale taramakta kullanılan Google Scholar ya da PubMed arama motorlarından farklı olarak, onların sistemi en önemli ve etkili makaleleri öne çıkarıyor ve bu çalışmalar arasındaki bağlantıları da ortaya koyuyor. Bağımsız araştırmacıların iddialarına göre yapay zekâ umulduğu kadar iyi çalışmıyor ve ilgisiz makaleler de arşivde sıklıkla yer buluyor. Dahası, bu yazının yazıldığı sırada, Semantic Scholar veri tabanında 280 bin makale var. Her ne kadar bu sayı genel yayın sayısının yaklaşık beşte biri olsa da, halen bu kadar yayını taramak insan sınırlarının dışında bir beceri gerektiriyor.

Bu noktada da yardıma yine yapay zekâ koşuyor. Google içinde kurulmuş bir yapay zeka çalışma grubu olan Kaggle, bu işe özel yazılımlar üretmiş durumda. Kaggle, araştırmacıların belirlediği 17 temel soruya yanıt aramak için Semantic Scholar veri tabanındaki makalelerden en öne çıkanları tarıyor. Sorular, virüsün kökeni ve evriminden tanı ve tedavi yöntemlerine kadar önemli başlıkların tamamını kapsıyor. Her sorunun kendi sayfası var ve sayfaya gidildiğinde o soruya ilişkin önde geldiği iddia edilen makalelere erişilebiliyor. Kaggle içinde işlenen makale sayısı birkaç bini geçmiyor. Bu haliyle derli toplu bir kaynak gibi görünmekle beraber hem kendi yazılımındaki yanlılık hem de makaleleri aldığı Semantic Scholar’ın veri tabanındaki sorunları üst üste bindiren bu çözüm de kusursuz olmaktan epey uzak görünüyor.

Teknolojinin sorunu çözmeye henüz yetemediği günümüzde, araştırmacıların büyük bir kısmı eskiden beri kullanılan yöntemlerle yola devam ediyor. Bilimsel cemiyet ve toplulukların ya da adı bilinen akademik dergilerin derlediği özet bültenler çoğu araştırmacının imdadına koşuyor. Tabii çağ sosyal medya çağı iken araştırmacılar dünyanın her yerindeki başka araştırmacıların ne düşündüğünü araya başka mecra sokmaya gerek kalmaksızın Twitter ve benzeri ortamlardan da takip ediyorlar. Eskiden çoğu zaman senede bir defa toplanıp kendi alanımızdan araştırmacılarla fikir alışverişi yapabildiğimizi düşünürsek, belki de teknolojinin en büyük katkısı önemli olabilecek düşüncelerin anında yayılmasına ortam sağlamış olması. Tabii ki akla mantığa sığmayacak saçmalıklar da aynı yoldan kitlelere ulaşabiliyor.

Avaaz grubunun yaptığı bir çalışmaya göre Facebook’ta aşı ve ilaçlarla ilgili yalan haberler yaklaşık 4 milyar kez görüntülenirken, Dünya Dağlık Örgütü (DSÖ) ve ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (İngilizce: Centers for Disease Control and Prevention, CDC) gibi görece güvenilir kaynaklardan yayılan bilgilerin dağılımı bunun ancak dörtte biri seviyesinde kalmış. Her ne kadar Facebook yöneticileri sitelerinde paylaşılan yanıltıcı ve yalan haberlerle mücadele ettiklerini ve engelleyemedikleri zaman okurları bilgilendirmek için uyarılar eklediklerini iddia etseler de Avaaz’ın araştırmasında bulunan yalan haberlerin yüzde 84’ünde herhangi bir engelleme ya da uyarı yok.

Benzer şekilde sıklıkla kullanılan YouTube ve Twitter platformlarında da yalan haberler hızla yayılmış ve milyonlarca insanın toplum sağlığını tehlikeye sokacak inançlar geliştirmesine neden olmuştu. Yakın zamanda İngiltere’de yapılan bir ankete göre insanların yaklaşık üçte biri virüsün laboratuvarda üretilip salındığına ve yetkililerin virüsten kaynaklanan ölümleri düşük gösterdiğine inanıyor (halbuki ABD’de bu inanç tam tersi: ciddi sayıda Amerikan vatandaşı virüsten ölümlerin şişirilerek sunulduğuna inanıyor). Ankete katılanların yüzde 13’ü virüsün üretilme ve yayılma sebebinin ise insanları aşı olmaya ikna etmek olduğuna inanıyor. Araştırmaya göre bu temelsiz inançlar, haberleri sosyal medyadan takip edenler arasında daha yaygın.

İllüstrasyon: Mike Reddy

İğneyi her tarafa batırdıktan sonra gelelim çuvaldıza. Bir bilim insanı olarak beni de çok üzen bir şekilde Covid-19 ile ilgili çok sayıda yayının büyük bir hızla basıldığı bu süreçte yayın kalitesinin temel sorumlusu olan dergiler sınıfta kaldı. Aralarında Elsevier ve Cold Spring Harbor Laboratory Press gibi tanınmış yayıncılara ait yayınların da olduğu çeşitli akademik dergilerde basılmış 34 yayın halihazırda geri çekilmiş durumda. Makale çekmek zorunda kalan dergiler arasında alanda çok bilinen Lancet ve New England Tıp Dergisi de var. Lancet’ten geri çekilen makale yakın zamanda ABD’den başlayarak büyük bir tartışmaya da konu olmuştu. Makalenin hastalara iyi geldiğini iddia ettiği sıtma ilacının ABD Başkanı Donald Trump tarafından övülmesi ile birlikte dünya çapında yayılan bu geçersiz bilgi ile mücadele halen sürmekte. Makale yayından kaldırılmış olsa da ona dayanan yalan haberler yayılmaya devam ediyor.

Daha yakın zamanda ise akıl almaz bir iddia yine bilimsel yayın süzgecinden geçip yayınlanmayı başardı. Elsevier’in dergisi Science of the Total Environment (Tüm/Bütün Çevre Bilimi) tarafından 8 Ekim’de yayımlanan makaleye göre Covid-19 ölümlerinin nedeni Dünya’nın manyetik alanındaki değişimler. Sadece başlığını okuduğumuzda bile mantığa ters gelen bu yayının nasıl olup da hakem ve editör değerlendirmesinden geçtiğini anlamak mümkün değil. Yayının baş yazarı olan Moses Bility, Pittsburgh Üniversitesi Toplum Sağlığı Yüksek Okulu’ndan bir akademisyen. Bility’ye göre araştırmalarında bir sıkıntı yok. Billity’nin iddiasının temelinde kendi laboratuvarında üzerinde araştırma yapılan sağlıklı farelerin pek çoğunun 12 saat içinde hastalanıp ölmesi yatıyor. Farelerin nefes almakta zorlandığını gözeyen Bility, daha sonra ölen farelere otopsi yaptığında akciğerlerinin ve böbreklerinin hasar görmüş olduğunu ve bu hasarın elektrikli sigara kullanımı sonucunda ortaya çıkan bazı vakalara benzediğini gördü. Buraya kadar bir sınıktı yok. Farelerin öldüğü Mart ayı mevsim geçişine denk geldiği ve bu sırada Dünya’nın manyetik alanında bazı değişiklikler olduğu için Bility, ölümlerin nedeninin manyetik alan değişimi sonucu farelerin akciğerlerinde manyetik alana duyarlı demirli bileşiklerde gerçekleşen birtakım değişimler olduğu sonucuna vardı. Bu iddia kendi başına yeterince temelsiz. Ama Bility ve çalışma arkadaşları orada da kalmayıp Covid-19 ölümlerinin en yüksek olduğu zamanın Şubat ve Mart ayları olduğuna dayanarak, farelerin ölümüne dair iddialarının Covid-19 ölümlerini de kapsayacağını savunuyorlar.

Başka araştırmacılar ise böyle bir makalenin nasıl olup da bilimsel bir yayın olarak aradan sızabilmiş olabileceğine dair ipuçları veriyorlar. California Teknoloji Enstitüsü’nde jeobiyolog olan ve insanlar da dahil çeşitli türlerin manyetik alanı nasıl sezdiklerine dair çalışma yürüten Joe Kirschvink’e göre, böyle yayınlar yüzünden alanda kaliteli çalışmalar yürüten araştırmacıların da saygınlığı düşüyor. Kirschvink, yayında pek çok temel hata olduğuna dikkat çekiyor. Öncelikle, moleküllerin kuvvetli manyetik alan ile değişikliğe uğratılması mümkün olsa da Dünya’nın manyetik alanı gereken ölçeğin binlerce kat altında ve iddia edilen etkiye sahip olması imkânsız. Dahası, manyetik alanın etkisine ikna olmuş görünen makale yazarları, çare olarak da yeşim taşından yapılmış muskalarla Covid-19’dan korunmanın mümkün olabileceğini iddia ediyor. Kirschvink’e göre, gerçekten manyetik alandan hastalanıyor olsaydık bile, yeşim taşının manyetik alanı durdurma ya da değiştirme gibi bir özelliği yok.

Makaleyi irdeleyen bir diğer araştırmacı olan Johns Hopkins Üniversitesi Tıp Okulu’ndan Kenneth Witwer ise Bility’nin bitişik iki odada fare tuttuğuna ama her ne hikmetse sadece birinci odadaki farelerin aniden öldüğüne dikkat çekiyor. Dünya’nın manyetik alanında olabilecek değişimlerden kaynaklanan ölümlerin tek odayla sınırlı kalmasını mantığa ters bulan Witwer, daha basit bir açıklama olarak fark edilmemiş bir bulaşıcı hastalık etmeninin birinci odadaki fareler arasında yayılmış olabileceğini öne sürüyor. Geçmişte benzer sözde bilimsel yaklaşımlarla HIV/AIDS krizine müdahalenin geciktirildiğini ve devlet kurumlarından kaynak alan araştırmacıların bu gibi akla sığmaz iddialar üretmek için toplumun kaynaklarını çarçur ettiklerini belirten Witwer, akademinin bu konuda daha uyanık olması gerektiğini ve bu gibi yayınların hakem değerlendirmesinden geçmemesi gerektiğini vurguluyor.

Sonuç olarak bilginin daha önce görülmemiş bir hızla üretilip anında bütün dünyaya yayılabildiği günümüzde görüyoruz ki her öğretim seviyesinden insanın temelsiz iddialara kanma ve bunları bilerek ya da bilmeyerek yayma olasılığı var. Bu noktada bilginin tüketimi sırasında biz okurlara son bir süzgeç olarak önemli bir görev düşüyor. Kendimizi tamamen korumak mümkün olmasa da bazı temel yöntemlerle elimize geçen bilginin kalitesini biraz daha yüksek tutmak zor değil.

Örneğin kuzeninizin ya da teyzenizin Facebook’ta paylaştığı iddiayı düşünmeden alıp daha da yaymak yerine iddianın bir kaynağı olup olmadığı, eğer varsa bu kaynağın hakemli bir dergiye dayanıp dayanmadığını (her ne kadar kusursuz olmasa da dergiler halen ortalamanın üstünde bir kalite sunuyorlar) yoklayabiliriz. Haberlerin bize oradan buradan gelmesini beklemek yerine, görece güvenilir kaynaklara kendimiz yönelebiliriz. Örneğin alanda uzman yerli ve yabancı araştırmacıları bugün sosyal medyadan takip etmek çok zor değil. Türkiye’de yaşayanlar için Tabipler Birliği, İngilizce bileneler için Dünya Sağlık Örgütü’nün güncel açıklamalarına erişmek artık çok kolay. Covid-19 ile mücadelede bilime, akla, mantığa dayalı bilgiden daha kuvvetli bir silahımız yok.

Kaynaklar

https://www.the-scientist.com/news-opinion/paper-proposing-covid-19-magnetism-link-to-be-retracted-68126/amp
https://www.sciencemag.org/news/2020/05/scientists-are-drowning-covid-19-papers-can-new-tools-keep-them-afloat
https://www.sciencemag.org/news/2020/06/two-elite-medical-journals-retract-coronavirus-papers-over-data-integrity-questions
https://www.semanticscholar.org/cord19
https://www.kaggle.com/allen-institute-for-ai/CORD-19-research-challenge/tasks
https://www.washingtonpost.com/technology/2020/08/19/facebook-misinformation-coronavirus-avaaz/
http://retractiondatabase.org/
https://link.springer.com/article/10.1007/s11192-020-03661-9
https://www.the-scientist.com/news-opinion/paper-proposing-covid-19-magnetism-link-to-be-retracted-68126/amp
https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0048969720363592?via%3Dihub

* Puerto Rico Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırmacı, entomolog




Önceki Haber
Collider’a göre son 10 yılın en iyi 50 film afişi
Sonraki Haber
Hekimler uyarıyor: Salgın kontrolden çıktı, acilen tedbir alınmalı