Ana SayfaEkolojiYeni gözde “Net Sıfır”

Yeni gözde “Net Sıfır”


Onur Yılmaz


Bundan 6 yıl öncesine kadar hâlâ fosil yakıt tekellerinin sözünün dışına çok çıkamayan bir kurum olan Uluslararası Enerji Ajansı* (UEA), geçtiğimiz hafta kimileri için oldukça sıra dışı olan ‘2050’ye Kadar Net Sıfır: Küresel Enerji Sektörü için Bir Yol Haritası’ başlıklı bir rapor yayımladı.

Raporda 1,5 derece eşiğinin** aşılmaması için elektrik üretiminden kaynaklanan sera gazı salımlarında OECD ülkelerinde 2035 yılına kadar, dünya çapında ise 2040 yılına kadar sıfır salıma inilmesi için bir yol haritası çizildi.

Bunun için 2040’a kadar yeni elektrik üretim kapasitesinin dörtte üçünün güneş ve rüzgar enerjisi kurulumlarından (2050’de şu ankinin 20 ve 11 katı) sağlanması gerektiği ve 2021’den sonra mevcut taahhüt edilenler dışında hiçbir yeni fosil yakıt yatırımının yapılmaması gerektiği belirtildi. Sadece kömür değil, yanlış bir şekilde alternatif olarak görülen doğal gaz da bu süreçte terk edilmeli denildi.

Hiçbir yeni kömür madeni, petrol sahası, fosil yakıt sondajı yapılmamalı. Sonuçta 2050’de enerji tüketiminin, artan enerji verimliliği sayesinde bugünkünden daha az olması öngörülüyor. Yine bu hedefe göre önümüzdeki 10 yıl içindeki karbondioksit salımı azaltımının yarısı enerji sektöründen olacak ve enerji sektörü şu an en çok salım yapan sektör iken 2040’a gelindiğinde sıfır salım yapan tek sektöre dönüşecek. Buna göre 2040’a kadar yüzde 100 sera gazı salımsız elektrik üretimi için 2030’a kadar sektöre yatırım yıllık 1,6 trilyon dolara yükselmeli.

Bu miktar geçtiğimiz on yıldaki tüm fosil yakıt yatırımlarının iki katı. Yani her sektördeki yeni elektrifikasyon dalgası bu dönüşümün motoru olacak. G7 ve G20 ülkelerinin neredeyse tamamında bu gibi hedefler çoktan belirlendi ya da politik tartışmalarda en ön sıralarda yer alarak mevcut politikalar revize ediliyor. Başkanlığını 2015’ten bu yana OPEC’in eski uzmanlarından Fatih Birol’un yaptığı UEA’nın çalışmaları özellikle petrol üreten ülkeler tarafından dikkate alınıyor. Bu son raporda verimsiz kömür
santrallerinin 2030’a kadar kapanması gerektiği belirtiliyor.

Bu, elbette başta Çin, Hindistan, Güney Afrika ve Türkiye gibi özellikle enerji üretiminde kömüre bağımlılığı yüksek ülkeler için yakalanması çok zor bir hedef ve böyle bir dönüşümü göremeyeceğiz. En iyisinden, yine en son iklim anksiyetesi yaşayanları heyecanlandıran Çin’in 2030’da salımlarının zirve yapacağı ve 2060’ta karbon nötr hale geleceği hedefini duyabiliriz. Ancak Çin’in bu niyet beyanı, CarbonBrief ekibinin incelemesine göre iklim adaleti (ülkelerin tarihsel ve güncel sorumluluğu oranında sera gazı azaltımı) açısından 1,5 derece eşiği ile uyumlu olsa da, planın nasıl somutlanacağı halen oldukça muğlak. Hele de Çin’in tüm dünyaya artan sermaye ihracının, onun salımlarının bir kısmının azaltılması değil, sınır ötesine taşınması anlamına geldiği düşünülürse.

Raporda güneş ve rüzgar enerjisine geçiş esasen istihdam artışı ve ekonomik büyüme üzerinden savunuluyor. Yine de örneğin IPCC*** net sıfır senaryolarında sıklıkla kullanılan henüz mevcut olmayan karbon çekme teknolojilerine daha az yaslanıyor.

Raporda enerji geçişinde elektrifikasyona daha az, karbon yakalama ve çekme (CCS) ve biyoenerjiye ise
görece daha fazla yer vermesinin güneş ve rüzgar enerjisinin mevcut fiyat trendinin, şuankinden daha hızlı ucuzlamasıyla değişebileceği belirtiliyor.

Somut net sıfır planlarının sonra detaylandırılacağı ve bu rapordaki amacın Glasgow’daki COP26 iklim zirvesi öncesi ülkelere eyleme geçme çağrısı yapan bir mesaj vermek olduğu anlaşılıyor. Burada tam da bu nedenle “net sıfır” kavramsallaştırmasının kendisini biraz incelemek gerekiyor. İklim ve yeryüzü bilimcilerinin uzun yıllardır kullanageldiği bu kavram teorik modellemelerden çıkıp gerçek politikalar içine girdiğinde çok tehlikeli manipülasyonlara kapı aralıyor. Öyle ki, tıpkı “sürdürebilirlik”, “yenilenebilir enerji”, “ekosistem servisleri”, “doğa temelli çözümler” gibi bir “yeşil göz boyama” kelimesi olarak şimdiden fosil yakıt şirketlerinin bile lügatına girmiş yeni gözde kavram oldu.

Henüz bilimsel olarak kanıtlanmış geniş ölçeğe uygulanabilir bir atmosferden karbon çekme teknolojisi mevcut değil. Sadece sermaye düzeninde bir kriter olarak alınacak maliyetin büyüklüğünü bir kenara bırakalım gerçekten toplum ihtiyaçlarına göre işleyen bir düzende dahi kullanıma sokulacak şekilde enerji sistemlerimizi dönüştürecek bir teknoloji henüz yok.

Atmosferden karbonu çekmek için harcanan enerjinin üretiminde çekilen karbondan daha fazla karbon salınıyor. Bu enerjiyi yenilenebilir kaynaklardan üretmek ise devasa altyapılar gerektiriyor. Dahası çekilen karbonun yer altında kayalarda saklanması öngörülüyor, ancak tektonik hareketlere karşı kesin bir önlem geliştirilmiş değil.

Eriyen buzulların sağladığı albedo etkisini geri kazanmak için uzaya güneşten gelen ışığın bir kısmını  yansıtacak dev aynalar göndermek, ısı tutmada etkili olan 5-14 km yükseklikteki Cirrus bulutlarını inceltecek hava araçları uçurmak, atmosferin stratosfer tabakasına yine yansıtıcı aerosol parçacıkları serpiştirmek, okyanus yüzeyini daha yansıtıcı hale getirmek için mikro-baloncuklar oluşturmak, bulutları daha yansıtıcı hale getirmek için içlerine deniz tuzu spreylemek, bazı bitkileri ve binaların çatısını yine albedo etkisi yaratacak şekilde modifiye etmek gibi çılgın güneş jeomühendisliği uygulamaları ise bunun diğer bazı örnekleri.

Bu uygulamaların hepsi kağıt üzerinde mümkün ya da makul görünse de atmosfere ve ekosistemlerle uzun vadeli etkileri, atmosfer bir bütün olduğu için farklı bölgelerdeki öngörülemeyen etkileri, ekosistemlerdeki geri besleme mekanizmalarıyla istenenin dışındaki sonuçları konusunda güvenilir bilimsel çalışmalar yetersiz.

Yeni ABD başkanı Biden’ın 44 ülke liderini topladığı iklim zirvesi ardından ABD, Kanada, Norveç, Katar ve Suudi Arabistan’ın dahil olduğu bir “Net Sıfır Üreticiler Forumu” kuruldu. Bu ülkeler dünyanın ana petrol ve doğal gaz üreticisi ülkeleri olarak 2050’ye kadar sıfır sera gazı salımlı ekonomilere geçme konusunda ilk kez yan yana geliyorlar. Bu tek başına bakıldığında olumlu bir adım gibi görünse de aslında küresel emperyalist sistemdeki kaynak paylaşımı ve yeni iş bölümünün bir parçası sadece.

20. yüzyılda iki büyük paylaşım savaşıyla kapitalizm, sermayenin eriştiği merkezileşme ve yoğunlaşma düzeyine bağlı olarak yeni birikim modellerine geçebilmiş ise de bugün 2008’den beri tıkanan sistem, yeni bir düzeye geçemediğinden kendine içeriden genişleme olanaklarını arıyor.

Belki büyük güçler birbiriyle savaşmıyor ama emeğe ve doğaya karşı savaş, kimilerinin felaket kapitalizmi dediği biçimde şiddetlenerek devam ediyor.

İklim bilimci Kevin Anderson’un “net sıfır mafyası” diye ifade ettiği fosil yakıt şirketlerinden enerji bakanlıklarına, kimi akademisyenlerden kimi STK’lara savunulan bu enerji geçiş politikaları, 1,5 derece için tamamıyla gerçek olan zaman kısıtını, iklim için harekete geçen kitlelerin üzerine doğrultulmuş bir tehdit olarak ve sistemsel değişiklik önerileri yapılmasına karşı hareketsiz bırakan bir tarzda kullanıyor.

Oysa sistemsel bir kopuşu öngörmeyen her plan nihayetinde ezilenlerin aleyhine sonuçlanıyor. Geçen zamanı bir panik havasında değil, bugün eylemlerimizle kurtaracağımız canlılar için kazandığımız bir zaman olarak kurgulamak, zamanı kitleleri hareket geçirmede stratejimizin bir parçası olarak ele almak
örgütlü öncü güçler olarak bizim elimizde.


(*) IEA, 1974 yılında petrol kriziyle birlikte enerji güvenliğini sağlamak üzere kurulmuş hükümetler arası bir örgüt. Aralarında Türkiye’nin de olduğu 17 kurucu ülke tarafından kurulmuş olup bugün 30 üyesi
bulunmaktadır. 2015 ile birlikte yeni bir misyon belirleyip enerji güvenliğini petrolün ötesinde doğal gaz ve
elektrik üretimine doğru genişletmiş ve yükselen ekonomilerle, enerji verimliliği ve teknolojileriyle daha
derin ilişkiler kurmaya girişmiştir.
(**) Küresel ısıtmada geri dönüşü olmayan ekolojik yıkımların yaşanmaması için kritik bir eşik olarak belirtilen
yeryüzünün yıllık ortalama sıcaklığının 1850’lere göre 1,5 derece daha sıcak olması anlamına gelen o
meşhur eşik.
(***) Birleşmiş Milletler bünyesinde kurulan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli.



Önceki Haber
Gezi ve Kürtler: Bir tanıklık
Sonraki Haber
'İstanbul Sözleşmesi'nin fesih kararı yok hükmündedir'