Ana SayfaManşetKürt meselesinde direnç noktaları

Kürt meselesinde direnç noktaları


Mehmet Nuri Özdemir*


Türkiye’de AKP’yi ve Erdoğan’ı bahane ederek solda ve sağda Kürt meselesinin çözümüne yönelik ciddi bir “direnç” oluşmaya başladı. Bunu “Kürt körü” politikaların ve söylemlerin artmasından da görebiliyoruz. Reel politik saha başta olmak üzere medyada çıkan analistlerin yorumları resmi ideolojinin belirlediği tarihsel döngüyü tekrar ediyor ve aynı teorik kaplardan besleniyor. Bu atmosferi domine eden Kürt meselesinin siyasal çözümünü kolaylaştıran bir ivmeye ihtiyaç olduğu görülse de şimdilik herkes başını kuma gömmüş bir şekilde siyaset yapmaya devam ediyor. Buna “politik ırkçılık” demek mümkün. Fakat politik ırkçılık başka bir yazının konusu olacak kadar derin bir mevzu.

Kürtleri yok sayan politikalar üzerinden varlığını koruma stratejisi olarak tanımlanabilecek geleneksel paradigma her hortladığında ülke içinde yapılan tüm kirli işlerin üzeri rahatlıkla örtülebiliyor. Yine böyle bir dönemden geçiyoruz. Son zamanlarda gündeme damgasını vuran mafyatik ilişkiler, devletin derin kadrolarının yeniden sahneye çıkması ve paramiliter yapıların varlığı Kürt meselesinin çözümsüzlüğüyle doğrudan bağlantılı. Bu bağlantıyı kurmamak bilinçli bir tercihtir; öyle görünüyor ki Kürt meselesinde bir kez daha “yokmuş gibi davranma” dönemine geri döndük. Bu noktada böyle düşünen muhaliflerin Erdoğan ile örtüştüklerini söyleyelim. Erdoğan da “düşünmezseniz yoktur” diyordu. Ancak meselenin trajikomik yanı herkesin görmezden geldiği bir konunun yarattığı tedirginliği ıslık çalarak atlatmaya çalışmasıdır.

Siyaset kurumu toplumsal sorumluluğu kaybedince toplumun kanlı canlı sorunlarından uzaklaşması daha da kolaylaşıyor; böyle zamanlarda siyasi dinamikler bencil ve pragmatist birer klik durumuna düşüyor. Bu handikap siyaset kurumunun geleneksel politikalara teslim olması ve siyasi partilerin kendi aralarında yaşadıkları krizi aşmak için Kürt meselesini istismar etmelerinden kaynaklanıyor. Geçmişte demokrasinin uzun süre askıya alınmasına neden olan askeri vesayet siyasi partilerin bu tür basiretsizliğinden dolayı oluşan boşlukta ortaya çıkmıştı.

Kemalistler ve İslamcılar çözüm olamadı

Kürt meselesine ne Kemalistler ne de siyasal İslamcılar kalıcı çözümler getiremediler. Getiremediler çünkü, çözümü her zaman “çözülmek” olarak algıladılar. Dolayısıyla sorunu çözmeyi değil yönetmeyi seviyorlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında Kemalist elitler Kürtleri bahane ederek çok partili yaşamı askıya almıştı. Kürtlere verdikleri sözlerin aksine Koçgiri, Ağrı ve Dersim’de Kürt katliamlarıyla Türk milliyetçiğini konsolide ettiler; onlar için daha da önemlisi kişisel olarak savaşın iktisadi ve siyasi yatırımlarının garantilenmesiydi.

Siyasal İslamcılar ise AKP ile birlikte Abdülhamit’ten sonra bir kez daha iktidarın tüm nimetlerinden faydalandılar; cumhuriyeti revize ettiler ve kapitalizme tamamen entegre oldular. İslamcılar zihniyet olarak otoriter ve politik olarak pragmatik ve sosyolojik olarak bencil bir kitle ürettiler. Kürtlerden her zaman nemalanan İslamcı partiler son 40 yılda “İslam kardeşliği” mitiyle Kürtlerin içinde bir motivasyon yaratarak Kürt oylarıyla Kemalist rejime karşı kalıcı mevziler kazandılar.

Fakat Kürtler kendi partilerine oy vermeye başladıktan sonra kardeşlik tuzla buz oldu. İslamcılar, Kürtlerin irade beyanından sonra cumhuriyet dönemini aratmayacak, 12 Eylül’ün ruhuna rahmet okutacak şekilde onların üzerine yürümeye başladı. Bu baskılarla doksan yıldır Kemalistlerin kölesi yapılmaya çalışılan Kürtler bundan sonra da İslamcıların kölesi yapılmaya çalışıldı. Şüphesiz Kürtlere son zamanda yaşatılanların kaynağı İslamcı Türk köleliğini reddetmelerinden kaynaklanmaktadır.

İktidarın yeniden güvenlik paradigmasını esas alması içten içe Türkler ile Kürtler arasına kalın duvarların örülmesine neden oldu. Bunun dışında Kürt düşmanlığı bahanesiyle sulh politikası yerine sınır ötesi öngörülemeyen “neo-yayılmacılık” iç ve dış politikaya hakim oldu. Suriye, Libya, Azerbaycan ve daha sayamadığımız birçok yerde kendine bağlı paramiliter güçleri besleyerek İran yayılmacılığına özenen iktidarın hedefini AKP’liler bile bilmiyor.

Böyle bir tabloda iktidar agresif bir telaş ile huzurunu yitirmiş, sağa sola saldırarak noksanlıkları tamamlamaya çalıştıkça eksiliyor; çünkü biriktirdiğinden çalıyor. Kendini iyi bir avcı zannederken, basit bir av durumuna düşüp gafil avlanabiliyor. Suçüstü yakalanma ve yargılanma tedirginliği onları daha büyük hatalara itiyor; siyasalı ve yasalı istismar ederek toplumda birçok kişiye ve gruba intikamcı tekniklerle yaklaşmaları tüm profesyonelliği ve de en önemlisi meşruiyeti yitirmelerine neden oluyor. Buna “tanık ve uyanık” olan yol arkadaşları “eğer biz buysak ben yokum” deyip geminin batmasına ramak kala küçük teknelerle birer birer ayrılıyorlar. Bu handikapa hapsolmuş bir iktidarın haliyle çözüm gücüne sahip olduğunu söylemek de mümkün olmuyor.

3. Yol siyasetinin kaçınılmazlığı

Siyasal tarih boyunca Türkler ve Kürtler Kemalistlere ve İslamcılara çok şans verdiler. Gelinen nokta ortada. Türkiye 30 yıl tek parti, onar yıl aralarla militarizmin darbeleri ve askeri vesayet ile yönetildi; şimdi de polis devletine dönüşen, demokrasiden uzaklaşan, demokratik siyasetin altını oyan, hukuk devleti vasfını yitiren ve daha kötüsü tüm kimlikleri karşıtlaştırarak sınıflar, kimlikler, cinsler ve bölgelere arası çelişkileri derinleştiren tekçi bir rejimi ile yönetiliyor. Kürtler rahat bir nefes almasın diye iç ve dış barış, yurttaşlık hukuku, devlet ve toplum ilişkisi yerle bir edildi. Bunun bir sonucu olarak Kürdistan coğrafyasında uygulanan derin devlet pratikleri Türkiyelileşti.

Yaşanan deneyimler Türkiye siyasetini bu iki dinamik belirlediği sürece ülkede beklenen değişimin olmayacağını bize söylüyor. Toplumun artık farklı perspektiflere, farklı siyasetlere ve de değişime ihtiyacı olduğu çok açık. Dolayısıyla siyasal bir dengenin oluşabilmesi için bu iki bloğun politik zeminlerde zayıflatılması gerekiyor. Bunu dengeleyecek siyaset ise bu iki bloktan kopan parçalar değil, iki bloğu da demokrasiye zorlayacak olan 3. Yol siyasetidir.

Kürtlerin, kadınların ve işçi sınıfının ihtiyaç duyduğu teori ve mücadele pratikleri 3. Yol siyasetinde karşılık buluyor. Düzenin politik dinamiklerinin Kürtlere, kadınlara ve işçi sınıfına doğrudan bir faydası veya çözümü olmaz; ezilen gruplar ortak bir zeminde ortak bir mücadele ile oyun bozucu bir konum elde ederlerse bu iki dinamiğin politikalarında değişiklikler yapabilir ve onları barış, emek, demokrasi ve adalet yönünde değişime zorlayabilirler. Bu nedenle Kürtler, kadınlar ve sosyalistler başka bloklara dahil olmadan kendi bloğunu büyütme çabası içinde olmalıdır. 3. Yol siyaseti hem teorik hem pratik açıdan bileşik mücadelenin deneyimlerini içeriyor; dolaysıyla yılların mirası ve ortak emeği üzerinden filizlenen bu siyaset modeli kendi öz dinamiklerinin kolektif ruhuyla siyaset yapabilecek güce de ulaşmıştır.

Haliyle eğer bu model ayakları üzerinde durmaya başlarsa o zaman Kemalistlerin ve İslamcıların bu siyaseti kendilerine eklemleme ya da tasfiye etme çabası da boşa çıkmış olur. O zaman her iki blok da 3. Yol siyasetine oy deposu ya da kendisine eklemleyeceği basit bir koalisyon bileşeni olarak görmekten vazgeçip ülkenin selameti açısından kurumsallaşmasına gerek duyulan politik bir hat olarak görmeye başlarlar.

Çözüm kaçınılmazdır

3. Yol’un başka bloklara eklemlenmeden siyaset yapma pozisyonu Kürt meselesinin çözümünü de kolaylaştıracaktır. Her zaman söylendiği gibi Kürtlerle çözümün gelişmesi normalleşmenin de anahtarıdır. Dolayısıyla demokrasinin önündeki en büyük engel olan Kürt meselesi için ‘hele biraz bekleyelim, ya da maksimum taleptir’ demek demokrasiyi bekletmek, normalleşmeyi askıya almak, OHAL ile yönetilmeye razı olmaktır.

Kürt meselesi demokrasi sorunu ile iç içe geçerek ülkenin genel bir rejim sorunu haline gelmiştir. Haliyle kim ki demokrasi krizlerinden, halk iradesinden, işsizlikten ve rejim sorunundan bahsediyorsa aslında dolaylı yollardan Kürt meselesinden bahsediyor demektir. Kaldı ki Kürt meselesinin çözümünün çok farklı parametreleri var. Demokratik siyaset açısından bakılırsa seçme ve seçilme hakkından başlayarak kayyum atamalarının durdurulması ve seçilmiş belediye eşbaşkanlarının görevlerine dönmesini savunmak, tutuklu siyasetçiler için Anayasa’ya ve AİHM kararlarına uyulmasını talep etmek, demokratik siyaset üzerindeki yargı ve kolluk gücünün baskılarına karşı tutum almak, muhalif partilere ve özellikle HDP’ye yönelik sistematik bir şekilde uygulanan basın ambargosunun kaldırılmasını dile getirmek ve bunu birleştirici bir dil ile ifade eden tüm yaklaşımlar Kürt çözümünün de bir parçasıdır.

Muhalefet açısından söylersek demokratik siyasetin asgari koşullarını bile savunmaktan çekinerek hiçbir zaman çözüm olamayan askeri operasyonlardan medet ummak, demokratik Kürt siyaseti üzerindeki şiddet ve yargı kıskacına tali bir sorun gibi yaklaşarak bunun üzerinden bir de Kürtlerden destek beklemek açıkçası büyük bir saflıktır. Bu ilişki kurma biçiminin kökeni, sömürge hukuku dayatılan Kürtlerin inkarını güncel politik oyunlara malzeme eden inceltilmiş stratejilere dayanıyor.

Bunun için sorumluluk sahibi siyasi aktörler gerekiyor. Bu kadim sorun kapacağı koltuk ve alacağı para kadar sorumluluk üstlenen, hem kendi tarihini hem de Kürt tarihini bilmeyen hafıza yoksunu kişilerin eliyle çözülemez. Her gün TV’lere çıkıp halklar arası fesatlığın tuğlalarını döşeyen cenahın yaptığı ırkçı ajitasyon ve propaganda Kürt-Türk ilişkilerini sıradanlaştırıyor.

Sonuç

Pandemi terminolojisiyle söylersek barışta antikor üreten ülkelerin savaşta bağışıklık sistemleri tamamen çöküyor. Çözülemeyen sorunların derinleşmesi ülkenin ve toplumun bağışıklık sistemini çökertiyor; bu çökertme ile dayanıksız hale gelen ülke hegemonik ülkelere ve mafyatik güçlere telafisi mümkün olmayan tehlikeli tavizler vermesine neden oluyor.

Türkiye’de hem savaşın hem barışının merkezi öznesi Kürtler ve onların yaşadığı politik sorunlardır. Bu sorunların aşılması için Barış zamanında “yük”, savaş zamanında “tehdit” olarak görülen Kürtlerin hukukuna dair bütünsel, demokratik ve barışçıl bir perspektife ihtiyaç var. Netice itibariyle çözüm süreci ya da adına ne denirse densin Kürt meselesinin siyasal yollardan çözümü mutlaka olacak! AKP’den önce de devlet ve askeri bürokrasi meselenin siyasal yollardan çözümü için hem görüş bildiriyordu hem de kimi görüşmeler yapıyordu. AKP döneminde bu görüşmelerde önemli mesafeler alındı. Aktörler değişse de AKP sonrası yine bu görüşmeler sürer; kim iktidara gelirse gelsin Türkiye’nin ve bölgenin makro meselesi olan Kürt meselesi ile devlet adına mutlaka muhatap olacaktır.

Her iki merkezi blok da şimdilik Kürt meselesi “yokmuş” ya da “bir peçenin ardından bakıyor” gibi davransalar da eninde sonunda sorumluluk almak zorunda kalacaklar. Şüphesiz Rusya, ABD ve AB’nin Ortadoğu politikalarını doğrudan ilgilendiren, Suriye, Irak ve İran’ın devlet politikalarını direkt etkileyen 200 yıllık bölgesel Kürt sorununa dair geleneksel şiddet politikaları dışında herhangi bir çözüme ve öngörüye sahip olmamak hazin bir durum olsa gerek. Onun için Kürt meselesini “görmezden gelmek”, “yokmuş gibi davranmak” anlamlı bir siyasi davranış değil.


* Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı zamanda sosyoloji eğitimi aldı. 29 Ekim 2016’da Diyarbakır Eğitim Sen yöneticisi iken 675 sayılı KHK ile öğretmenlik mesleğinden ihraç edildi. Yazıları Emek ve İnsan dergisi, Gazete Emek, Gazete Duvar ve Artı Gerçek’in forum sayfalarında yayımlandı. Halen Gazete Karınca’da yazmakta.



Önceki Haber
ABD: Türkiye, Müslüman olmayan dini azınlıkların haklarını kısıtlıyor
Sonraki Haber
Soylu, Peker'e çağrı yaptı: Ben adalete teslimim, sen de gel