Ana SayfaGüncelDemirtaş’tan ‘reform’ yorumu

Demirtaş’tan ‘reform’ yorumu

HABER MERKEZİ – HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, dört yılı aşkın süredir tutuklu bulunuyor. Edirne Cezaevi’nde tutulan Demirtaş, 45 isimden gelen 45 farklı soruya yanıt verdi. 1+1 Forum‘da yayımlanan soru ve cevaplardan bazılarını paylaşıyoruz.

Dinçer Demirkent (siyaset bilimci):

Politikanın bildiğimiz damarlarının tıkandığı, kamusal eleştirinin her türünün iktidar tarafından kapatıldığı, bütün çoğullukların “bir”e indirgendiği bir dönemde, hem de cezaevindeyken resimden öykü ve romana kadar ifadenin çeşitli ve çoğul olanaklarını kullanarak “çok” olana seslenmeyi başardınız. Türkiye’nin sıkışmışlığını aşacak, politik geleceğini örgütleyecek bir programın mottosu ne olmalı, bu nasıl bir politik dille yaygınlaştırılmalı?

Selahattin Demirtaş:

Bence temel motto “tekliğe karşı çokluk” olmalıdır. Buradaki “tek” sözü sadece “tek adam”ı ifade etmiyor; düşüncede, inançta, ideolojide, dilde ve elbette yönetimde dayatılan ve aslında geçmişi AKP’den de eskiye dayanan tekliğe karşı “çoklu” olma hallerini en yalın şekilde mahalleye, sokağa, köye, okula, işyerlerine kadar anlatabilmeliyiz. Elbette bu sürecin politik dili de çoklu olmalıdır. Yani her mahalleye, kelimenin her iki anlamıyla, kendi dilinden seslenmeliyiz. Hakeza bu sürecin yürütücüsü politik aktörler de çoklu olmak zorundalar. Bir lider hareketi veya tek lider etrafında kenetlenmiş politik hareketlerin kendisi bizzat çelişki olur zaten. Bize lâzım olan şey kolektif öncülüktür, bir lider değil.

Başaran Aksu (Umut-Sen örgütlenme koordinatörü):

Sizin içeride olduğunuz süre boyunca Anadolu’nun çok sayıda ilinde işçiler çeşitli hak kayıpları gündemleriyle bazıları kısa süreli ve kendiliğinden, bazıları örgütlü ve uzun süren direnişler, eylemler yaptılar. Örneğin, Şanlıurfa-TÜVTÜRK’te sendikalaşma nedeniyle işten atılan Nakliyat-İş üyesi işçilerin direnişi 700’lü günlerde, sürüyor. Ancak, üç işçi konfederasyonu da, bir-iki bağlı sendikayı dışarıda tutmak koşuluyla, işçilerin bu direnme eğilimiyle bağ kurmuyor, hatta bazen doğrudan işçilerin karşısında konumlanan tutumlar sergiliyorlar. Yine örneğin, Soma’da Türk-İş’e bağlı sendikanın patronla yaptığı protokol nedeniyle yedi yıl boyunca kıdem tazminatını alamayan 3500 maden işçisi yeni kurulan bir bağımsız maden sendikası öncülüğünde bir buçuk yıl süren tavizsiz mücadele sonucu TBMM’yi işçi lehine yasa çıkarmak zorunda bırakarak tazminat haklarını alabildi. Anadolu’nun emekçileri proleterleşirken, sendikaları sarılaşırken işçiler arasında bir direnme eğilimi ve yeni örgütlenme, yol bulma arayışları artıyor. Siz bu değişimi, dönüşümü nasıl gözlemliyorsunuz? Bu tabloyu dikkate alınca, işçilere çağrınız, öneriniz ne olur? Ülkemiz soluna, işçi sınıfına bu uzaklığını aşması için önerileriniz ne olur?

Demirtaş:

Sınıf temeli direnişlerin lokal düzeyde bile olsa sürmesi çok değerlidir. İşçilerin gerek ideolojik yakınlıkla, gerekse de mecburiyetten sarı sendikalara yönelmesi, sağ iktidarların bilinçli ve merkezi politikalarından bağımsız değil. Biz demokrasi ittifakından söz ederken, solun da kendi içinde bir sol ittifakla bu demokrasi ittifakında yer alması gerektiğini söylüyoruz. Yani sol siyaset, bir hükümet programıyla ortaya çıkarak, seçimlerden gücü oranında alacağı sonuca göre yönetime dahil olmalıdır. Musluğu sağa teslim edip susuzluğa karşı direnmek değildir solculuk. O nedenle, ciddi bir siyasi öncülük görevi solun (birleşik solu kastediyorum) önünde tüm yakıcılığıyla duruyorken bundan kaçınmak sadece sömürünün katmerleşmesine yol açar. Evet, direnmek önemlidir, ama kazanmak da gerekir. Solun önünde hem bu görev hem de fırsat var. Bunları iyi değerlendirmek gerekir. Özellikle TİP, EMEP, Sol Parti gibi önemli sol aktörlerin bu süreci ciddiyetle ele almalarında yarar görüyorum. Ayrıca Kürt partileri de bu blokta yerlerini alabilirler. HDP’nin ise buna zaten kapalı olmadığını biliyoruz. Anti-faşist blok önermesi budur zaten.

Uğur Gürses (ekonomist):

Ekonomik koşullar giderek kötüleşirken, salgınla beraber daha da ağırlaştı. Milyonlarca çalışan işini kaybederken, milyonlarcası da kısa çalışma ödeneği ve ücretsiz izin bağlantılı işsizlik ödeneği ile “işbaşında olmadan işi olarak”, ama işsizlik kıyısında durarak yaşamını idame ettiriyor. İktidar ise bu ekonomik sonuçları, siyasi kutuplaşmayı yükselterek, uluslararası ihtilafları derinleştirerek konsolide etmeye çalışıyor. 2019 seçimleri farklı kesimlerin uzlaşmasıyla bu girdaptan çıkış için büyük bir umut yarattı. Yazdığınız “güçlendirilmiş parlamenter sistem” önerisindeki temel unsurlar siyasetin “normalleşmesi” bağlamında ekonomik krizden çıkışın da temel reçetesi aynı zamanda. Bunun için farklı siyasi mahallelerin ittifakında yol haritasını nasıl öngörüyorsunuz?

Demirtaş:

Devletin ve toplumun demokratikleşmesi beraberinde ekonomik büyümeyi getirebilir, bu mümkündür. Ama mesela bizim savunduğumuz şey ekonomik büyüme değil, üretime dayalı kalkınmadır. Burada da marjlarımız var; üretim doğa katliamına yol açmayacak, emek sömürüsüne dayanmayacak, iş yaşamında cinsiyetçilik olmayacak, sosyal devlet azami düzeyde devreye girecek ve gelir-vergi adaleti sağlanacak. Dolayısıyla, demokrasi ittifakı eşittir demokratik ekonomi anlamına gelmiyor. Ancak ortak bir ekonomik programda, hiç değilse geçiş süreci için, anlaşabilmenin yollarını da bulmak zorundayız. Sonrasında da eğer demokratik siyaset imkânı tüm kesimler açısından adil bir ortama kavuşmuşsa elbette herkes kendi ekonomi programıyla bir sonraki seçime hazırlanacaktır.

‘Sözde reform girişimleri mevcut krizi derinleştirmekten başka işe yaramaz’

Osman Kavala ile Selahattin Demirtaş

Erdal Er (gazeteci):

“Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışınızdan sonra Erdoğan’ın yakın çevresine “bana ihanet ettiler” dediği, bu nedenle size kişisel husumet beslediği, bunun sonucu olarak hapiste olduğunuz söyleniyor. Bu iddiaya yorumunuz nedir? Sizin Erdoğan’la kişisel bir sorununuz var mı? Türkiye’de ekonomik, siyasi krizin aşılması, barış ve demokrasinin sağlanması için Erdoğan nasıl bir rol oynayabilir? Çözüm için siyasi rakibiniz Erdoğan’la el sıkışır mısınız? AKP ile HDP yan yana gelebilir mi?

Demirtaş:

Kişisel husumetin kısmen payı olsa bile asıl neden HDP’nin politik çizgisidir. İçeride olmamızın nedeni de partimizin her konudaki duruşunu savunmamızdır. Erdoğan ile nasıl bir kişisel sorunum olabilir ki? Ben bir siyasi rehine olarak hapisteyim. Kurumsal ve radikal demokratik adımlar cesaretle atılırsa kaos durumundan çıkış mümkün olabilir. Benim ve arkadaşlarımın şahsi özgürlüğünden çok, toplumun özgürlüğünün ve Türkiye’nin demokrasisinin gelişmesi önemlidir. Samimi ve somut demokratik adımları, HDP dahil tüm partilerin destekleyebileceğini düşünüyorum. Elbette demokratikleşmeye en fazla katkı sunması beklenenler, muhalif demokrasi güçleridir. Ancak toplum bu kadar acı çekerken, açlık ve işsizlikle kıvranırken iktidar samimi adımlar atarsa burada aslolan toplumun kazanımını gözetmek olacağından, elbette aklı başında hiç kimse reforma karşı çıkmaz. Reform ve demokrasi adımlarını isimler üzerinden değil, genel ilkeler ve toplumun yararı üzerinden tartışmak yararlı olur. Oyalama ve aldatmaya dönük sözde reform girişimleri ise mevcut krizi derinleştirmekten başka işe yaramaz. Şu andaki sorunları ve krizi yaratan biz değiliz, ama çözüm konusunda kendimizi sorumlu hissederiz. Yeter ki ciddiyeti ve samimiyeti görelim. Bu düşüncelerim, iktidarından muhalefetine tüm partilere yöneliktir. Ve elbette demokratik reformların siyasi muhatabı kurumsal olarak partimiz HDP’dir. Konuşulması gereken, görüşü alınması gereken HDP’dir. HDP’yi dışlayan ve yok sayan hiçbir demokrasi hamlesinin ve demokrasi bloğunun başarı şansı olmaz, samimiyeti de sorgulanır. Ben de buradan tüm gelişmeleri büyük bir dikkatle ve sabırla izlemeye devam edeceğim.

Özgür Amed (yazar):

Claude Lanzmann Yahudi soykırımıyla ilgili bilinen en ünlü yapıt olan Shoah belgeselinde, özce “öldürmeyi istemekle öldürme eylemi arasında büyük bir uçurumun olduğu” tespitine varır. Bu son derece kritik “uçurumu” Kürtler açısından, özellikle 2015 sonrası devletin bariz ideolojik dönüşümü ve olan bitenler ışığında ele aldığımızda, devletin tam da bizi bu “istem ve eylem” diyalektiğinde benzer bir yere sıkıştırdığını ve artık “istem”den “eylem”e çok net geçtiğini düşünenlerdenim. Yani Kürtler için “neden” sorusunun ortadan kalktığı, zamanın da “toplama kampı” şeklinde kurgulandığı bir aralıktayız. Eylemini her gün, direnen tüm özneler üzerinden, yeniden üreten bu iktidar aklına karşı kendi alanınızdan kurduğunuz tüm sözlerin/tespitlerin en az tartışıldığı yerin görece siyasal Kürt mahallesi olması, en çok ilgilenenlerin de mevzubahis “eylem”den en az etkilenen sınıf olması sizce de bir soruna işaret etmiyor mu?

Demirtaş:

Devletin bariz ideolojik dönüşümünün 2015’ten değil, 1925’ten itibaren yaşandığını düşünüyorum. Ben kimseyi bağlayacak kararlar ilan etmiyor, bir siyasetçi olarak düşüncelerimi açıklıyorum sadece. Bunu yaparken de aman eleştirilmeyeyim kaygısıyla hareket etmiyorum. Doğru bildiğim, inandığım şeyleri söylüyorum. Kaldı ki, tam da bu nedenle yüzlerce yıl hapis istemiyle yargılanıyorum. Sözlerim/tespitlerim “siyasi Kürt mahallesi”nde de tartışılıyor, değerlendiriliyor, anlamlı bulunuyor veya eleştiriliyor. Fakat benim arkadaşlarım bunu medya önünde linç etme ahlâksızlığına düşmeden yapma olgunluğuna sahip olduklarından, belki siz duymuyorsunuzdur.


1+1 Forum’da yayımlanan söyleşinin tamamına BURADAN ulaşabilirsiniz.



Önceki Haber
Türkiye’nin en kalitesiz havası Düzce'de
Sonraki Haber
İzmir'de 'karanlık tablo': Barajlarda su seviyesi düştü, kuraklık kapıda